1. HABERLER

  2. SANAT/TARİH

  3. Bir insan yetiştirme modeli olarak Âhi-Yâren kültürü

Bir insan yetiştirme modeli olarak Âhi-Yâren kültürü

Ahiyaren platformu gönüllüsü Hasan Kaya tarafından Âhi-Yâren Kültürü ile ilgili kapsamlı ve orjinal bir bilgi paylaşıldı.

A+A-

İnsanoğlunun kurduğu medeniyetlerden asıl beklenti, tüm insanlığa huzur ve güven duygusunun tesis edilmesidir. Sınırlı maddeye dönük, insanı ruhsuz bir robot gibi gören Cismani Akıl ile yönetilen medeniyetler, günümüzde olduğu gibi acı, gözyaşı ve mutsuzluğu temsil etmenin ötesine geçememiştir. İnsana yüklenen asli vazifelerden olan, ihtiyaç sahiplerinin gözetilmesi, nimetlerin eşit bir şekilde dağıtılması, kapsayıcılık, diğerkamlık, paylaşım ve şefkat gibi mazlumların ihtiyacı olan duyguların geliştirilmesi, ancak Ruhani bakışa sahip medeniyetler tarafından sağlanabilir. Bunun tesisi için yeni keşifler yapmaktan daha çok, Mekanik, Metalik, Menfaatçi, Maddeci ve Makyajlı olan bedeni ve cismani Batı Medeniyeti’ne lütufkar bakışı bırakıp, özümüzde yer alan Müfit(Mânâlı), Mahsun(Metin), Mebrur(Makbul), Münib(Hakk’a yönelen) ve Masum olan, Samimi ve samimi niyetli hikmet bakışına haiz, Ahmet Yesevi’den neşvi nema bulan, Orta Asya kökenli, Çankırı Merkezli Âhi-Yâren Kültürünün günümüze entegre edilmesi yeterli olacaktır. Tevhid anlayışı gibi kapsayıcı ve bütüncül bir yaklaşıma sahip Türk Milletinin, Dünyadaki mazlumların üzerinde hakkı olduğu bilinci ile insanlık adına eriştiği yüksek mertebelere tarihte sayısız örnekler verilebilir. Günümüzde İnsanlığın "İnsanlık" çizgisine tekrar dönüşü bir ihtiyaçtan çok zaruriyet halini almıştır. Bu mânâda diğerkamlığı baz alan, ırkçılık çizgisini gönülden reddeden Âhi-Yâren Medeniyet kodlarındaki Tevhid bilinci ile Kul, Kainat, Kudret ve Kur’an arasındaki dengenin tekrar kurulması, rotasından çıkartılmış olan İnsanlık çizgisine tekrar dönülmesi gerekmektedir. Bu yazı; Tarihte insanlık adına çok büyük başarılara imza atan Anadolunun öz kültürü olan Çankırı Merkezli ÂHİ-YÂREN (YÂRAN) medeniyet kökleri ile dijital çağın kodları arasında bağlantı kurulması, İnsanlığın maddeci ve tefeci anlayıştan, Yaratılan herşeye Yaradan’dan ötürü saygı duyan kapsayıcı bir anlayışa evrilmesi, bilimin hikmet yönü ile insanlığın faydasına kullanılması, toplumun katmanları arasında iletişimin artırılması, yüksek bir bilinçle mânâyı önceleyen bir paradigma/tasavvur değişikliği ve dünyaya yön veren iki ana medeniyet, "Hilal ve Haç" arasındaki farkların farkındalığı adına kaleme alınmıştır. Sınırlı yapımıza, sınırsız güçle irtibat imkanının verilmesi büyük bir lütuftur. Bunu inatla görmezden gelenlerle irtibatın kesilmesi asaleti olanlara matuftur.

Hayat ölüme aç, yokluk varlığa taçtır,
Kainatta var olanlar zıttına muhtaçtır,
Allah aşkı, yanan gönül için bir ilaçtır,
Hilal’den kaçarsan muhatabın Haç’tır.  

İnsanlık tarihinden bu yana kayda değer tüm fikirler biraraya getirilse dahi, ruh ve beden ilişkisi halen izaha muhtaç bir olgudur. Eğer ki insanoğlu hayata normal algılar yanısıra, ruh/beden dengesini gözeten kapsayıcılık, diğerkamlık, paylaşım, şefkat, tevazu gibi unsurlara mâna gözlüğü ile bakabilirse, Evrenin kendine has dengesi ve akışı içinde, kendini bilmek ve tarafını seçmek adına mutlak başarının kaynağını keşfedebilir. Tarihe baktığımız zaman insanoğlunun inşa ettiği Medeniyetleri iki temel paradigmanın yönlendirdiğini görmekteyiz. Bunlardan birincisi, sınırsız kazanç hırsı ve haz duygusunun sonuna kadar zorlanması gerektiğini savunan, hedonist bakışlara geniş hareket sahası tanıyan, zalimin üstün, mazlumun ezilen, güçlünün haklı, haklının mâdur olduğu, adâletin güçlünün koyduğu kurallara dayandığı, sınırlı maddeyi merkeze alan, Yaratıcı’yı bekleme salonunda tutan, geçici başarılara dayalı BEDENÎ/CİSMANÎ bakış; Diğeri ise, anlatılmaz yaşanır ciheti ile insanın sınırlı varlığını kuşatan, Ruh bilincinin kalıcı başarılarına dayalı, ırkçılıktan uzak, "bilmek, yapmak, olmak" skalasında insanları ve toplumları diğerkam bakışı ile kalıcı başarılara götüren, haklının üstün olduğu, huzur odaklı, dünyanın geçici ama önemli bir anahtar vasfında olduğunu savunan RUHANÎ bakıştır. Bütün medeniyetlerde bu iki bakış arasında çekişmenin yanısıra, dönem dönem geçişkenliklerde olmuştur. Ayrıca popüler olan herşeyin elde etme duygusu ile mübah görüldüğü cismani bakışın, takiyye nazarında ve kişisel menfaatler perdesi ile ruhani bakış kılıfına bürünerek toplumları yanılttığı da sık sık gözlenmektedir. Dünya hayatının tutkusu, herbiri özel ve özellikli olarak yaratılmış olan insanoğlunun gönlünü kırmaya değecek kadar değerli değildir.

Toprak özünden mamul beden,
Ruh ise ayrıdır cümle alemden.
Beden denilen geçici sonu alev,
Seveceksen insanın ruhunu sev.  

Bu dünyada Meta’yı değerli hale getiren şey, öz değerinden çok, insanın onu elde etme hırsıdır. Böl, parçala, yönet mantığı ile dünyanın her yerinde, acı ve gözyaşından başka birşey üretemeyen, Batı Medeniyeti artık baltayı taşa vurmaktadır. Ancak aç bir vahşi hayvan gibi sağa sola saldıran Batıyı, kapsayıcılık bakışı ve Tevhid anlayışı ile tatlı sert bir şekilde ehlileştirmek yine biz Türk’lere düşecektir. Orta Asya/Horasan kökenli Anadolu Ruhu’nun güncel temsilcisi olan Âhi-Yâren tasavvurunu, Batı medeniyetine rağmen, onuda kapsayarak ve kazanarak yeniden oluşturmak gerekmektedir. Maddeci ve tefeci Batı ile zıt kutuplarda olunsa dahi, Yaratan’dan ötürü kulunu sevme bakışı ve "Düşmanına sarılmak onu etkisiz kılar" anlayışı ile geçmişte olduğu gibi, dünyanın tekrar yaşanabilir hale getirilmesi de, Türk-İslam Medeniyetinin fıtrat ve kodlarının onun üzerine yüklediği sorumluluktur. Bunun yanısıra doğal süreçlerle yetişmiş, devletine ve milletine bağlı, insanın ruhuna hitap eden Türk-İslam Kültürünün güncel halini temsil eden Âhi-Yâren kültürüyle yetişmiş, hazır insan modellerini de sisteme mihenk taşı olarak entegre etmek, sistemin işleyişini kolaylaştıracak bir unsurdur.  Mezhep, meşrep, soy ve sop gözetmeden, doğdugu ve doyduğu toprakların, devletinin, şehit kanı ile sulanmış bayrağının ve insanlık onurunun korunması için, canıyla ve kanıyla mücadele etmek, mazlumun elinden tutmak, zalimin karşısında dimdik durmak; İslam Medeniyetinin bayraktarı Türk’ün ecdadına ve insanlığa duyduğu saygının bir tezahürüdür. Bilim yükünü sırtlanıp, Hikmet yolunda çalışmak, üretken olmak ve mazlumun yüzünde oluşacak içten bir tebessümü hayatın merkezine koymak Âhi-Yâren kültürünün temel ilkeleridir.

Hayat yokuşu zor gelir dize,
Kalp konuşur gözden göze,
Dilden çıkan dönmez söze,
İçten tebessüm yeter bize.    

Bilim kapısının anahtarı maneviyat eksenli Türk-İslam anlayışından Batı’ya geçince, Bilim ve Ruhu aynı potada eritemeyen maddeci ve tefeci Batı toplumunun fertleri, Yaratıcı’yı adeta bekleme salonuna alan bir anlayışla, sınırsız bir uyumla hizmetine sunulmuş olan Dünya’ya ihanet eden bir robota dönüşmüştür. 19 ve 20. Yüzyıllarda yaşanan Dünya savaşlarını takiben ABD ve Sovyetler Birliği arasında soğuk savaşa dayalı bir denge kurulmuştur. 1991 yılında Komunist Sovyetler Birliği rejiminin yıkılmasından sonra, kapitalist Amerika tek süper güç olarak, dünyanın jandarmalığına soyunmuştur. Soğuk savaş dönemi sonrasında 2001 yılındaki New York İkiz Kuleleri'ne yapılan saldırının akabinde, kapitalist sermaye güdümündeki Amerika, esasen kontrol altında tutmak niyeti ile Fukiyama ve Huntington’un tezlerini doğrularcasına, “Dengeleyici Düşman” olarak İslam Dünyasını seçmiştir. Bütün dünyada Müslüman denilince “Türk” anlaşılmakta olup, Dünyadaki mazlumların beklentisi olan “Türk Adaleti” çerçevesinde, İslamın gerçek bayraktarlığını tarihte Türkler'in yaptığı bilinmektedir. Esasında "dengeleyici düşman" olarak görülen asıl hedefin, ırkçılığa karşı olan,  diğerkamlık ve kapsayıcılık özellikleri ile tarihte her daim öne çıkan, mânâyı maddeden üstün tutan, mazlumların dostu, zalimlerin kabusu olan Türk-İslam ve onun güncel temsilcisi olan Âhi-Yâren bakışının olduğunu anlamak zor değildir. Demokrasi bahanesi ile göklerden şehirlere bomba yağdıran Batılılar, insanlık adına utanç verici acı, gözyaşı ve zulüm dışında insanlığa hiçbirşey getirememiş, karanlık bulutlarla gözyaşı yağdırmaya devam etmiş, insanlık onurunu ayaklar altına almış, mazlumları görmezden gelmiş, ancak artık çıkmaz sokağa girmiştir.

Aklın menfaati ruh ile yanyana olmaktan geçer,
Menfaatin aklı ise ruhun olmadığı yerleri seçer,
Nefsini tırpanlayan insanlar verimli tarlayı biçer,
Başıboş tarlalarda ne bülbül öter, ne de gül biter.       

Haçlılar'ın "Bible Land" dedikleri İncil Ülkesi Anadoludur. Bu coğrafyayı ele geçirmek için 1800 lü yılların başından itibaren ajan/misyonerler Anadolu’da adeta cirit atmaktadırlar. Kızılderililer'i yok eden Batı’nın sözde kahramanı, meşhur Buffalo BİLL (Cody), buffaloları öldürüp Kızıldereliler'i aç bırakarak yaşam haklarını ellerinden almak için kiralanan bir katildir. Dünyanın her noktasında insanlık namına utanç verici olaylarla gündeme gelen Batı, her daim kendini aklamak istemekte, ama bunun için çabaladıkça dibe batmaktadır. Transgenik hayvan yetiştiriciliği ile çok kısa zamanda obez hayvan yetiştiren, bitkilerin genleri ile oynayarak kısırlaştıran, savaş ekonomisi ile vampirleşen, insanı insanın kurdu yada düşmanı olarak gören, sınırsız kazancı putlaştıran, yardımlaşma duygusundan yoksun, canlıların habitatlarını yok edip sonrada, apartmanların içine kendileri ile birlikte, hayvan ve bitkileri hapseden, böylelikle de yeşilsever ve hayvansever olarak geçinen, toplumun dezavantajlı kesimlerini önemsemeyen, yaşlıların ölmesini bekleyen, maddeci ve tefeci Batı anlayışı, kendiside kapitalist bakış açısıyla yaptığı yolculuğun sonunda çıkmaz sokağa girdiğinin ve duvara çarpmak üzere olduğunun farkına varmıştır. Tolstoy’un “Herkes insanlığın kötüye gittiğini kabul eder, ama kendinin kötüye gittiğini kabul etmez.” dediği gibi, Batı bu çöküşe direnmekte, bunu gururuna yediremediği için son kozlarını oynamaktadır.  Esasen bu "Makyajlı Batı" toplumunun bilinçaltında tüm açıklığı ile yer almaktadır.

Bilsen mânânın iç yüzünü,
Neye yarar Dünya hüzünü,
Kırarsan bir insanın özünü,
Okuduğun, yazdığın anlamsız…

Esas olan nokta Yahya Efendinin Kanuni sultan Süleyman (Muhibbi)’a yaptığı uyarıya dikkat ederek, insanların "Nemelazım" dememesi ve yapılan yanlışları normal olarak değerlendirmemesi, herkesin üretici ve yenilikçi bir bakış açısı ile kendini ifade etmesi, mekanın gözlemci ve sahibi değil, sadece bir parçası olduğunu hissetmesidir. Bu mânâda sadece kendi şehrimize ve ülkemize değil, bütün dünya’ya hitap eden bir erdem, ahlak ve birikime sahip olmamız tercih değil zorunluluktur. Zira zulümle iştigal eden geçici başarılara, mazlumla iştigal edenler ise sınırsız başarılara yelken açar. Burada kanımca farkındalık arttıkça tarafgirlikler azalacaktır. En büyük görev bu farkındalığı sağlayacak olan, siyasetçi, bürokrat, entellektüel (münevver) ve sanatçılar gibi toplumun önde gelenlerinin, topraktan aldığını toprağa geri vermesi adına, kadirşinaslık gereği yapacağı gayretlerine bağlı olacaktır. Bu mânâda Beyleri, alimleri ve zalimleri kontrol etmek için Türk Töresinin en önemli ve vazgeçilmez unsurlarından biri olan ihtiyarlar yada AKSAKALLILAR olarak bilinen teşkilatların, hem yerel hemde toplumsal düzeyde, toplumun önde gelen kanaat önderlerinden teşkil edilmesi ve dengeleyici bir unsur olarak sisteme entegre hale getirilmesi gerekmektedir. Bu teşkilat toplumda önde gelen ve karar alıcı, yönlendirici güce sahip yönetici, siyasetçi, sanatçı, akademisyen gibi unsurların, toplumun faydasına çalışıp çalışmadıklarını kontrol edecektir. Bu oluşum sayesinde yoksulluk, yolsuzluk ve yoksunluk illetlerine karşı mahşeri vicdan karşısında sisteme güven telakkisi gelişecektir. İnsanın bedeni ve nefsi ile değil, ruh ve akıl ile bir yol çizmesi ve insanlık adına başarılı olması mazlumların beklentisidir. Unutmayalım ki her insan potansiyel mazlum adayıdır. 

Tevekkül, teekkül olmuş, mazlumların güneşi solmuş,
Heryer münafık dolmuş, adaleti sağlamak çok zormuş,    
Herkes kendi derdine dalmış, mazlumlar yalnız kalmış,
Nasıl olmuşsa, Kederin Kader’i, Kader'in Kederi olmuş.    

Günümüzde Devlet aygıtı için rota değişikliğine ihtiyaç duyduğu alanlardan biriside ehliyet ile liyakatın; mânâ ve hikmet ile taçlandırılmasıdır. Ünlü Türk hükümdarı Cengiz Han ”Bir mıh, bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir komutanı, bir komutan bir orduyu, bir ordu bir ülkeyi felakete götürür.” demiştir. Burada sonuç alıcı bir yöntem izlenmeli, toplumsal mânâda, sembolik anlamdan daha çok; insanın ruhuna ve manevi değerlerine hitap eden Anadolu bakışına haiz, Âhi-Yaren yani Türk-İslam kültürünün, devlet sistemine entegre edilmesi, hazır bulunuşluk özelliğine sahip devletine ve milletine şehitlik bağı ile bağlı insanlara, karar alıcı mekanizmalarda daha çok yer verilmesi önem arz etmektedir. Zira devletin kalitesi, estetik ve yaratıcı yönü kuvvetli,  liyakatlı, insanlığa faydalı, inançlı ve adanmış, hikmetin önemine inanan insan gücü ile ölçülür. Bu mânâda ünlü Türk pükümdarı Atilla’nın veciz sözü liyakata farklı bir bakış açısı kazandırmaktadır. "Köylü yada soylu olsun, yetenekli Hunlar'ı komutan seçmeliyiz." Ehliyet ve liyakat kavramları, mânâyı içermiyor ise her zaman yarım kalır. Savaş ordu ile kazanılır ancak, ordu enerjisini komutandan alır. Doğduğu ve doyduğu topraklara hizmet etmek, insanın insanlığa duyduğu saygının bir tezahürüdür.

Liyakat en üstte yer almalı,
İnsan insanın şifası olmalı,
Sevgi çalışanları kuşatmalı,
Kimse gönülleri kırmamalı.     

