1. YAZARLAR

  2. Hülya SEZGİN

  3. Kayabaşı Yaylası…
Hülya SEZGİN

Hülya SEZGİN

Ressam
Yazarın Tüm Yazıları >

Kayabaşı Yaylası…

A+A-

Kayabaşı Yaylası…


5.Devam...
Bugün rotamızın sonu Kayabaşı Yaylası… yayla konaklarında bir gece kalacağız… Rakım 2000 metre…döne döne çıkıyoruz. Görüntü yağlıboya tablo gibi… yayla evleri boncuk gibi yeşilin ortasına serpiştirilmiş… Düz buldukları her yere  fasulye, kabak, mısır ekmiş buralılar… Fasulyeler çok uzun…kabakların yapraklarının çapı neredeyse bir metre… diğer yerler ise çay bitkisi ekili… Çay bitkisi parklarda bahçelerde olan taflana benziyor… Uç filiz yapraklarını topluyorlar. Bir takım işlemden geçirildikten sonra bize ulaşıyor. İnce belli bardaklarda dostlarımızla yaptığımız keyifli sohbetlerde bize demli çay olarak eşlik ediyor…
 
Yaylaya vardığımızda akşam olmuştu… Kayabaşı Konakları Sosyal Tesislerinde konaklayacağız. Büyükçe bir lokantası var. Ortada sahne… bir sanatçı şarkılar söylüyor… Karnımız doyunca ve ısınınca  kanımız kaynamaya başladı. Zaten bizden önce gelen konuklar oynamaya başlamışlardı bile…

Hoşuma giden Misket çalıyor…Trabzonlular kolbastı oynuyor… “A be kaynana naptııın bize…” diye roman  havası çalıyor…  Trabzonlular gene kolbastı oynuyor. Horon çalıyor..gene aynı… Orkestra baktı olmayacak artık hep kolbastı çaldı. Biz ve Trabzonlular da doyasıya kolbastı oynadık.  Gecenin bir yarısı kolbastı oynadım. Nefes nefese kaldım…sahnenin kenarına çöktüm… Oradan tempo tutarak eşlik ettim… Çok keyifli idi… Bu yaşımda kolbastı öğrendim oynadım da horonu tam layığı ile öğrenemedim. E bir daha Trabzon’a gelmem için bir sebep olmalı değil mi?..

Unu su ve yumurta ile çırpıp içine çeşitli otlar koyarak krep gibi pişiriyorlar. Adına da kaygana diyorlar. Çok lezzetli oluyor…
Bir arkadaşım hep kilolarından şikayetçi idi. İştahla tatlı yediğini görünce “Yeme” dedim.  “Günah,  atılacak.” dedi. “Kendine acımıyor musun?” dedim.  “Burada yiyorum…gidince bitti…gitti…” dedi elleriyle hararetli hararetli işaret ederek… Oysa atılmasın diye yiyip kendine kötülük edeceğine baştan gereksiz tabağını doldurmasaydı keşke!..

Sabaha kadar yağmur yağdı… Hava buz gibi ama kaloriferler cayır cayır yanıyor… Gece yarısı terlemişim, uyandım. Aynı şekilde oda arkadaşım Asuman da uyanmıştı. “Biz üşümek istiyoruuuz…” diye pencereyi  araladık. Buz gibi hava odaya sızdı,  yorgana sarındık ve uyumaya devam ettik…
Pırıl pırıl bir sabaha uyandık. Boyunlarında çanları süslü inekler yaylada otluyorlardı. Yabancı arkadaşlar uyanmışlar çan seslerini duyunca "Olga ne güzel müzik çalıyor, yakında kilise mi var?” diye sormuşlar. İneklerin yanına kadar gittim. Bir yandan da korkuyorum süserler diye…Tam fotoğrafını çekeceğim, makineden uyarı “hafıza kartı doldu”. Bu kadar mı olur, kesin ben bir daha geleyim diye oluyor bütün bunlar…

Rusya Sank Petesburg’dan engelliler sanat okulu öğrencileri de katılmışlardı bu yıl.  Bir evli çift vardı. Öyküleri pek üzücü idi. Kızın gözleri az görüyordu. Anne ve babası olmadığından yetiştirme yurdunda büyümüş. Eşi ise altı yaşında iken trafoda elektrik akımına kapılmış. Kurtarmışlar. Ancak yüzünün yarısı yok. Bir bacağının baldırı yok. Sırt kemiklerinin pek çoğu yokmuş. Kolunun biri omuzdan kopmuş, diğeri ise sadece omzundan  dört parmak uzunluğunda kalmış...
 
Babası zaten  yokmuş delikanlının. Kazadan kısa bir süre sonra da annesi ölmüş. Yetiştirme yurduna vermişler. Orada tanışmışlar kızımızla, birbirlerini sevmişler ve evlenmişler. Delikanlı o dört parmak uzunluğundaki tek kolu ile hemen hemen her işini kendi yapıyormuş. Koluna taktığı bir aparatla çatal tutuyor ve  yemek yiyor. Ağır çantaları taşıyor, ağzı ile destekleyerek tuttuğu kamera ile her yerin çekimini yaptı.  Duvarları bizimle birlikte o da resimledi… Otobüste koltukta yan yana oturuyorlar. Sessizce konuşuyorlar. Bazen delikanlı sevgisini göstermek için karısını başından öpüyor. Çok acı sarılamıyor…elini tutamıyor… Hep hüzünlü bir halleri vardı. Her bakışımda içim sızladı ve halime şükrettim…

Bir ara yoruldum. İleride dekor olarak duran tahta yalağın içine sessizce uzandım. On dakika kadar uyumuşum. Serin, mis gibi çiçek kokularının arasında… “Şimdi İzmir yanıyordur”  tasasını yaşadım… Yaşlı bir amca bir bardak demli çay getirince uyandım. Oohhh öyle güzel geldi ki sıcakcık çay…

Bir bardak daha rica ettim. Ancak burada süzgü kullanmıyorlar. Çayın çöpürdekleri  içinde oynaşıyor. Merak edip sordum. Amca “İki ay oldi ha biz buraya celelu. Belki on çeşit çiçek soldi, yenisi doğdi… Uyyy yaylada çay boyle içülür. Bizce mahzuri yoktir. Ha bu çaya bi süzgü vur da bak bakaayum ha bu rengi bulabilir misun?” dedi… Ne diyebilirm ki! İşin üstadı onlar...

Serin yaylayı arkamızda bırakırken doluştuğumuz otobüsün arka koltuklarında avazımız çıktığı kadar türkü söyledik…

Yaylanın soğuk suyu daaa deldi bağrımı deldi…
Üç  günlük gelin iken de bana selamııı geldiii…
Seni gaavuruuun kızıııı, hayırsızııın geliniii…

*   *    *
 
Her yıl Trabzon’a geldiğimde mutlaka kapalı pide yiyorum. Puf böreği gibi kabarıyor. İçine bol kıyma ve ceviz iriliğinde Tonya tereyağı koyarak pişiriyorlar. Servis edilirken kesilmiyor bütün geliyor masaya… Elinizle kopartıp mis gibi tereyağına bandırdıktan sonra ağzınıza atıyorsunuz. Damak çatlatan cinsinden. Böyle yemeyi de Olga’dan öğrendim… Bir Türk bir Kazak’tan mı  öğreniyor  dediniz?  E Trabzon gelini Olga. Elbet benden daha iyi bilecek…

Akşam Ganita Çay bahçesinde şelalenin yanında veda çaylarımızı içtik. Biz Svetlana ile gene kaynatıp gülüşünce Olga  Şükran’a “Ben bu ikisini anlayamıyorum. Birbirlerinin dillerini bilmiyorlar ama devamlı kikir kikir gülüyorlar.” deyince “Yaa sen öyle san.” diyerek  Svetlana’nın elinde tuttuğu altında oturduğumuz ağaçtan düşen  ıhlamur çiçeğini göstererek “Sor ne anlatmışım?” dedim. Olga’nın sorusuna Svetlana “Çay gibi içiliyormuş, boğaz ağrılarına iyi geliyormuş…” diye cevaplayınca masadakiler “E pes yani!” dediler…

Gene güzel bir festivali, birlikteliği, dostlukla, sevgiyle sanatla dolu dolu geçirmiştik. Femin Art genel başkanımız Şükran Üst doğduğu yer olan Pazar belediye başkanlığına aday olacakmış. Çok sevindim. E yakışır da hani… Hem becerikli ve  başarı bir kadın, hem de sanatçı. Dilerim kazanır. Bence ondan çok Pazarlılar kazanır…

Bitti...

Hülya Sezgin/Kültür sanat bölüm yönetmeni
www.haberhurriyeti.com

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.