Aidiyet, Şahsiyet ve Denge - 3
Aidiyet, Şahsiyet ve Denge – 3
Aidiyet, Şahsiyet ve Denge: Güvenin Sessiz İnşası
Hayatın Ritmini Yakalamak
Hayat, sürekli bir denge arayışıdır. Denge; insanın düşünsel, duygusal, sosyal ve manevi alanlarda bir uyum elde edebilmesidir.
Bir terazinin iki kefesi gibi, biri ağır bastığında denge bozulur. İnsan da duygular, düşünceler, sorumluluklar ve arzular arasında savruldukça içsel huzurunu kaybeder. Burada asıl öğrenilmesi gereken şey; sükûnet içinde hareket ederken, hareketin içinde sükûneti bulabilmektir.
Gerçek denge, hareketsizlik değil; bilinçli bir hareketin istikrarıdır. Çünkü hayatta kaldığımız sürece hep dalgalarla karşılaşacağız. Mesele o dalgalar ortasında serinkanlı kalabilmek ve doğru yönde ilerleyebilmektir.
Dengenin Anahtarı Farkındalıktır.
Dengenin ilk adımı farkındalıktır. Kendini tanımayan, değer ve önceliklerinin farkında olmayan insan, yönünü bulamaz, hangi yöne gitmesi gerektiğini bilemez.
Günün sonunda kendimize şu basit ama derin soruları sormalıyız:
- Bugün ne hissettim?
- Ne zaman kendimleydim?
- Ne zaman kendimden uzaklaştım?
- Hangi anda gerçekten huzurluydum?
Bu sorular, hayatın ritmini yeniden kurmak için birer pusuladır. Farkındalık denge kurmaktan çok yaşamaktır.
Ancak bireysel denge kadar, toplumsal ve kurumsal denge de önemlidir. İçsel denge zihin–duygu–beden uyumudur; dışsal denge ise ilişkilerde anlayış ve ölçüdür. Sağlıklı ilişkilerde herkes hem duyar hem duyulur. Denge; eşitlik değil, karşılıklı anlayıştır. Bu anlayışın temeli ise üç kavramda gizlidir:
Aidiyet, Şahsiyet ve Denge
Aidiyet bizi topluma bağlar. Şahsiyet bizi biz yapar: Denge ise bu ikisini hayata taşır. Üçü bir araya geldiğinde insan köklenir ama özgür kalır; üretir ama tükenmez, ait olur ama kendinden vazgeçmez. Çünkü “İnsan, değer gördüğü yerde kök salar; güven duyduğu yerde çiçek açar.”
Bir organizasyonun, bir kurumun, bir partinin ya da bir topluluğun gücü binalardan, logolardan ya da bütçelerden değil; insandan gelir. O insanları bir arada tutan şey maaş, mevki ya da menfaat değil; aidiyet duygusudur. Ancak aidiyetin kalıcı olması için bireyin şahsiyetine alan tanınmalıdır. Bir kurum, insanın ruhuna dokunabiliyorsa işte o zaman kök salar.
Kurum Kültürü: Görünmeyen İklim
Kurum kültürü bu anlamda görünmeyen bir iklimdir. Duvarlardaki sloganlarla değil, insanların birbirine davranma biçimiyle ölçülür. Bir kuruma adım attığınızda ya huzur hissedersiniz ya da görünmeyen bir soğukluk. Bu farkı yaratan yazılı kurallar değil, yazılmayan değerlerdir. Adalet, güven, saygı ve samimiyet… İşte bir kurumun görünmeyen sütunları bunlardır.
Gerçek sadakat korkudan değil, anlamdan doğar. İnsanlar mecbur oldukları için değil, inandıkları için kalırlar. “Bana değer veriliyor, fikirlerime önem veriliyor.” Diyebilen çalışan ya da üye, o yapıyla gönül bağı kurar. Zor zamanlarda bile “Burası benim yerim.” diyebiliyorsa, işte o sadakat kalpten doğmuştur.
Liderin rolü burada belirleyicidir. Gerçek lider, otoriteyle değil, adalet ve ilhamla yönetir. Bir kurumda güven yoksa aidiyet uzun sürmez; baskı varsa şahsiyet yeşermez. Liderin görevi, insanı kuruma bağlarken kişiliğini korumasına izin vermektir. Farklı düşünenleri susturmak değil, dinlemek gerekir. Çünkü bir yapıyı zayıflatan şey hatalar değil, sessizliktir. Sessizlik, korkunun sonucudur. Farklı düşünenleri “tehdit” değil “fırsat” gören yapılar gelişir. Her fikir aynı yönde olmak zorunda değildir; ama her fikir aynı hedefe hizmet edebilir. Aidiyetin gücü düşünce birliğinde değil, amaç birliğindedir.
Kurum Coşkusu ve Aidiyet: Bursaspor Örneği
İnsanlar coşku ve heyecanın olduğu yerlere akın eder.
Tıpkı Bursaspor’un hikâyesi gibi...
Bir zamanlar Süper Lig şampiyonu olan Bursaspor, kötü sonuçlarla taraftarını kaybetti. Tribünler boşaldı, takım alt liglere düştü.
Ama geçen yıl 3. Lig’den 2. Lig’e yükselince coşku geri döndü. Bugün 40-45 bin taraftar yeniden tribünleri dolduruyor.
Sebep basit: Başarı, coşkuyu; coşku da aidiyeti büyütür.
Spor Kulüplerinde, Siyasi partilerde, iş yerinde, okulda ya da bir toplulukta da durum aynıdır. İnsan kendini değerli, etkili ve heyecanlı hissettiği yerde kalır.
Coşku, sadece bir duygusal enerji değil; aidiyetin görünür hâlidir.
Coşkunun bittiği yerde bağ zayıflar, sessizlik artar, aidiyet çözülür.
Aidiyetin olmadığı bir toplulukta güven inşa etmek neredeyse imkânsızdır. Çünkü aidiyet yalnızca bir yere ait olma hissi değil; aynı zamanda birbirine inanma cesaretidir. Bir kurumda çalışanlar yöneticilerine, bir partide üyeler liderine, bir ülkede vatandaşlar yönetenlere güvenmezse, hiçbir hedef kalıcı olamaz.
Ezberleri Bozarak Geleceği Yeniden İnşa Etmek
Süleyman Demirel’in dediği gibi: “Dünün güneşiyle bugünün çamaşırı kurutulmaz.”
Dünün doğrularıyla bugünü yönetemeyiz. Ezber bozmak, eskiyi yeniden süsleyip sunmak değildir. Ezber bozmak; alışılmış konfor alanını terk edip yeni bir düşünme biçimine cesaret etmektir. Geçmişi reddetmeden, ondan öğrenerek geleceğe yürümektir.
Ve Güvenin Gücü
Unutmayalım: Bir kurumu, bir partiyi ya da bir toplumu yaşatan şey markası değil; insanının vicdanı ve değeridir.
Sadakat zorla değil, değer vererek kazanılır. Sahiplenme ve güvenin meyvesidir.
Ve “Yüzde yüzün hayır duasına talip olanlar!” önce birbirinin hayır duasını almalıdır.
Birbirini sorgulamadan, yargılamadan, kanıksamadan; birbirlerini olduğu gibi kabul ederek…
Çünkü aidiyetin gücü, şahsiyetin onuruyla ölçülür.
Aidiyet bizi topluma bağlar. Şahsiyet bizi biz yapar. Denge ise bu ikisini hayata taşır. Üçü bir araya geldiğinde: İnsan köklenir ama özgürdür. Üretir ama tükenmez. Ait olur ama kendinden vazgeçmez…



YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.