1. YAZARLAR

  2. Hülya SEZGİN

  3. Bir daha iyilik yapmak mı tövbe! K.ereğli-I
Hülya SEZGİN

Hülya SEZGİN

Ressam
Yazarın Tüm Yazıları >

Bir daha iyilik yapmak mı tövbe! K.ereğli-I

A+A-

İşte bir uçuş anı daha...
Çocukluğumda Çankırı'daki evimizin önünde birkaç dönüm bahçe içinde heybetli bir ceviz ağacımız vardı. Rahmetli babam onun yüksekçe bir dalına uzun bir urgan bağlayarak salıncak kurardı. Biz üç kardeş bütün gün ona biner sıra ile birbirimizi sallardık. Öyle hızlı sallardık ki en üst dallara değmeye çalışırdık. Bir uçtan bir uca giderken içim bir hoş olurdu. İşte uçak kalkarken de öyle oluyorum. Tıpkı çocukluğumdaki gibi içim “hooop” oluyor... 

Bu kez ön sıralarda oturuyorum. Pencere kenarındayım... yanımda iki koltuk boş. Yan sırada, benim durumumda topluca bir hanım oturuyor. O da pencere kenarında ve onun da yanında koltuklar boş. Biraz farklı tavırlar sergiliyor bu hanım ve ilgimi çekiyor. Önce uçak kalkana kadar artistik pozlar vererek farklı farklı belki yirmi poz resmini çekti kendi kendinin. Yeni model cep telefonları artık görüntüyü öne alabiliyor ya... oradan bakarak poz veriyor ve çekiyor. Sanırsın fotomodel. Anında da feysbukta paylaştı. Sonra çantasını kurcalamaya başladı...

Bir kere mini etekli elbisesi, başındaki bandı, parmağındaki gül yüzüğü, ayakkabısı ve çantası kırmızı idi. Gene kırmızı renklerden olan takılarının birini çıkartıp diğerini taktı. O fasıl da bitince bir büyük poşeti önündeki koltuk sehpasını açarak üzerine yerleştirdi. İçinden sandviçler, ayran, meyve suyu, kayısı ve daha başka yiyecekler çıkardı. Yemin ederim yol boyunca tıkındı durdu. Arada bir de bana bakıyor yandan. Güneş gözlüklerim var ya gözümde. Baktığımı anlamıyor. Acıdım haline. Çünkü yaşamak için yemiyor; yemek için yaşıyor... Saçlarını saldı... topladı...öne bir bukle bıraktı... Hostesten peçete istedi. Elini, ağzını sildi. Sonra makyaj malzemesi döküldü ortaya... özenle kırmızı rujunu sürdü.
 
Bu kez farklı bir rotadan uçtuk sanki. İstanbul prens adalarını kuşbakışı seyrettim. Muhteşemdi. İnişe geçtik. Bizimkinin hâlâ ayna elinde. Eskilerde uçak yere kazasız belasız inince yolcular kaptanı alkışlardı. Benim de tekerlek yere değince nedense alkışlamak geldi içimden. Yandaki gene fotoğraf çekiyor...
K. Ereğli belediyesi'nin gönderdiği araç Atatürk havaalanından kalkacak. Ancak ben Sabiha Gökçen havaalanına indim. Havaş otobüsleri ile Taksim'e, Taksim'den gene Havaş ile Atatürk havaalanı'na gidecektim. Gezi parkı protestoları yapıldığı için bütün yollar kapalı idi. Çok zahmet çektim. Metrodan metrobüse dört beş araç değiştirerek ancak varabildim. Ama hiç ağır gelmedi. Durumum uygun olsaydı ben de protestocuların arasında olurdum. Çevre için, doğa için, ülkem için, yapılan yanlışlar için savunur destek verirdim...

Dikkatimi çeken ve içimi acıtan bir olay oldu. Ben yorgun bitkin, elimde koca bavul... kimse bana yer vermedi otobüste. Az sonra türbanlı genç bir kıza verdiler yer. Demek başım açık diye ötekileştirilmiştim. Biz neden, nasıl bu duruma getirildik? Metronun merdivenlerine geldiğimde nasıl çıkartırım bunca merdiveni diye kara kara düşünürken bir delikanlı bavulu tuttuğu gibi en tepeye çıkartıverdi. Minnetle teşekkür ederken az önceki karamsarlığım geçmişti...

Arkadaşlardan bir kısmı gelmiş; Birkaç kişi bekleniyordu. Çalıştayı düzenleyen ressam Adnan Turan telaşla bir oraya bir buraya koşuyor ve gelenleri karşılıyor. 
Sonunda onların da gelmesiyle otobüsümüze bindiğimiz gibi ver elini K. Ereğli. Kaptanımız daha sonra da şöförlüğümüzü yapacak olan Tufan Yılmaz; Efendi, esprili, çalışkan bir genç...

İlk iki gün yağan selli yağmur ve dolu ile Karadeniz bize sanki “Hoşgeldiniz.” dedi. Bundan önce festivale katıldığım Aydın Tepecik beldesi sıcaktı. Bavulumdan kapalı ayakkabıları çıkarmıştım ağırlık yapmasın diye. Hava böyle olunca sandaletin içine çorap giydim. Biraz komik oldu ama üşümekten iyidir...