1243 yılında İki Türk Devleti Selçuklular ile Moğollar arasında yapılan Kösedağ savaşı ile Selçuklular büyük bir hezimete uğrayarak, adeta haraca bağlanmış ve bu tarihten itibaren yıkılış süreci başlamıştır. II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in 'aksakallılar' yada 'ihtiyarlar' denilen, töremizin bilge kurulu olan tecrübeli, birikimli insanlara önem vermediği için yanlış bir strateji güttüğü iddia edilen bu savaştan sonra, Moğollar Kayseri ve civarını tamamen yağmalayarak, yerle bir etmişlerdir. Âhilik teşkilatının merkezi olan Kayseri’yi terketmek zorunda kalan Âhi Şeyhleri Ankara ve Çankırı civarında bu teşkilatı yeni baştan oluşturmuşlardır. Özellikle Çankırı’nın bu tarihten sonra işgal yaşamaması nedeni ile hemen her köyünde sürdürülen ve Âhilik kültürü ile aynı kaynak kodlarından beslenen Âhi-Yâren kültürü, halen sembolik yönleri ile olsa da çimentolu bir şekilde korunmuş olarak devam ettirilmektedir. Yarenlerin ‘Baş ağası’ Âhilerin ‘Âhi Babası’ gibidir ve kesin bir itaat ve saygı görmektedir ve bu liderler seçimle iş başına gelmektedir. Âhi-Yâren kültüründe ‘Çavuş’ ya da ‘Kâhya’ olarak adlandırdıkları kişi Âhilerin ‘Nakib’ karşılığıdır. Âhi-Yâren toplantısı sonunda yapılan ‘Mahkeme’ Âhiler'deki ‘Makam-ı insaf’ duruşması gibidir. Yaren odalarında gözlenen tefrişatta Âhi zaviyelerine benzemektedir. Benzeri şekilde 24 Oğuz boyunu temsil eden oturma düzenide neredeyse aynıdır. Yaren sohbetlerindeki Ocak yakmada Âhi toplantılarındaki gibidir. Ayrıca ekonomik anlamda bakılırsa, bu kültürün gerçek bir girişimcilik ve üretim modeli olduğu rahatlıkla söylenebilir. Günümüzde birçok Çankırı esnafının halen dükkanlarında yer almakta olan yazı şöyledir: 

Her sabah besmele ile açılır dükkanımız,
Hakka iman ederiz Müslümandır şanımız,
Eğrisi varsa bizden doğrusu elbet sizden,
Hilesi hurdası yoktur helalinden malımız,
Müşterimiz velinimet Yâranımız yarımız,
Fazlası zarar verir kanaattir bizim kârımız.

Anadolu kültürünün özü olan ve Orta Asya kökenli Âhilik Kültürü ile aynı medeniyet kodlarından beslenen Âhi-Yâren Kültürü; Tarihin hangi noktasına koyarsanız koyun giyilebilecek bir elbise gibidir. Bu kültür dünyadaki bütün meselelere çözüm ve insanlara huzur üreten sosyal bir modeldir. Dünyadaki bütün mazlumların beklediği "Türk Adaleti"ni hedefleyen, Beden/Ruh ve Bilim/Hikmet kavramlarını aynı düzlemde buluşturan sosyal, kültürel, ekonomik bir insan yetiştirme modeli, adeta insanlık adına her kapıyı açan bir maymuncuk anahtarı gibidir. Ayrıca ekonomik/sosyal anlamda bir girişimcilik ve üretim modelidir.  Yâren kelimesi tekildir ve arkadaş, dost demektir. Yâran ise, çoğuldur ve dostlar, arkadaşlar anlamına gelir. Aynı zamanda Yâran (Âhi-Yaren) denince kültürel boyutta akla gelir. 24 Oğuz boyunu temsil eden yâren bir araya gelerek Yâren Meclisini oluşturur. Eline (Türk Yurduna), Beline (Türk-İslam Kültürüne), Diline (Türkçe) sahip çıkmak ve "Sofra, El, Kapı açık; Bel, Göz, Dil kapalı" şiarları Yaren kültürünün temelidir. Âhi-Yâren kültürü “Ben bu kültürü biliyorum” demenin mümkün olmadığı uçsuz bucaksız bir derya gibidir. Zaten biliyorum demekte Âhi-Yâren kültürü ile bağdaşmaz. Âhi-Yâren kültürünü Habil/Kabilden, Orta Asya’ya, Horasana, Malazgirtten İstanbulun Fethine kadar hangi noktadan alırsanız alın tarihte bir karşılığı vardır. Âhi-Yâren kültürü öncelikle insanın Ruhunu en üstte tutar. Bu kültüre göre bedenin savunma mekanizması olduğu gibi ruhunda bir savunma mekanizması vardır. Bu savunma mekanizması için süreklilik ve disiplin içeren olumlamaya dayalı faaliyetler daha makbuldur. İnsan Ruhuna dair ölçülmesi zor olan, "Bilmek, yapmak, olmak ve tekamüle ermek" skalasındaki manevi merdivenleri içeren boyutlara dair keşif yolculuğuna çıkmak yine bu kültür ile mümkündür. Âhi-Yaren Kültürü en başta kendine gelmek, kendini bulmak ve kendini bilmektir. Çünkü kendini bilen ilim bilir, edep bilir, adap bilir, şükür bilir, diğergamlık bilir, şefkat bilir, paylaşım bilir, tebessüm bilir, bilirde bilir. En önemliside Rabbini bilir. Yârenler için hayat, elde edilecek metalardan oluşan bir hedef değil, bizzatihi öğrenci olarak yer alınması gerekli sefer bağlamında bir yolculuktur.

