1. YAZARLAR

  2. Mehmet SORAL

  3. Kahvaltı talebinin siyasi anlamı
Mehmet SORAL

Mehmet SORAL

platform
Yazarın Tüm Yazıları >

Kahvaltı talebinin siyasi anlamı

A+A-

"Kahvaltı" talebi siyasi olarak ne anlama geliyor?

Ben bu çıkışı çaresiz bir pişmanın; kendisini dinleyip anlayabilecek bir ana yüreğine başını yaslayarak, tüm günahları sevapları ile olup bitenleri anlatma ve nihayetinde gerekli dersi almış olmanın pişmanlığı ile eve dönme ihtiyacı olarak görüyorum.

Bu manzara Cumhur İttifakı'nın oluşturduğu vesayeti yıkacağından; Demirtaş'ın çıkışını İYİ Parti veya Meral Hanım'a atfen kesinlikle "terör" ile işbirliğine kadar varacak iğrenç ve alçakça bir propagandaya dönüştüreceklerdir. Ancak Meral Hanım'ın gündem belirleyerek çok zekice sürdürdüğü siyasi bir süreç ile bunları geçersiz kılacaktır.

Cumhur İttifakı'nın; Apo'yu vesile kılarak Kürtler üzerine inisiyatif geliştirme düşüncesini, kendisine son seçimde ısmarlama mektup yazdırılması ve kardeşinin TRT ekranlarına çıkarılmasından anlamıştık. Buna mukabil Cumhur İttifakı'nın Demirtaş'ın da Kürtler üzerine inisiyatif geliştirmesine mani olmak gibi bir başka düşüncesi de o zamandan beridir devrede ve aktif halde. Demirtaş'in bu çıkışı ilginç ama bir o kadar da hayırlı siyasi gelişmelere vesile olacağını düşünüyorum.

 

Meral Hanım Türk-Kürt ortak geleneğinde var olan "Kapıya gelen misafire buyur edilir, bu misafir bir kan davalısı olsa bile" derken aynı zamanda, zımnen de "Gelen misafir isterse kan davasını da bitirebilir" demiştir. Meral Hanım ülke sorunlarını çözmeye odaklı siyaset yapıyor, kin kusmak için poşet aramıyor. Demirtaş'ı buyur da etmeyebilir ama bence eleştirilerinde heyecan arayanlar her şeyden önce Devlet Bahçeli Demirtaş'in fikri önderi Ahmet Türk'ün serbest bırakılmasını niçin istemiştir, onu sorgulamalıdırlar.

Bütün korku Meral Akşener'in Türk siyasetinde inisiyatifinin her geçen gün belirgin şekilde kendisini hissettirmesidir.

Biz Türk milliyetçileri eğer ki; bu devleti ve milleti en çok sevenleri olduğumuz iddiası ile her türlü bedel ödemeyi göze almışsak, bizatihi 1980 öncesi bunu fiili olarak yaşamışsak; PKK vesile kılınarak HDP üzerinden sürdürülmek istenen ülkemiz ve milletimiz için baş belası olan sorunları çözme hassasiyeti de yine bize düşer.

Ancak ülke sorunlarını çözmek adına "Keşke Yunan galip gelseydi" veya "Cumhuriyet bir reklam arasıdır" diyenlerin yetiştirmesi kadrolarla işbirliği şeklinde mümkün olmayıp, aksine bunlarla sorunlar yumağını daha da büyüyecektir.

HDP veya PKK'nın her türlü emeli senelerce sürse bile canımız sıkılacaktır ama hiç bir zaman muvaffak olamayacaklardır. Fakat "Keşke Yunan galip gelseydi" diyenlerin veya Cumhuriyetimizi "Reklam arası" görevlerin nelere muvaffak olduklarına hep beraber şahit olduk.

Kim ne derse desin bunu bilip bunu söyleyeceğim; 15 Temmuz ihaneti, kendileri açısından bu kastettiğim zihniyetin ete kemiğe büründürdükleri en ideal sonuçtur.