Gelen ressamlardan kimileri zaten arkadaşımdı. Yeni gelenlerle tanıştık ve kısa sürede kaynaştık. Dubai'den gelen Ali Adnan ve kız arkadaşı, Makedonya'dan Burhan Ahmeti çok sempatiklerdi. Burhan biraz Türkçe biliyordu ama ötekiler hiç bilmemelerine karşın işaretlerle gülümseyerek anlaştık. Azerbaycanlı Elnur'un katalogunu incelerken hayranlığımızı gizleyemedik. Harika idi resimleri. Hele İstanbul'da çok zengin birinin malikhanesinin tavanlarına yaptığı empresyonist dönem ressamların eserlerini andıran süslemeleri... muhteşemdi.

Macaristan'da kültür müdürü Julianna Illes Major ile tanışıyordum internetten. Hatta beni Şubat ayında Macaristan'da festivale davet etmişti de vize için süre az olduğundan gidememiştim. Davetini gelecek çalıştay için yeniledi. Kısmet olursa Mart ayında Balaton gölü kıyısında olacağım...

Esprili çok hoş, iyi bir insan Julianna. Türkçeyi dinlediği şarkılardan öğrenmiş. Kırık şivesi ile çok hoş konuşuyor. arkadaşı Serdar Ünver ona dilini ilerletebilmesi için yardımcı oluyor. Serdar bey iyi bir şair... bilgi birikimli... kaldığımız sürece bol bol keyifli sohbetler ettik...

Belediyenin sosyal tesislerinde konaklayacağız. Denize sıfır harika bir yer. Mavi yeşil... Çeşitli ağaçların gölgesinde, mis gibi ıhlamur çiçeklerinin kokusu sarhoşluğu ile resimler çalışacağız.

Güzel bir oda seçtim ve yerleştim. Komşularımız naif resim ustalarından Hüseyin Sartaş ve Bolu İzzet Baysal Üniversitesi'nden Prof.Dr. Mehmet Alagöz  ile Ankara'dan gelincikler ressamı Hikmet Çetinkakaya'nın organizatörü Çetin Uyan. Çetin beyi ve Hüseyin beyi tanıyordum. Mehmet hoca ile yeni tanıştım. Güzel bir grup oluşturduk. Resim çalışırken birbirimizi izledik, farklı yöntemler gördük. Bol bol şakalar yaptık...güldük...
 
Yan tarafta ise komşumuz Romanyalı Dalila Özbay idi. İngilizcesi iyi olduğundan bize tercümanlık da yaptı. Dalila'nın ilginç bir yaşam öyküsü var. Azmin zaferine güzel bir örnek. İleride onu size tanıtmaya çalışacağım. Çalıştay boyunca naif çocuksu sesi ve kırık şivesi ile bizimle tatlı tatlı sohbetler etti. Resim konusunda güzel bilgiler verdi. 

Dalila'nın sohbetlerine doyamıyoruz. Bilge bilge sakince ama içi dolu dolu konuşuyor. Genç yaşta evlenip Türkiye'ye yerleşmiş. İki kızı olmuş. Bir süre sonra ev kadınlığından sıkılmış. Çünkü ona göre değilmiş bu. Gittiği çeşitli hobi kursları onu kesmemiş. Otuzlu yaşlarda üniversite okumuş ve bugün o da hoca. İTÜ'de doçent, ingilizce resim derslerine giriyor. 


Hüseyin Sartaş bir kursiyerine sergi açmış, her konuda destek olmuş, emek vermiş... Sonra farklı bir yerden duymuş; o kişi diyormuş ki “Hocam benden kopya çekiyor!..” Gülüp geçmiş ama içinden sırtından bıçaklanmışa dönmüş. Ona hak verdim. Zaman zaman ben de öyle durumlarla karşılaşıyorum. En acısı da bu zaten. Emek verdiğin, ekmek vermeye çalıştığın birinden nankörlük görünce insan kahroluyor. “Bir daha kimseye iyilik yapmayacağım!” diye sözler veriyorum kendi kendime ama daha sözüm kurumadan unutuyorum. Neyse... ne demişler “Balık bilmezse halik bilir...” Ne yapalım, biz de öyle diyelim...

Böyle ortamlarda aidiyet, dostluk, kardeşlik birbirini koruyup kollama, sahip çıkma duyguları tavan yapıyor. Mehmet hocam, Hüseyin ve Çetin bizi hep ağabey gibi kardeş gibi koruyup kolladılar. Elbet biz de onlara ablalık-kardeşlik yaptık. Çetin şimdi bunu okursa gene kızar “Adam senden büyük ne ablalığı?” der. Çetin kızdırma beni. Yaş önemli değil, önemli olan taşıdığımız duygu...
Hem bende hepinizden nikâh büyüklüğü var. Geçtiğimiz günlerde 35. evlilik yılımızı kutladık eşim Hikmet'le...

Devam edecek...
Hülya Sezgin [email protected]karadeniz-eregli-resim-festivalinden....jpg
hulyasezgin.jpg

hulyasezgin-001.jpg

hulyasezgin-002.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum