1. YAZARLAR

  2. Zeynel KOZANOĞLU

  3. Peki kaatil kim
Zeynel KOZANOĞLU

Zeynel KOZANOĞLU

Ortak Ses
Yazarın Tüm Yazıları >

Peki kaatil kim

A+A-

On kişi tren altında can verdi. Peki, katil kim? Bu soruyu kırk yıl önce bizim köyde sorsaydım  alacağım yanıt belliydi. “Ne diyorsun kardeşim. Allah verdi Allah aldı… Sen Allaha karşı mı geliyorsun? Durup dururken kafa karıştırma. Sen hangi mektepte okudun?”

Ancak Türkiye genelinde bu kısır döngüyü kırdık. Bu gün artık çoğu insanımız “önlem” diye bir şey olduğundan haberli. “Sen eşeğini sağlam kazığa bağla da, ko kurt yesin” söyleminin ne demeye geldiğini hemen herkes biliyor.  Kör cahillik azaldı, azaldı.  

Bir eksiğimiz kaldı: körü körüne cesaret. “Cahil cesur olur” diyorlar ya… Demek ki, cehaleti tam tamına başımızdan atamamışız. Kardeşim, tren geliyor. Sen de minibüs sürüyorsun. Can taşıyorsun. Acelen ne? Bekle, tren geçsin, sen sonra geç… Çatladın mı?

On kişiyi pisi pisine yitirdik. On can canımızı yaktı, ki fena yaktı.

Madalyonun bir yüzü bu. Şimdi madalyonun öteki yüzünü çeviriyorum.

Ve kimse darılmasın ama, hiç de yararlanmayacak oldukları halde üçüncü köprüye arka çıkan, yeni hava alanına destek veren, Kanal İstanbul palavrasıyla övünen  insanımıza sesleniyorum. Arkadaşım! Aklını ekmekle yemediysen düşün…  

Daha sağlıklı düşünebilmen için ip ucu da vereyim.  Köyünde bir aile babası var. Çocukları köyde yoksulluktan donsuz dolaşıyor.  O baba şehre gitmiş. Çocukları için bisiklet almış, getirmiş. Çocuklar yalın ayak, başı kabak ama bisikletleri var. Ve köy içinde de bisiklet sürmeye bir tek karış düz ayak yer yok. Şimdi bu baba nasıl babadır?

Köyden kimse “Oğlum bisiklet senin çocuklarının nesine? Onlar için beş metre patiska getirseydin ya…” demez mi? İşte bizim ülke çapında sorunumuz bu. Tren ile otomobilin yollarını kavşaklarda birbirinin altına üstüne almayı becerememişiz. Ama elli milyar dolara mal olacak hava alanı yapmaya soyunuyoruz.  

İşin acayip tarafı da biz bu parayı ödeyecek zenginliğe ulaşmışız sanıyorlar. Yok öyle bir şey. Havaalanının yapımı için beş kuruş ödemeyeceğiz. Bu iyi mi, kötü mü? Elbette kötü. Çünkü havaalanını yapıp işletecek firma harcadığı parayı çıkarabilmek için kanımızı emecek.

Üçüncü köprüyü yapıyoruz, diye sevinen arkadaşım! “Köprüden eşeğinle mi geçeceksin?” diye soracağım ama, insanımızın elinde  eşek bile bırakmadılar. Benim köyümde eşek yok, bir tek tavuk yok,  tarla tapan ekilmiyor. Harman yok, çeç yok. Kısacası benim köyüm yok.

Kardeşim! Önce milletin yarısını açlıktan kurtarmanın yolunu bul.  

Milyonlarca genç üniversite bitirdi. Birilerinin çocuğu da bitirdi. O çocuklar gemi sahibi, tanker sahibi  oldular. Olsunlar kardeşim… Kimsenin gözü yok. Ama fukaranın çocuğu da hiç değilse asgari ücretli bir iş sahibi olsun, olabilsin.

Bütün Anadolu’yu Üç beş büyük kente topladılar. Yarı aç yarı tok yaşamaya razı ederek kapılarına kul eylediler. Demokrasi diye bir de yol icat ettiler. Şimdi kendi keyiflerinin doğrultusunda hareket edebilmek için her üç beş yılda bir “oy oy oy” diyerek bizi oyalıyorlar.

İki paket makarna, bir torba kömür ile çanımıza ot tıkıyorlar.  Ankara’nın göbeğinde Mustafa Kemal Atatürk’ten kalan toprağa Başbakanlık Binası yaptırıyor. Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen bir aksaklık… Bina bitirildikten sonra mahkemeden yapılamazlık kararı çıkıyor. Mahkemeyi dinlemeyecek biri tepemizde oturuyor.  

Karadeniz otoyolu işletmeye açıldıktan sekiz yıl sonra bu yolun yapılmaması yolunda karar çıktı. Şöyle örnekleyebiliriz. Bir kızla erkek evlendiklerinden sonra, çocuklarını da askere yollamışken mahkemeden bunların evlenemeyeceklerine dair karar çıkıyor. Komedi filminde izleseniz yadırgarsınız. Ama bizde gerçek bu.

Türkiye’de insanların tamamı niye akıl hastanesine taşınmıyor, şimdi anladınız mı?

O kadar delice gelişmeler bize akıllıca diye gösteriliyor ki, biz dışarıda zaten tımarhanede imişiz gibi dolaşıyoruz. Ve güzel olan yanı şu ki, bu nedenle delice uygulamalardan etkilenmiyoruz. Siyaset adamlarının konuşmaları bizi çıldırtmıyor.

Bir iş adamı adlı adınca avradımıza sin kaf ediyor. Kılımız kıpırdamıyor. “Ben de senin” bile diyemiyoruz. Bir milletvekili bir başka milletvekili için “Yırtık dondan çıkar gibi her yerden çıkar” diyebiliyor.  “O nedir, bu lafın açılımı nasıldır? Bu dediğini senin bir yakınının önünde bir deneyelim” diyemiyoruz.

Ancak şunu çok güzel beceriyoruz. “Çaldıysa senin paranı mı çaldı kardeşim? Çalıyor ama işini de yapıyor.  Dış ülkelerden çalıyor bizim ülkemize yatırıyor.”

Hırsızlığını belirleyen evrak üzerinde TBMM de tartışmalar sürerken o eski bakan memleketinde “Hak aşıkı” diye karşılandı.   

Bir milletvekilinin ağzından işittim: “Soygun moygun yok, hepsi uydurma” diyor.

Daha önce yazdım. Ülkemizde “yabancı devletlere bir tek kuruş borcumuz yok” diyebilen insan var. İstanbul’da deniz yok, demekle eşdeğerde bir laf.  

Uzun lafın kısası arkadaşlar! Bize ne kalıyor? Ülkenin elden gitmesinin eşiğindeyiz. Devletimiz battı batacak noktaya getirildi. Önümüze sandığın konulmasına pek az zaman kaldı. Türk insanı bu seçimde tavrını akıldan yana koymazsa, “Geçti Bor’un Pazarı, sür eşeğini Niğde’ye” olacak haber veriyorum. “Ey Türk milleti! Titre ve kendine dön…”
 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.