Zaman dar, yol uzun, dert çok, ÇÖZÜM ÂHİ-YÂREN
Ruhsuzluk ve Mutsuzluğa karşı  SÖZÜM AHİ-YÂREN
Digerkâm olmaya içimde yanan KÖZÜM AHİ-YÂREN
Ruhum İslam,  Bedenim Türkiye, ÖZÜM AHİ-YÂREN      

Köklerimizde yer alan başarı hikayeleri ile büyümüş, Anadolu’ya ilk adım attığımız zamanlarda, Ebul Hasan Harakanı gibi akıncı beyleri sayesinde, bizans köylülerinin bile saygısını kazanan bir medeniyetin devamı olarak, köklerimizden kopmadan, sırati mustakimden sapmadan, temel evrensel ilkelere bağlı, kapsayıcı ve diğerkam bakışı ile Rabbimizin muradına uygun birer Mümin olmak zorundayız. Bunun için galaksiler arası yolculuk yapmaya gerek yok, ileri keşiflere de gerek yok. Bizim özümüzde yer alan, ırkçılık olgusunu gönülden reddeden, Orta Asya,Horasan ve Anadolu kültürü ile yoğrulmuş, Âhilik kültürü ile neşvi nema bulan güncel Anadolu Türk-İslam Anlayışı olan Âhi-Yâren Kültürü, insanlığın yaşadığı tüm sorunlar için adeta maymuncuk benzeri bir anahtardır. Esasen Anadolu coğrafyası devamlı trafik kazalarının olduğu, çetin bir kavşağa benzemektedir. Olmak yada Ölmek gibi iki kuralı vardır. Bu coğrafyada var olmak için önemli bir kuralda birlik ve beraberliği sağlayacak, kapsayıcı ve kuşatıcı bir yol; İşte bu yol medeniyet özümüzde yer alan AHİ-YÂREN  Kültürüdür.  Yârenler, başarının kaynağını insanlarda değil, Allahta ve kendi içlerinde, özlerinden gelen seste bulurlar. Bir Çankırı Yâreni için Başarı; Gözünle görüp, kulağınla duymak değil, ruhunla hissetmektir. Bu başarının anahtarı Heyecan ile sabır arasındaki muhteşem dengede gizlidir. Buda Kötüyle mücadele etmekle değil, kendinle mücadele etmekle sağlanır. Ayrıca Çok dil bilip, gönül kırmaktansa, gönül dili bilip, kimseyi incitmemek, bizim temel şiarımızdır. “Kan ve gözyaşıyla değil, kalemle mücadele edip, acı duyabilmek; yanlış çekici iken, doğruyu bulabilmek” Âhi-Yâren Kültürünün sırrıdır.

Kötüye kötülük nedir bilmeyiz,
Doğruyu yanlışla asla silmeyiz,
Toprağa yanlış tohum ekmeyiz,
Özüde sözüde bir Âhi-Yârenleriz.

Âhi-Yâren Kültürü insanın 6. duyusu olan 'ruh'una hitap eder. Dolayısıyla esas çıkış noktası RUH disiplinidir. Ruhun eğitimi ise düşünceden başlar. Mevlana'nın "İnsan bir düşünceden ibarettir. Gül düşünürsen gülistan olursun. Diken düşünürsen dikenlik olursun” dediği gibi konuştuklarımızın yanısıra sustuklarımızdan da sorumluyuz. O halde derdimizi her platformda paylaşmalıyız. Bizim derdimiz özümüze dönmek ve Türk-İslam sentezi olan bu kültürü geniş kitlelere duyurmak. Bu kültürün temel amacı da Allah'ın muradına uygun bir İnsan modeli oluşturmaktır. Tarihimizde ecdadımızın İnsanlık adına yakaladığı başarı seviyelerini, tekrar yakalamak için kaynağımız ise özümüz, yani kültürümüzdür. Hırs bu mekanizmayı çökertir, şefkat, paylaşım ve kanaat ise vazgeçilmezdir. İnsanın niyetleri inandıklarına bağlı rotasını çizen bir gemi gibidir. Neye inanırsak onu yaşarız. Âhi-Yâren Kültürü manevi değerlerin ölçülebilirliğini sağlayan, ruhun ve aklın manevi değerlerle harmanlandığı bir kıvam noktasıdır. Âhi-Yâren Kültürü insanın pişerken kıvamını tutturmamızı sağlayan bir ışıktır. Sırati müstakim amaca gidilen bu yoldaki denge çok önemlidir. Bu dengeyi kurabilmek için feraset en önemli duygudur. Ne az, ne de çok; "Agyarını mâni, efradını câmi" kıvamını tutturabilmek, İnsanı İnsanlık kıvamında tutabilmek, bunun içinde 'kibir' zehrini 'edep' şerbetine çevirmek  temel çıkış noktasıdır. Beklenti ve tamah insanı köle yapar, paylaşmak  ise daima yüceltir.

Şehit kanıyla sulanan toprakların sahibiyiz,
“İlla Edep, İllaki Edep” yolundan dönmeyiz,
Veren Eli severiz, talepkâr olmayı bilmeyiz,
Özü Türk - İslam, kendini bilen Yârenleriz.  

Çankırı yöresinde eskiden kız istemeye gidildiğinde ortaya konulan ilk şartlardan birisi, damat adayının Yâren terbiyesi alıp, almadığıdır. Âhi-Yâren kültürü bir değerler manzumesidir. Misafirperverlik, cömertlik, cesaret, yiğitlik, yardımlaşma ve dayanışma, birlik ve beraberlik, sevgi ve saygı, istikrar, düzeni bozacak davranışlardan uzak durma, merhamet, tevazu, kapsayıcılık gibi hasletlerin yanında en önemli vurgu diğerkâm olmaktır. Bu değerler Türk Kültürünün sembolleridir. "Kız anadan öğrenir sofra düzmeyi, oğlan babadan öğrenir sohbet etmeyi" ifadesi Çankırı’da bir hayat ilkesidir. Bu açıdan Çankırı Âhi-Yâren(Yâran) Kültürü Milli Kültür simgesidir. Çankırı Valiliği'nin teklifi ile 2010 yılında UNESCO tarafından soyut dalda Dünya Kültür Mirası içerisine alınan bu kültür; geçmişte olduğu gibi bugün de aslına uygun olarak ilimizde yaşatılmaktadır. Yaren Kültürü insanın ruhuna hitap eden bir kültürdür. İslami akideler ile Türk örf ve adetlerinin örtüştüğü ve topluma disiplinli bir şekilde yayıldığı, sosyal bir insan yetiştirme modelidir. Dolayısıyla eğlence, yada ceza unsurlarının öne çıkışı kabul edilemez.

Hayat yaşamaktan ibaret değil,
Cennetin garantisi ibadet değil,
Dünyanın özentisi saâdet değil,
Anlayana elmasta bir, kömürde.  

Mazlumların güneşi olan İslam’ın bayraktarlığı, adanmışlık, kapsayıcılık ve diğerkamlık bakışına sahip Türk toplumunun fıtratına uygun ve ona çok yakışan bir elbise gibidir. Tarihte olduğu gibi bundan sonraki süreçlerde de Bilim ve Hikmet Birlikteliği, dünyadaki maddeye dayalı cismani akla rağmen, insanlığı hakikat enerjisi ile kuşatarak, insanlığın ihtiyaç duyduğu kurtuluş reçetesi Türk-İslam ve güncel temsilcisi olan Âhi-Yâren anlayışı ile tekrar yazılacaktır. İmkansızlıklar had safhada olmasına rağmen, Büyük Türk Milletine inanarak, Cismani(Üst) Aklı büyük bir yenilgiye uğratan büyük komutan Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK; “Muhtaç olduğun Kudret, Damarlarındaki asil kanda mevcuttur” diyerek meseleyi açık bir şekilde özetlemiştir. Bizler dünyadaki mazlumların umut ışığı olduğumuzu hatırlayarak, kendi özümüzde yer alan psikolojik Kurtuluş Savaşını vermeli ve Türk-İslam şiarını yeniden inşa etmeliyiz.

Eyyy AHİ-YÂREN Kardeşim!!!
Sözüm sana beni iyi dinle ne olur!
Denize bir taş atarsın, halka olur,
Toprağa tohum ekersin, ağaç olur,

Kağıda kalemle değersin, şiir olur,
Kula tebessüm edersin, huzur olur,
Özüne dönersen, dünya cennet olur.

Prof Dr Mustafa Aşkar; Âhi-Yâren Kültürünün Beşiği olan Çankırının Mevlânâsı olarak bilinen Astarlızade Mehmed Hilmi Efendiyi anlattığı kitabında ; tarihi ve kültürel çöküntü yaşandığını iddia edenlere cevaben Hilmi Efendinin “Geçmişte, Türk Milleti İslamın Bayraktarı idi ve gene öyle olacaktır. Bunda hiç şüpheniz olmasın. Bugünkü zayıf durumumuza bakıp, üzüntüye ve ümitsizliğe kapılmayın. Allah’ın izni ile bu millet gene dünyadaki şerefli yerini alacaktır.” sözlerini aktarmaktadır. Türk tarihini inceleyen bütün bilim adamlarının ortak kanaati; Türkler tarihin hiçbir döneminde 'tek Tanrı' inancından vazgeçmemiş, Yüce Yaratan ile iletişimini hiç koparmamıştır. Hitlerden kaçarak Türkiye’ye sığınan Alman iktisatçı Ord.Prof.Dr. Fritz Neumark “Sizler farkında değilsiniz ama, Batı şu gerçeğin farkındadır: Tarihten Türk çıkarılırsa tarih diye bir şey kalmaz" demektedir. İtalyan şair Tasse ise "Türk'ten bahsediyorum. Düşmanına saldırırken amansız bir kasırgaya, insafsız bir yıldırıma benzeyen Türk, dost yanında ve silahsız kalmış düşman karşısında bir seher yelidir, berrak bir göldür." demektedir. Yine Napoleon’un “Türkler öldürülebilir ama asla yenilemezler” sözü hepimizin malumudur.