Dolaysıyla, HDP'nin PKK güdümünden kurtarılarak makul, hatta (fırsat yaratılarak) milli çizgiye çekilmesi adına her türlü inisiyatifi cesaretlendirmek gerekir.

 

Not: Bu yazı yazılırken artık ülkemizde bir gelenek haline gelmiş olan kumpasların hesabı yapılmamıştır.

Bir diğer husus İYİ Parti'de sade bir üyeliğim dışında hiç bir görevim yoktur. Tüm çabam bireysel inisiyatifim adınadır.

 

Biz mi düşman yaratıyoruz yoksa düşman mı bize musallat oldu?

Öyle bir süreç içindeyiz ki, Cumhur İttifakı'na güvensizlik öyle hat sahaya geldi ki; biz mi düşman yaratıyoruz yoksa düşman mı bize musallat oldu artık anlamak mümkün değil.

Mesela Suriye'nin derdi niçin bizi gerdi. Ben de senden şikayetçiyim; ille de birilerini ülkeme davet etmem mi gerekiyor. Suriye halkının ödemesi gereken bedeli niçin biz ödüyoruz.

Mısır ile komşu bile değiliz. Mısır'ın demokrasisinin korunması bizim taşeronluğumuza mı verildi. Türk'ün Bozkurt'u varken, Rabia'ya ihtiyaç niçin hasıl oldu?

Ege'de 18 ada 18 yıl boyunca tek tek işgal edildi ancak işgaller niçin bugün hatırlandı.

18 yıl boyunca yorgun ve yılgın düşündüğünüz ülkenin görünümü elbette leşçi sırtlanların dikkatini çekecekti ve nitekim de çekti.

Türk milleti olarak elbete çaresiz değiliz, gereğini yapacaktır. Ama ilk önce sürekli sizin o dostları kaybettiren, düşman kazandıran iradenizi millet eliyle alıp bir yere koyacağız sonra da kurucu Başbuğ rahmetli Atatürk'ün "Yurtta sulh cihanda sulh" ilkesini hakim kılacağız inşallah.

 

Bu olup bitenleri hiç unutmayacağız değil mi?

"Partili cumhurbaşkanlığı" sitemine geçiş süreci meşru bir süreç olarak işlememiştir.

Eğer AKP'leşmiş devlet, Devlet Bahçeli marifeti ile MHP'de talep edilen demokratik kongre süreçlerine müdahale ederek yüzde yüz aşikar olan genel başkan dahil parti yönetimi değişikliğine engel olmasaydı; o günkü konjonktürde tüm milliyetçisi camianın genel teamülüne göre yenilenmiş MHP yönetimi ile meclisteki MHP vekilleri "Yeni sistem için referanduma gidilmesi" kararına hayır diyerek, aritmetiksel olarak meclisten referandum kararı çıkması mümkün olmayacaktı.

Sonra ne yaptılar; iplerini sağlam kazığa bağlayarak, halkın referandum oylamasında istedikleri sunucun çıkmama riskini de ortadan kaldırmak için sabah belli kurallarla başlayan seçim, öğleden sonra ilave dayatma bir kural değişikliği ile mühürsüz oylar geçerli sayıldı. Sonra bu ilave dayatmanın yasal olmadığını; çok ilginçtir ki itiraf edercesine yasal hale getirerek, seçim kanununda değişikliğe gidildi. Aslında meşru olmayan bir sürecin tescili demekti.

Bugün "Tek adam iradesi" ile bulunduğumuz konuma gelmemizin nedeni yukarıda ifade ettiğim gibi bir anlamda MHP'nin kurumsal iradesinin Devlet Bahçeli marifeti ile Devlete teslim edilmiş olmasıdır. Bu süreç hiç bir zaman vicdanımda aklayabileceğim bir süreç olmayacaktır.

Dolaysıyla, Recep Tayyip Erdoğan'ı sadece AKP Genel Başkanı olarak görmeye devam edeceğim. Bunu en azından kendi inanç, ilkelerim ve kendime saygım gereği olduğunu düşünüyorum. Efendim denebilir ki halk seçti. Doğru da birileri, karanlık odada, meşru olmayan şekilde ilk düğmeyi yanlış ilikleyip sonra ışıkları açıp son düğmeyi halka "Buyurun son düğmeyi siz ilikleyin" denince halk da isteneni yaptı. Halkın bunda bir kusuru yok. Çünkü ilk düğmenin nasıl iliklendiğinden hiç haberi yoktu.

Lütfen bu olup bitenleri bugün çocuklarımıza, yarın torunlarımıza anlatın ki; hiç bir nesil unutmasın. Belki engel olamadık ama hiç olmazsa hafızlarımızda yeri kalsın. Ama torunlarımın şu eleştirilerine hep hazırlıklıyım; "Dede ne kadar da safmış sınız yahu..."

 

Akit TV'nin kumpasları

Provokatör Akit TV'nin tuzağına maalesef Rubil Gökdemir Bey'i de çekmeyi başardılar.

Rubil Bey Ege adaları ve kıt'a sahanlığı üzerine konuya son derece vakıf şekilde izah ederken; Yunanistan'ın kendince ilan ettiği ve Türkiye kara sınırına kadar dayanan taleplerinin ne derece haksız olduğunu göstermek üzere meramını anlatmak için bir haritayı gösterdi.

İşte tam bu sırada provokatör Akit TV konuşmacısı istediğini bulmuş gibi sadece Rubil Gökdemir değil hiç bir Türk milliyetçisine itham edilmeyecek şekilde arsızca "Sen Yunan tezlerinin propagandasını yapıyorsun" deyince doğal olarak şiddetli bir şekilde tepkisini göstermiştir.

O provokatör elbette Rubil Beyin ne demek istediği pekala çok iyi anlamıştı ama muradı programa katılımcı bir Türk milliyetçisinin şansında Türk milliyetçilerini itibarsız kılmak, "Bakın Türk milliyetçileri bile böyle düşünürken AKP buna itiraz edip, Türkiye'nin haklarını koruyor" görüntüsü vererek, programın başından beri murad ettiği sunucu elde etmeyi başarmıştı.

Akit TV'nin ne yapmak istediği, yayın politikasının ne olduğu bilindiği halde, Türk milliyetçilerinin bu kanalın davetine niçin katılırlar anlamak mümkün değil. Rubil Gökdemir gibi son derece donanımlı bir insana dahi bunu yapmaya cür'et etmişlerse; bunların şerrinden şeytanla yüz yüze gelmek gibi görüp kaçmak lazım.

 

Maske takmayana ceza keseceksin Giresun'da miting yapacaksın...?

Sen bu salgın ortamında Giresun'da binlerce insanı toplayıp onlara nutuk atacaksın, Ayasofya'yı bir hafta boyunca insanlarla doldurup boşaltacaksınız; evlatlarımızın nikahlarına gelince 400 kişilik salona sadece 100 kişi olabilecek, (Önümüzdeki günlerde belki de hiç kimse alınmayacak) toplu resim yok, takı yok, tebrik yok" diyeceksiniz...

Bak muhterem, sizin Giresun açık alan toplantınız; evlatlarımızın ömürlerinin müstesna bir kesitinde heyecanla giymeyi bekledikleri ne damat kostümü, ne de kızlarımızın gelinliği kadar önemlidir. Nasıl ki siz Giresun'da paşa gönlünüzce toplantı yapmayı kendinize hak bilip, inisiyatif olarak görüyorsanız; çocuklarımızın en mutlu günlerini gönüllerince yaşamalarına müsait ortamı sağlamayı da onlara hak, kendinize de vazife bilmelisiniz.

 

"400 kişilik nikah salonunda sadece 100 kişi olacak" diyerek bizleri niçin iki arada bir derede bırakıp misafirlerimizle sıkıntıya sokuyorsunuz. Oysa ki; "Evlenen çiftler isterlerse iki şahit ile ilgili belediyelere gidip imzalarını atarlar ama bunun haricinde yanlarında beşinci bir kişi dahi olamayacak" derseniz daha tutarlı ve mantıklı bir karar almış olursunuz ki; devletimizin millet yararına olumlu bir kararı der uyar, hiç de yüksünmeyiz. Çünkü gerekçe makul ve mantıklı; sağlık savaşındayız.

Ancak böyle, milleti topyekun tehdit eden salgınla mücadelede, siyasi saiklerle sadece egonuzun tatmini için şahsınıza ayrıcalık tanıyıp, istediğiniz yerde, istediğiniz kalabalıkları toplayarak sağlık ordusunun mücadelesine ihanet edip, masum insanların da hastalanmasına vesile olacak ortamların oluşmasına neden olursanız; işte bu noktada evladının mürüvvetini görmek isteyip zorunlu sağlık şartlarından dolayı hevesi kursağında kalan bir babayı olsa olsa "İsyana" teşvik etmiş olursunuz.

Batı demokrasilerinde ister iktidar, isterse muhalefet liderleri olsun böyle çifte davranışlarda toplumdan özür diledikleri gibi bazıları istifayı bile düşünebiliyorlar.

 

Çay paketi atma ve onu kapma kavgası; atan açısından da kapmaya çalışan açısından da klasik geri kalmış toplum refleksi dir.

Kendini bilen, varlığını değerli gören herkesin atılan çay paketine karşılık "Senin haddine mi düştü" deyip atanı terslemesi lazım.

Düşünün bir Danimarka, Norveç veya Almanya başbakanları otobüsten halka çay paketleri atıyorlar. Çok komik değil mi. İlk akıllarına gelecek olan; başbakanlarının bir sağlık sorunu yaşadığı olacaktır. Gelişmiş demokrasi düzeyi ve sahip oldukları ortalama algı düzeyi bu ülke insanlarının aklına başka bir şey de getirmez.

 

Kısaca...

Hiç bir tarikata aidiyet duymuyorum. Dolayısıyla, hiç bir riskim de söz konusu değil.

Benim tarikatım aklımdır. Oturduğu temel; aklımın öncülüğünde, çağdaş enstrümanların sunduğu imkanlar dahilinde, atamdan gelen bilgi ve birikimimle Kuran'i ana eksene oturtarak inancımı yaşamak ve yaşatmaktır.

 

Mevcut imanımızı korumak için velev ki pırıl pırıl tarikatlar olsa bile; tarikatlarda yapılan hatalar büyük yıkımlara, hayal kırıklıklarına neden olmakta, sosyolojimiz darmadağın olmakta. Dolaysıyla sıkı bir denetimle kayıt altına alınmaları ülkemiz, milletimiz ve hele ki dinimiz için daha hayırlı olacaktır diye düşünüyorum.

Siyasetin tarikatlardan, tarikatların siyasetten nemalandığı kısır bir döngü var olduğu sürece; tarikatların bu ülke için somut hiç bir faydası olmayacaktır. Siyaset bunlardan beslendiği için hangi siyasi parti iktidara gelirse gelsin kayıt dışı oluşlarına göz yumulup, hiç bir zaman denetime tabi olmayacaklardır.

Din bilgisi tercihe bağlı olarak ama bir matematik, bir Türkçe kadar önemsenerek ilköğretim düzeyinde okullarda verilmelidir. Cami imamları mesailerinin çoğunu cami dışında geçiriyorlar. Yaz aylarında çok eskiden beri devam eden din bilgisi öğretimine daha düzenli şekilde devam edilmelidir.

 

Kısaca...

TV'deki haber programlarını izliyorum. Cumhur ittifakı kontenjanından MHP adına katılan konuşmacıların cansiparane AKP söylemlerini, üstelik de içselleştirerek savunmalarını dinliyorum.

Her ne kadar MHP'den kopuşlar Devlet Bahçeli'nin genel başkanlığına ve yönetim anlayışına bağlanmış olsa da; Türk milliyetçileri arasında oluşan bu denli söylem ve görüş farklılığı; aslında eninde sonunda zorunlu olacak bir ayrışma, Devlet Bahçeli eleştirisi üzerinden öne çekilmiş oldu.

Ya da bu konuşmacılar AKP'ye karşı takiye yapıyorlar. Başka da aklıma bir şey gelmiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.