Halil ÖZAYDIN

Halil ÖZAYDIN

Ortakses
Yazarın Tüm Yazıları >

1984

A+A-

"Büyük birader sizi izliyor, sevgili yoldaşlar."

Bu cümle 1984 romanının ana temasıdır.

Romanlar; hayallerin, gerçeklerin, öngörülerin, sonsuz ve sınırsız fantezilerin üzerine kurulur. Türk Dil Kurumu sözlüğünde roman, ‘İnsan veya çevrenin karakterlerini, göreneklerini inceleyen, serüvenlerini anlatan, duygu ve tutkularını çözümleyen, kurmaca veya gerçek olaylara dayanan uzun edebi tür ‘ olarak tanımlanmıştır. Gerçeklere dokunabilmenin yolculuğunda yeni görüşlerin ve çözümlerin dile geldiği, filizlerin dal ve çiçek verdiği romanların dünyasında hayata dair varsayımlarla sonuca ulaşabilmenin hazzı yaşanır. 

Dünyaca ünlü yazar George Orwell, 1984 romanını 1947-49 yıllarında, o dönemde gerçek üstü kabul edilen bir öyküyle yazmıştır. Aslında, distopik yani otoriter ve kısıtlayıcı bir yönetimi ele alan 1984 romanı, sosyalist Okyanusya’nın “Büyük Birader” olarak adlandırılan ve fotoğrafından gayri ülkede yaşayan kimse tarafından görüldüğü bile tesadüf edilmeyen bir diktatör tarafından yönetildiği, dolayısıyla baskı ve kontrolü vahşice kullanan bir yönetimin alegorik anlatımlı bir hikayesidir. Bu hikâyede, Büyük Birader, ışıklı panolarda ve tele ekranlarda yapay, soğuk, insan sıcaklığı olmayan bir yüzü, tırmalayan sesi hafızalara kazınmaktadır. Sosyalist yönetimin tartışmaya açık olmayan kuralları ve değerlerine aykırı faaliyetler yasaklanmış, uyulması gereken kurallar tele ekranlar da sürekli, bıktırırcasına tekrarlanır, zamanla ne söylendiği bile dikkat edilmeyen buyruklar yükü oluştururmuş.

Romanın kahramanı, Winston Smith, Gerçek Bakanlığı’ndaki işi dolayısı ile Hükümet ve Büyük Birader hakkında olumsuz görüşlere sahiptir. Ancak yönetim hakkında farklı bir görüşü belirtmek bir yana düşünmek bile yasak olduğu için kimse ile konuşamaz ve dolaylı anlatma gibi bir niyette bile bulunamaz. Roman kahramanının ilginç sayılan bir görevi vardır.  Görevinin arşiv düzenleyici ve yazıcısı olması. Arşiv görevlisinin ne olduğu konusunda arşivle bile ilgisi olmayan kişilerin tahmini de olsa bir bilgisi vardır. Fakat romanda ifade edilen tabir, roman kahramanın arşiv düzenleyiciliğinin yanında yazıcılığının da olması. Bu durum başlangıçta bana da ilginç gelmişti, fakat romanın sayfalarını okuyup çevirdikçe işin vahametini anlıyorsunuz. 

Romanda kurgulanmış sosyalist düzende, her şeyin mükemmel olduğu ve Büyük Biraderin yanılmaz ve her şeyi çok iyi bildiği varsayımıyla yürüdüğünden roman kahramanının, devlet arşivinde ve medyada yer alan haberlerin ve yorumların değerlendirilmesi, sonuçlarıyla birlikte güncele uydurulması şeklindeki bir görevi yerine getirmektedir. 

Fiilen yaptığı iş, bugünün gündemine göre geçmiş arşivleri bugünün konjonktürüne uydurulmasıdır. Yani arşiv yazıcılığının böyle bir görevi yerine getirmek olduğu anlaşılıyor.  Şimdiler de sık kullandığımız arşiv unutmaz deyimi bu romanda geçerliliği bulunmuyor. Çünkü arşivler değiştiriliyor. Örneğin, Büyük Birader geçmişte verdiği beyanatın tersine yeni bir beyanatta bulunduğunda geçmişin de bugüne yani güncele uydurulması gerektiğinden o konuyla ilgili bütün arşivler taranıyor, geçmişin haber, yorum ve makaleleri son duruma uygun hale getirilerek eski arşivlerin değiştirilmesi bu romanın ana konularındandır. Kısacası, kronoloji ters çevrilerek, arşivi sondan başa doğru değiştirme ve unutturma işlevinden geçirilerek hafızaları yok etme çalışmasıdır.