Çakallar dağılsın artık biz Kurtlar'ın özüyüz,
Vatan, millet, bayrak, Devletin has sözüyüz,
Vatan için Ay-Yıldız ve Türk-İslamın gözüyüz,
Tebessümün adresi, Hakk’ın gerçek yüzüyüz,
Devletine, milletine, özüne bağlı Yârenleriz.     

Anadolu coğrafyası yeryüzündeki tüm güzellikler yanında, müstesna ve çok özel bir mekandır. Anadolu insanı ise nadide bir çiçeğin özü gibi, İslam Medeniyetinin özünü temsil eden, ak ve pak, fıtratında kanı bozukluk ve putperestlik olmayan, ırkçılığa karşı bir Ruha sahiptir. Bu tertemiz Ruha sahip Anadolu insanı; özünde yer alan Anadolucu bir harekat tarzında, Mutlak güce ulaşmanın yegane yolunun Ruhani Güç ve DUA olduğuna kalpten inanmaktadır. Bu ruh ve inançla Türk-İslam Medeniyeti, Batı medeniyetinin temsilcisi Cismani Akıl ve onun işbirlikçilerinin maddeci ve tefeci bakışına inat, tabandan gelen bir dalga ile Dünyadaki bütün mazlumların beklediği “Türk Adaleti” kıvılcımını oluşturacak, ecdadımızın başardığı gibi, tarihi yeniden yazacak, medeniyet kodlarında yer aldığı şekilde küllerinden yeniden doğacaktır. Hayata gözleri ile değil Ruhu ile de bakan insanımızın payına düşen ise; vakit kaybetmeden dijital çağın gereklerine uygun yeni NUH’un Gemisi, Yeni çağın kurtuluş taşıtı olan, ÂHİ-YÂREN GEMİSİ için sevdikleri ile beraber biletlerini ayırtmak olacaktır...

Kur’an rotasından ayrılma,
Kimselerin gönlünü kırma,
Mazlumun duasını unutma,
Gelen senin geminde gelir,
Gelmeyenler ise kendi bilir.

Hülasa; Kendini bilmek esaslı, iki dünya kardeşliği ve saadetini hedefleyen Âhi-Yâren kültürü; bu dünya yaşantısının muntazamlığını sağlamak için, mazlumlar ve insanlık adına bütün problemlere ilişkin, önleyici ve kaynağında çözücü öneriler getiren, diğerkamlık vasfıyla zenginle fakiri hemhal eden, kapsayıcılık özelliği ile toplumun farklı kesimlerinin kesintisiz iletişimini sağlayan, girişimcilik vasfı ve ön alıcı bakışı ile  tüketime değil, üretime odaklı olan, diğerlerine değil değerlerine önem veren, edebini bedeninden üstün tutmayı öğütleyen bir anlayışa sahiptir. Ecdadımız İnsanı İNSAN kılma hedefine giden yolda, İnsaniyet namına mazlum dostu olan Türk Adaleti gücü ile üstün başarı seviyelerine defalarca ulaşmıştır. Fıtratımızda var olan İslamın Sancaktarlığı misyonumuz gereği,  biz Türklerde bu sorumluluğu her daim omuzlarımızda hissederek, bu yüksek İrfan seviyesini tekrar yakalayacak güce sahibiz. Bu yolda Tek yapmamız gereken ÂHİ-YÂREN medeniyet kökleri ile dijital çağın kodlarını buluşturmaktır. ren pınarından su içmiş, ren Ahlakı ile kuşanmış bütün yârenlere, fahri yârenlere selam olsun. İyiliğe değer katan dostlar iyiki varlar. Baki selamlar..

ÂHİ-YÂREN KÜLTÜRÜ;

Ruhunun farkına varmak, Habil'in gönlüyle bakmak, hakikat ışığını yakmaktır,

Farkını hayata katmak, sevgiyi ruhunda tatmak, yasakları kalbinde avutmaktır,

Gerçek  nedir anlamak, her zaman gerçeği anlatmak, bazen de dilini tutmaktır,

Kalplerin özünü taşımak, Hakikati bilip yaşamak, Rabbin mülkünü paylaşmaktır.

Hasan KAYA - Şair/Yazar

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum