Atatürk ve Cuma Namazları
Atatürk ve Cuma Namazları
Başlığa baktığınızda bir çoğumuz peşinen ne alaka! Diyebilir. Tecrübe ve yaşadıklarıma dayanarak peşinen söylüyorum.
Son yıllarda sürekli ve kurgulanmış bir Atatürk düşmanlığı alenen yapılmaya devam ediyor. Bu düşmanlıkta, bölücü çevreler ile Dinci (Siyasal İslamcı) çevreler kol kola gidiyor. Bu çevreler, Atatürk’ün Kur’an bütünlüğü içinde yaptığı bazı uygulamaları din dışı kabul ederek; onu dinsiz gösterme algısıyla sevenlerinin gözünde küçük düşürmeye çalışıyorlar.
En çok suçladıkları konular ise halifeliğin ve Osmanlıca yazı sisteminin (Arap alfabesinin) kaldırılmasıdır.
İslam’ı tahkik eden gerçek dindarlar, bu uygulamaların İslam Dininin olmazlarından olmadığını bilirler. İslam’da halifelik diye bir makam yoktur. Allah birçok ayetinde inanan insanları yeryüzünde halife kıldığını belirtiyor. (Bakara 30, enam 165-69, Araf 74, Yunus 14-73, Neml 62, Fatır 39)
İslam elçisi Hz. Muhammed öldükten sonra Medine İslam Devletinin başına geçen dört halife bile dini kişiliklerinin yanında esas görevleri siyaseten idareciydiler. Melik olarak da adlandırılıyorlardı. İlk dört halife dahil; Emevi, Abbasi, Memluklü, Osmanlı Halifelerinin tamamı siyasiydi. Dini konularda fetva makamı olarak Şeyhülislam da vardı. Siyasi makam olarak kullanılan halifelik, Asr-ı Saadet Dönemi dahil hiçbir dönemde İslam Aleminde birlik sağlayamamışlardır. Hz. Ali halife iken Bağdat Valisi Muaviye, ona savaş açmış hile ile halifeliği elinden almış Sıffin Savaşında 40 bine yakın sahabe ve tabiin ölmüştür. Yine Hz. Ali kayın validesi Hz. Ayşe ile halifelik için Basra yakınlarında Cemel denilen yerde iktidar için savaştılar. Bazı kaynaklar ölen insan sayısının 6 bin, bazı kaynaklar ise 20 bin olarak belirtiyorlar. Her iki savaş da siyasi iktidar mücadelesi için yapılmıştır. Allah yolunda değildir. Ölenler de şehit değildir. (Hüküm Allah’ın)
Osmanlıca Arap harflerinin Kur’an harfleri olarak kabulü, bu harflerin kutsallığı yönünde bir algı İslam toplumlarında yıllar içinde oluşmuştur. Halbuki kutsal olan Arap harfleri veya alfabesi değil, Kur’an ayetlerinin ifadeleridir. Yıllarca Müslümanlar, ayetlerin mana ve ifadelerini bir kenara bırakmış; kutsallığı harflerde aramışlardır. Atatürk’ün yaptığı, Türkçeye daha uygun; öğrenmesi daha kolay olan Latin alfabesini, Türkçe eklerle eğitim-öğretim hayatına kazandırmasıdır. Bu durum Kur’an’ın kutsallığına bir halel getirmez. Kur’an’da buna karşı değildir. Elçi Arapça bildiği için Kur’an Arapça inmiştir. Elçi Türkçe bilen biri olsaydı ayetler Türkçe inerdi.
Dünyada Arapça bilmeyen binlerce farklı dil konuşan Müslümanlar, bilenlerin yaptığı meal ve tefsirlerle İslam dinini öğrenecekler. Başak yolu da yok. Atatürk de bunu yapmıştır. Meal ve tefsire ağırlık vermiştir.
Şunu açıkça söylüyorum. Atatürk kendi döneminde çok okuyan ve okuduğunu anlayıp irdeleyen biriydi. Askeri ve siyasi başarıları tesadüf değildi. İslam dinini Kur’an bütünlüğü içinde en iyi yorumlayanlardan biriydi. İhtiyaç dahilinde ilk İmam-Hatip okulları, İlahiyat fakülteleri onun zamanında açılmıştır. Dini konularda birinci derecede söz sahibi olan Diyanet İşleri Başkanlığı onun zamanında kurulmuş ve dini konularda bağımsız bir kurum olarak çalışmıştır. Şimdiki Diyanet gibi iktidarın yanlış-doğru uygulamalarını Cuma hutbelerinde Müslümanlara dikte etmemişlerdir.
Atatürk’le beraber Cuma Hutbeleri bugün olduğu kadarıyla halkın anlayacağı şekilde Türkçe yapılmaya başlanmıştır. Daha önceleri Cuma hutbelerinde ayetler, hadisler, konular, dualar tamamen Arapça yapılır; Müslümanlar hiçbir şey anlamadan dağılırlardı.
Bu anlattıklarım çoğu bugün Müslümanlar tarafından bilinenlerdir.
Bu kısa özetten sonra konu başlığı ile ilgili daha önce sosyal medya hesabımdan yaptığım paylaşımı sizlere aktarmak istiyorum.
Çocukluğumda, Giresun’un Yağlıdere ilçesi çevre köylerinde hiç cami olmamasını hep düşünmüşümdür. Ama gerçek cevabını yeni öğrendim desem yadırgamayın.
Daha önceki kendi yorumlarım, Yağlıdere köylerinin Çepni olduğu ve Alevi-İslam inancını yaşadığı, bu inanç çerçevesinde namaz ibadetini Sünniler kadar yapmadıkları kanaatindeydim.
Yavuz Sultan Selim’in Trabzon valiliği sırasında; Giresun’un her dere vadisine vadiye hâkim yerlerde birer tekke kurdurduğu ve bu tekkelere Sünni İslam inancıyla donanımlı hocalar görevlendirme neticesinde; biraz da devlet zoruyla Alevi Çepni boyları zamanla Sünni İslam inancına dönüş yapmışlardır. Bu dönüşler doğrultusunda 1940’lardan sonra köylerde camii yapıldığını düşünüyordum.
Bir de Yağlıdere’nin merkezi olan Camiyanı’nda o zamanlar Cuma Namazlarının çevre merkezlere göre çok kalabalık kılındığını da duyardık. Camiyanı’nda haftalık pazarın da Cuma Günü olması; çevre köylerin hem pazarı hem de Cuma namazını eda etmeleri bu kalabalığı etkin kılıyor düşünüyordum. Halk Cuma günü pazara geldiği için de köylerde camiye ihtiyaç duymadıklarını söyleyenler de vardı.
Halbuki ne benim düşündüğüm gibi ne de söylenenlerden değilmiş. İşin aslı Mustafa Kemal Atatürk’e kadar köylerde Cuma namazı kılınmasına ruhsat verilmemiş. Muhterem Hocam eski Giresun Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Özdemir’in “Atatürk’ün İslam’a katkıları” yazısından öğrendiğime göre; köylerde Cuma Namazı kılınması Atatürk’ün 1933 yılındaki emirleri doğrultusunda köylerde de Cuma Namazı kılınma ruhsatı verilmiştir. Bu ruhsattan sonra köylerde camiiler yapılmaya başlanmıştır.
Çocukluğumda köy nüfusu bugünün en az üç katı olmasına rağmen; hiç camii olmayan köyümüzde bugün üç camii hizmet vermektedir. Ne yazık ki O’nu ilgilendiren önemli günlerde Cuma hutbelerinde adının geçmemesine aynı camiler özen göstermektedirler.
Mustafa Kemal Atatürk’ü olumsuz yönde anlatanların ezikliğine ve Atatürk’ün her sahada hala ulaşılmaz olduğuna bir kere daha inandım.
Ruhu şad olsun. Allah’ın rahmetinin üzerinde olacağına inanlardanım.
Nurettin Bölük 19.09.2025
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.