Romanda Dünya Avrasya, Doğuasya ve Okyanusya olmak üzere üç parçaya bölünmüş, her devlet diğerine kin beslemekte ve Okyanusya da belirli tarihlerde nefret haftası kutlamaları yapılmaktadır. Her otoriter yönetimin başlıca propaganda ve yaşam kaynağı olan ayrıştırma, kendinden önceki yönetimlere sorumsuz, kendinden sonra yönetime geleceklerin hain ilan edildiği ve sürekli düşman yaratma politikalarının dayatıldığı, neredeyse gölgelerin bile takip edildiği, adı sevgi bakanlığı, barış bakanlığı, gerçek bakanlığı olan bakanlıklarının olduğu bu ülkede özel günlük tutmanın bile yasak olduğu distopik bir dünyayı konu eden ve olağanüstü bir kurmaca yapı içinde anlatan bir roman. 

Söz söyleme özgürlüğünün olmadığı, düşünce polisinin cirit attığı, yaşam kalitesinin ve ekonominin diplere vurduğu, ahlakın, liyakatın yok sayıldığı ve tüm bunlara rağmen içler acısı mevcut durumun eskisinden çok daha iyi olduğunun inandırılmaya çalışıldığı, despotizmin kol gezdiği kötücül bir yönetimi anlatıyor. Roman ayrıca, sosyalist devrim gerçekleşmiş ancak iktidarda olması gereken proletaryanın kapitalist sistemde olduğu gibi ikinci sınıf vatandaş kabul edildiği, bir başka anlatımla kontrol edilmesi, ıslah edilmesi, baskı altında tutulması gereken insan yığınları olarak anlatmaktadır. Aynı zamanda bu roman, günümüzde de kullanılan "düşünce polisi" kavramını dünya edebiyatına kazandırmıştır. Düşünce polisi ise, varsayılan distopik ülkede yaşayan insanların nasıl düşünmesi ve düşünmemesi konusunda görevli ve işini çok iyi takip etmekte ve gerektiğinde insanları nedensiz sorgulayabilmektedir. Güç tek bir otoritenin elinde olması nedeniyle uydurulan suçların ötesinde nefes almakla bile suçlanabileceğiniz bir ortamın densizliğinde, sakınmalı ve sinmiş yaşamların hikayeleri, despotizmin ne kadar ileriye götürülüp istibdatlaştığını göstermesi bakımından 1984 kendini kanıtlamış bir romandır.

Her evde mecburi bulundurulması ve sürekli açık olması gereken çift yönlü bir tele ekran olması insanları tedirgin etse de bu tedirginliğin üzerine kurulmuş hayatlarının ne gönüllü kabullenişleri ne de sorgulama imkanları vardır. Dayatılmış bir yaşam tarzının geometrik düzeni içinde bitkin, amaçsız, verimsiz bir hayatın disiplinli sunumundan başka bir şeyi ifade etmemektedir. Talimatlı kabullenişlerin zirve yaptığı bir sistemin dibinde nefes almaya çalışmaktadırlar.  Tele ekranlar, ev ortamının seslerini dinleyebilen, insanların günlük hayatını baskılayan, talimat veren, görev dağıtan bir sistemdir. Romanın distopik dünyasında totaliter ve merkezi tek partinin yönetiminde korku, propaganda ve beyin yıkama ile halk baskı altında ve sürekli manipüle edilerek sağlıklı düşünme dinginliğinden uzak tutulmaktadır. Gerçeğin asla bir seçenek olmadığı bu varsayılan distopik ülkede insan ilişkilerinde güven ve samimiyet terimlerinin adı bile yoktur. Yeni kuşaklar hiç görmediği, zihinlerde oluşturulan düşmana karşı kinle köpürtülmüş bir nefretle büyütülmekte ve hatta kendi ailesini ihbar edecek düzlükte ve sığlıkta yetişmektedir.

Bu satırları okurken ne düşündüğünüzü tahmin edebiliyorum. 1984 romanın kişisi olmak her an ecel  sahasında, ölümle dans ediliyor anlamı taşımaktadır. Etliye sütlüye karışmanın, suya sabuna da dokunmanın riski büyük, sonuçları karanlık ve acıdır. Böylesine ortamların, toplum psikolojisine nasıl da negatif, içine kapanık, çekingen ve ispiyonculukla sus pus edildiğini anlatmaktadır.

Toplumun ve insanların sosyal psikolojisini bu tarz bir düzenle yok eden ve 1984 romanının sadece sosyalist ideanın sonuçlarının acı bir sonla sonuçlanacağı bir yazım da değildir. Sosyalist kelimesinin yerini faşizm kelimesini koymanız romandaki toplumsal çöküşün anlayışında ve etkilerinde bir değişim olmaz. Sanırım romanın yazarı son kerte de despot yönetimlerin sonuçlarının benzerliği değil tam aksine tıpatıp aynısı olduğunu vurgulamak istediği kanaatindeyim. 

1984 romanı bir kurmacadan ibaret olsa da mutlak güç sahibi yöneticileri sınırlayan toplumsal tepkiler ve yasal eşikler olmadığında sistem, halkın aleyhine evrilmiş olduğunu çok iyi anlatan bir distopya romanı. 

Okumanızı tavsiye ederim.

Sevgilerimle...

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum