1. YAZARLAR

  2. Mehmet SORAL

  3. İstanbul Sözleşmesi zina ve soy bağı
Mehmet SORAL

Mehmet SORAL

platform
Yazarın Tüm Yazıları >

İstanbul Sözleşmesi zina ve soy bağı

A+A-
Zina'yı hak bilip haramı meşrulaştıranlar ve İstanbul Sözleşmesi
 
İstanbul sözleşmesinde hemcinslerin evliliğine atıf yapmak gibi bütünün içindeki ufacık bir ayrıntı üzerinden sözleşmenin iptali yoluna gittiler.
Erkek egemen toplumun beklentisini tatmine yönelik bir karar verilmiştir. Sözleşme; sözleşmeden mütevelli kadını koruyan pozitif ayrımcılığın erkeği mağdur edeceği endişesi ile iptal edilmiştir. Meselesinin aslı budur.
Evli kadın bir başkasına kaçıyor ve adamla beraber yaşamaya başlıyorlar. Kocası yerini de, kiminle olduğunu da biliyor ama şikayetçi olamıyor çünkü kadının yaşı 18'den büyük. Yani istediğini yapabilir. (Eskiden zina yapanlara hapis cezası vardı) Sonra kadın hamile kalıyor, boşanmadığı kocadan aldığı soy ismine doğurduğu çocuğu kaydettiriyor. Dikkat edin lütfen, çocuğu peydahlayan babayı ilgilendiren hiç bir hukuki bağ yok. Yani çocuk, babası olmayan babanın nüfusuna kaydediliyor.
Şimdi AKP'nin düzenlemesiyle zinaya meşruiyet kazandıran yukarıdaki örnekteki gibi soy bağının değiştirilmesi gibi iğrenç bir suiistimale yol açılırken kadının her türlü mağduriyetine neden olan erkekten kaynaklı suiistimallere karşı düzenlenmiş İstanbul sözleşmesi; Müslüman Türk milleti nezdinde hiç bir zaman zemin bulup onaylanmayacak küçük ve gereksiz bir eşcinsellik ayrıntısı yüzünden iptal edilmiştir.
Tamam öyleyse; hemcins evlilikleri hariç tutup diğer maddeleri alarak yeni bir metin yazın, yenisi budur deyip Cumhurbaşkanı'nın KHK yetkisi ile kanunlaştırın geçek niyetinizin ne olduğuna hep beraber şahit oluruz.
Müslüman Türk toplumunun ciddi şekilde sorun olarak görmesi gereken husus hemcins evlilikleri değil, soy bağının değiştirilmesine neden olan zinanın cezasız bırakılmış olmasıdır.
Zina denilen haramı meşrulaştırmanın müsebbibi olmanız gerçeği hanenize tescilliyken, hangi ar ve namus anlayışı ile olmayan hemcins evlilikleri üzerinden fuzuli gerekçeler ileri sürerek, kadını koruyan İstanbul sözleşmesini iptal ettiniz. Zaten bilinen tek örnek de olsa; bunu fiili yaşayanlarıyla itibarlı masalar kurup meşk yaptığınıza göre; derdiniz nedir.
 
Ülkemizdeki tahakkümün beslediği selefi anlayışın psikolojik baskısı ve somut tehditleri yüzünden, cumhuriyet değer ve kazanımları ile hiç bir sorununu olmayan hatta ilave değerler kazandıran, "nakle" değil "akla" dayanan İslam öğretisini ortalama halk düzeyinin inisiyatifinden alıp entelektüel insanların da ilgi alanına taşıyan bir din alimi, akademisyen daha ülkemizi terk etti.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk...
Böyle bir utancın yaşandığı bir ülkede İstanbul sözleşmesi ve muhtevasından hayra vesile olacak sonuçlar çıkarmayı bugünkü ortalama algı düzeyinden beklemek zaten abesle iştigaldi.
Zihinlere zincirlerin vurulduğu, muhalif olarak yazılan her yazıdan, söylenen her sözden sonra bir daha, olmadı bir daha başımıza bir belanın gelip gelmeyeceğinin hesabının yapıldığı, bir gece yarısı koskoca TBMM'nin aldığı kararı tek başına "Artık hükümsüzdür" diyerek kaldıran tek adam iradesinin hüküm sürdüğü; hak, hukuk ve adaletin sosyal medya üzerinden arandığı bir ülkede...
Ne, daha önce "Kaza ile kabul edilmiş İstanbul Sözleşmesi'nin devamı mümkün olabilirdi, ne de Prof. Dr. Mustafa Öztürk gibi bir ilim adamının ilim yapması mümkün olabilirdi. "İyi ki babamın ısrarına uyup da okumadım" diyerek, laik sistemde eğitim ve öğretimi küçümseyen, gereksizliğini ifade eden nakilci Cübbeli'nin dini kanaat önderi olduğu bir ülkede Mustafa Öztürk Hoca'nın elbette bir geleceği olamazdı.
İstanbul Sözleşmesi'nin iptal edilmesi "Sahibinin sesi"ne uygun bir davranış biçimi olmuştur. Aslında bu zihniyetin sözleşmeyi iptal etmesine değil, daha önce nasıl kabul ettiğine şaşırmamız gerekirdi.
Her ailede en az bir kadın yani bir ana var ancak iktidar mensupları ve onların biatcılarını ürküten, sürekli yanlışa sürükleyen modern kadına bakış açıları yani düşmanlıkları olmuştur. Bu bakış açıları öyle kin ve öfke dolu ki onlara analarını da kız evlatlarını da unutturuyor. Oysa kadının mağduriyeti aynı zamanda anaların ve kız evlatlarının da mağduriyeti demek değil midir?
Diğer bir husus ise beyinlerini adeta bacakları arasında taşımayı alışkanlık edenler toplumu ilgilendiren vakalara oradan bakıp, oradan okudukları için ille de bir cinsellik atfetme, ilgili ve iltisaklı görme ve gösterme çabaları var. İstanbul Sözleşmesi'ne itirazı biraz da bu minvalde değerlendirmek lazım.
Sizi iktidarda tutacak olan güç devleti yönetebilme, milleti mutlu etme kabiliyetiniz olmalı. Herkesin özeli olan cinsiyetler üzerinden sapkınca ve zorlama yorumlamalarla medeni dünyanın insana ve dolayısıyla kadın haklarını geliştiren uluslar arası sözleşme metinlerini fantezilerinizle kirletemezsiniz.
Her insan ne ise odur. İnsan kendini bildiği şekildedir bir başkasının istediği şekilde değildir. Kendinizi bu kadar özel, insanların tanımı için de yetkili görüyorsanız oldu olacak, biraz daha ileri gidin Allah'a insan siparişi verin(!) Ne yani; kilit mi vuracaksınız, bekçi mi dikeceksiniz?
İstanbul sözleşmesini okudum. Bir yerde "Cinsel yönelim" ifadesi geçiyor. Anlaşılan o ki; cinsel yönelimi olanların gerek kendi ailesi içinde gerekse toplum içinde maruz kalacakları her türlü şiddete binaen bahsi geçmiş. Sadece buradan ne fanteziler üretildi ne... niçin; muhafazakar insanlardan oy devşirecekler? Hiç bir fanteziniz akıbetinize mani olamayacak bilesiniz.
Eğer aile yapısına saygı duymak gibi bir önceliğiniz varsa, boşanmamış evli eşlerin gayri meşru ilişkilerinden doğan çocukların soy bağlarını ortadan kaldıran, cezasız bırakıp da meşrulaştırdığınız "Zina"ya tekrar hapis cezası getirin. Nedir bu Allah aşkına; her evden bir eşcinsel çıkacakmış telaşı ile yaygara koparılarak, toplumsal değerler üzerinden molotof kokteyli hazırlayıp milletin üzerine atarak Türk kadının TBMM kararı ile kazanılmış haklarını gecenin bir yarısında tek adam iradesi ile yerle yeksan ediliyor.
 
 
Yüksek faiz düşük kur inadı ve sonrası...
 
Avrupa merkez bankalarının çoğu eksi faiz uyguluyor bizde ise en son faiz artırımı ile artı 19 oldu. Yani Avrupa'da bir merkez bankasına diyelim EUR 100.- yatırılıyor çekilirken ise EUR 99.99 olarak alınıyor. Bir anlamda bırakalım faiz gelirini aksine saklama bedeli ödenmiş oluyor.
Bu şartlarda biz ise ne yapıyoruz; vatandaşa, tarımcıya, esnafa, sanayiciye "Elinizdeki yaptığınız işleri bırakın, nakite dönün, bankaya yatırın. Hiç yorulmadan para kazanın, ne gerek var ekmeye, biçmeye, üretmeye?" diyerek sürekli faiz artırıyoruz.
Avrupalı spekülatörlere verdiğimiz mesaj ise; "Siz ülkenizde paranızı bankada saklamak için bile bedel öderken biz para kazanmanız ve milli servetimizi en iyi şekilde sömürmeniz için artı 19 gibi faiz veriyoruz. Bizden daha ne istiyorsunuz. Gerekirse işletmelerinizi, fabrikalarınızı satın nakite dönün, ne kadar döviziniz varsa bozarız". Bu kadar cüretkar ve cazip davetten sonra aşırı arza (Faiz artırımı) olan talebin iç borçlanma ile karşılanmasının ekonomimiz üzerindeki tahribatını cumhur ittifakı "Dış güçler bizi istemiyor, kıskanıyor, düşmanlık ediyorlar" şeklinde anlatarak Türk milletini bilerek ve isteyerek kandırıyorlar. Bu şuna benziyor; kızı istemediği halde yüklü para karşılığında bir ağa ile evlendiren babanın ahaliye "Ağa kızımı zorla kaçırdı" şeklinde anlatması gibi bir şey.
Yurt dışı borçlanma taksitlerine bir de yandaş beşli çeteye sözleşmeler üzerinden yapılan döviz ödemeleri için TL'ye artı 19 faiz verilerek düşük kurdan döviz toplama politikası ile adeta ithalatı teşvik eden, tarım yapmayı gereksiz kılan ihracatı ise bitirmeye matuf bir döngünün ülkemizi bir felakete doğru sürüklediğine hep beraber yaşayarak şahit oluyoruz.
Bu ülkede olup bitenleri benim yukarıda Bilal'a anlattığım gibi muhalefetin de Türk milletine entelektüel dille değil halk ağzıyla anlatması lazım. Kısaca "Dış güçler" palavrasını yalancı emzik misali milletin dudaklarına dayayıp, zihinlerini kontrol altına almasını çok iyi beceren cumhur ittifakının elindeki bu gücü kırmak lazım, onun için de; "Bilal dili"ni çok iyi kullanmak lazım.
 
 
Muhsin Yazıcıoğlu'nu ölüm yıldönümünde anarken...?
 
Muhsin Yazıcıoğlu her zaman inanmışlık ve adanmışlık anlamında takdir ettiğim birisi olmuştur ama tekrar ediyorum; kendi belirlediği ilkeler uğrunda bireyselliği adına vermiş olduğu savaş anlamında.
Ancak ülkücü harekette yaşanan çok önemli iki kırılmanın birincisinin müsebbibi Muhsin Yazıcıoğlu diğerinin ise Devlet Bahçeli'dir. Devlet Bahçeli'yi haklı olarak çok eleştiriyoruz ancak Muhsin Yazıcıoğlu'nun MHP tarihinde neden olduğu kırılmayı hangi meşruiyet üzerine oturtmuştu; hatırlayanımız veya sonraki kuşaktan bilenler var mı? "Türkeş artık yaşlandı" muhabbetinden başlayıp Müslümanlığımızın ne kadar olduğunun sorgulanmasına kadar varan hadsizse sorgulamalar. Muhsin Yazıcıoğlu bunu söyledi demiyorum, kırılma süreci bu muhabbetlerle başlamıştı demek istiyorum.
Muhsin Yazıcıoğlu bölmeseydi, Devlet Bahçeli tabi olmasaydı Ülkücü Hareket'in bugünkü konumu ne olurdu; kesinlikle Türk milliyetçileri devleti yönetme konumunda olurdu, siyasal İslamcıların da esamisi bile okunmazdı.
Muhsin Yazıcıoğlu'nun iyi bir insan, iyi bir Müslüman olduğuna dair aşağı yukarı tüm ülkücüler olarak hemfikiriz ancak bu güzelliği de "Ülkücü Hareket"in devleti yönetmeye adım kala neden olduğu kırılmayı sorgulamamıza mani olmamalıdır. Her zaman "Devlet Bahçeli bunu yaptı" dendiğinde "Muhsin Yazıcıoğlu da şunu yapmıştı" gibi adil bir sorgulama yapılacak, yapılmalıdır da.
Ben siyaset ötesi; duruşu belli güzel ahlak sahibi herkesi takdir eder, değer veririm. Bu anlamda Muhsin Yazıcıoğlu'na Allah'tan rahmet diliyorum. Ruhu şad mekanı cennet olsun.
 

Ya İstiklal Marşında ''Türk'' sözü geçseydi...?

Bizler, İstiklal marşında geçen millet ve ırk kavramlarını kullanan merhum Mehmet Akif Ersoy'un bu iki kavram ile Türk milletini kastettiğini elbette biliyoruz. Böyle öğrendik ve böyle öğretmeye de devam edeceğiz.

Ancak şunu bilmeliyiz ki; eğer Mehmet Akif istiklal marşında millet yerine "Türk milleti", ırkım yerine "Türklüğüm" demiş olsaydı bugün ona da itiraz ederek bir başka istiklal marşı talep edecektiniz.
Andımızın kaldırılma nedeni; içinde geçen "Türk" ve "Türklük" vurgusudur. "İstiklal marşı aynı zamanda milli andımız dır" diyerek niyet saklama yoluna gidenler bilsinler ki; bunun nedeni İstiklal marşında "Türk" veya "Türklük" ifadesinin yazıldığı şekilde GEÇMEMESİ'dir.
Ama muhteremler şunu bilin ki; abursanız da, köpürseniz de; biliyor ve iman ediyoruz ki; İstiklal marşında geçen "Millet" ve "ırk" kavramları "Türk milleti" anlamındadır. Hadi yiyorsa değiştirin bakalım.
 
 
Kusura bakmasınlar sözümüz alınanlaradır
 
Sözümün muhatapları kusura bakmasınlar, siyasal İslamcılığa tam entegre olup, yetmeyip And'ımızın kaldırılmasına siyasi desteği vermiş, o da yetmemiş Türk milliyetçiliğinden beslenip oradan güç almış, T.C Devleti'nin kurucu Başbuğ'u Mustafa Kemal Atatürk'ün kabartmalarının devlet nişanlarından kaldırılmasına ses çıkaramama ezikliğini dahi içselleştirmiş bir siyasi görüşün milliyetçiliğinden bahsetmek söz konusu olamaz.
 
Türklerin ülkesinde Türk düşmanlığı yapmak...? Düzenlemeler kapsamında; Şanlıurfa’daki Devlet Türk Halk Müziği Korosu Müdürlüğünün ismi Şanlıurfa Sıra Gecesi Müzik Topluluğu Müdürlüğü, Elazığ’daki Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Müdürlüğünün ismi Elazığ Kürsübaşı Müzik Topluluğu Müdürlüğü, Diyarbakır’daki Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Müdürlüğünün ismi Diyarbakır Medeniyetler Müziği Korosu Müdürlüğü, Edirne’deki Devlet Türk Müziği Topluluğu Müdürlüğünün ismi ise Rumeli Müzikleri Topluluğu Müdürlüğü olarak değiştirildi.
İddiamı sürdürüyorum; bu ülkede Türklüğümüze dair tüm kırılmalara ne yazık ki Devlet Bahçeli iradesi öyle veya böyle paydaş kılınmıştır. Benim haksızlığımı ortaya koyacak ve büyük bir zevkle özür dilememi gerektirecek olan ''Türk'' isminin kaldırılmasına tepki gösterecek olan Devlet Bahçeli dir.
Türk milliyetçiliği kurumsal kimliği adına sineye çekilen yukarıda bahsettiğim ayıplara ilaveten, 7 Haziran 2015 seçimlerinden itibaren süregelen evveliyatını da dikkate aldığımızda; tüm iyi niyetlerimizi muhafaza edip vicdani muhasebemizi en derinden yapsak bile övünce dair hiç bir sonucu çıkarmak mümkün değil.
Ve devamında;
Yine bu muhataplarım kusura bakmasınlar, böyleleri ile tarihin bir döneminde muhabbet etmişliğimiz, gönüldaşlığımız oldu diye; eklemlendikleri siyasal İslamcıların devlete bilerek ve isteyerek yerleştirdikleri ihanet örgütünün başımıza musallat ettiği sonuçların bahanesi üzerinden iğdiş edilen cumhuriyet değer ve kazanımlarının tekrar aslına rücu etmesi için verilen her türlü mücadelenin içinde olmaktan kaçmam mümkün değildir. Bu anlamda paydaşların kim olduğu hiç umurunda değil yeter ki vatan ve millet severlik paydasında buluşmayı başaralım.
Dolayısıyla,
"Siyasal İslamcı"nın götürdüğü yerde değil "Milli sol"un gösterdiği yerde daha güvende namaz kılabileceğime inanıyorum...
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum