1. YAZARLAR

  2. Abdullah ALAGÖZ

  3. Türk milliyetçiliğini yeniden değerlendirmeliyiz...
Abdullah ALAGÖZ

Abdullah ALAGÖZ

YAD
Yazarın Tüm Yazıları >

Türk milliyetçiliğini yeniden değerlendirmeliyiz...

A+A-

Ülkü bir idealdir. Ülkücü hareket, ülkücülüğü; Türk’ün kızıl elma hedefine ulaşma çabası olarak algılayarak mücadelesini buna göre şekillendirmiştir. Türk’ün tarih sahnesinden çıkışından itibaren coğrafya ve din değişiklikleri dahil olmak üzere oluşturduğu ve içine girdiği bütün kültür ve medeniyetlerin varisi olarak kendini görmüştür.

Ülkücüler; Türk milliyetçiliği dünya görüşünü bu tarihi hakikat ve Türk milletinin somut gerçekliği üzerine temellendirmiştir.

Dolayısıyla Türk milliyetçileri için vatan din, soy, tarihi birliktelik şuuru ve ortak kader ülküsü onları bir arada tutan en önemli faktör olarak kutlu yürüyüşlerinin dinamo gücü olagelmiştir. Bu değerlerden herhangi birini öncelemek ya da yok saymak sosyal bilimlerin objektifliği ve kadim Türk milletinin toplumsal gerçekliği inkâr etmekle eşdeğerdedir.

Ülkücülerin dünya görüşleri Türk milliyetçiliği ülküsüdür. Türk milliyetçiliği ülküsü bir devletle, bir coğrafyayla hele bir parti ve genel başkanıyla sınırlandırılmayacak kadar umumi, kapsayıcı ve kuşatıcıdır. Haklı olarak Ziya Gökalp ; "Vatan ne Türkiye'dir Türklere ne Türkistan...Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir:Turan!" demiştir.

Ülkücüler; dünyayı Türkçe okuyarak, Türkçe anlamaya çalışarak ve Türkçe temellendirerek yenibir medeniyet tasavvuruna kulaç atma ülküsüne iman etmiş şahsiyetlerdir.  

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ VE DİN
“Türklük kaderimiz din ise tercihimizdir.” Hoca Ahmet Yesevi asırlar öncesinden bu hakikatle Türk milletinin gerçekliğine işaret ediyordu. Zira din olgusu doğuştan gelir. İnsanın bir dualite (beden -ruh) şeklinde dünyaya gelişini düşünürsek din duygusu, birey ve toplum olarak karşımıza çıkan toplumsal bir olgu olduğunu göreceğiz.   O halde Türk milliyetçileri din olgusunu dünya görüşlerinden soyutlayarak bir temellendirme yapamazlar. Zira karşı da çıkılsa kabul da edilse o toplumda ve bireylerin vicdanında duruyor. Diğer yandan Türk dünyasının ekseriyeti Müslüman olmakla birlikte farklı dinlere mensup Türk toplulukları da vardır. Bu hakikatler ışığında dini siyasallaştırmadan farklı din ve cemaat anlayışlarına dokunmadan sosyal hayatın bir gerçekliği ve bize ait değerler manzumesi olarak görmek zorundayız.

Türk milliyetçileri dini siyasallaştırmadan insanların özgürce yaşayabilecekleri bir bakış içinde değerlendirir. Devleti de dini inançlara müdahale etmeden bu inanç sistemlerin özgürce yaşanmasına destek veren koruyucu güç olarak kabul eder. Yani laiklik dinin en büyük teminatı olarak görürler.

Siyaset; devlet ve toplumu yönetme sanatı ise siyaset anlayışımızda dini yok saymak kadar onu güncel olaylara kurban etme de bir o kadar tehlikelidir. Dini toplumun tek belirleyici vasfı gibi bir garabette düşersek sadece toplumsal gruplar arasındaki nifakı körükleriz. Siyasal İslamcılardan çok da farkımız olmayacaktır. O halde, bütün farklı dini değerleri bu milletin kültür havzasının saygın unsurları olarak kabul edip bütüncül yaklaşımımızı sergilemek durumundayız.

Sloganlarımız, köşeli cümlelerimiz sadece bir dini ya da alt inanç gruplarını değil bütün coğrafyalarda yaşayan Türk evlatlarını kapsayan kuşatan bir hüviyette olmalıdır. İran coğrafyasında İslam adına Şiilik bir milletin vasfı kabul edilerek kandaşlarımızın bizden ayrılmak istendiğini ve bu alanda Farisilerin çok yol aldıklarını da unutmayalım. Yavuz ve Şah İsmail olayından milletimiz büyük dersler çıkarmalıdır.

Tanrı dağı kadar Türk, Hıra dağı kadar Müslüman olmakla övünelim de Şaman, Hristiyan ve başka dinlere mensup Türklere ne diyeceğiz? Onları Türk kabul etmeyecek miyiz? Hoca Ahmet Yesevi ne diyordu? ” Türklük kaderimiz din tercihimizdir.” Öyleyse tercihlere saygılı olmalıyız. Doğuştan gelen statümüz olan Türklük değiştirilemez. Yüce dinimizin değerlerini doyasıya yaşayalım ama başka dinlerinde bu milletin irfan havzasında olduğunu onlara da aynı hassasiyetle yaklaşım göstermemiz gerektiğini unutmayalım.  

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ VE SİYASET
Türk milliyetçiliği fikriyatının özellikle ülkücü hareketin en çok istismar edildiğini, operasyon hareketlerine, algı operasyonlarıyla müesses nizamın emrine verildiğini siyaset alanda daha çok görmekteyiz. Türk milliyetçiliğini bir siyasi partinin dar kalıplarına sokmak, parti militanlığına dönüştürmek, Türk milliyetçilerini güdülmesi gereken bir yığın olarak görmek Türk milliyetçiliğini hiç anlamamaktır. 

Türk milliyetçilerinin öznesi, kaynağı ve referansı sadece Türk milletidir. Türk milliyetçilerine birileri gündemi empoze edemez! Gündemi Türk milleti ve onun bağrından çıkan milliyetçiler belirler. Türk milliyetçilerinin referansları, duruşları Türk milliyetçiliği davasıdır. Hangi partiye mensup olursa olsunlar onların duruşunu inandığı değerler belirler. Herhangi bir partiye mensup olmaları ilgili partiye biat etmelerini gerektirmez, zira misyonları varlık gerekçeleri böylesi bir biati kaldırmaz.

Dönemsel popülizm ve müesses nizamın operasyonlarıyla ülkücülüğü sürekli Türk milliyetçiliğinden hem fikri olarak hem de siyaset adına uzaklaştırarak ortaya çıkış gerekçelerinden koparmıştır.

Bazen din adına bazen ülke bekası adına ucube bir yapıya dönüştürülmüştür. Sloganlarından eklenen şahsiyetlere ve onların eklediği eklektik düşünceler manzumesine kadar giden bir süreç...

Türk İslam ülküsü dediğimiz andan itibaren ihvancı zihniyetin İslam’ı siyasallaştırmasından çok da farkımız olmaz.  Oysa din mutlak varlığın bireylerle sözleşmesidir. Doğru yolu gösterme adına gönderilen evrensel kurallar manzumesidir. Siyaset denilen yapı insanımızın bu temiz inançlarını hiçbir baskı altında kalmadan rahatça yaşamasını sağlamaktır. Eğer Dini siyasetimizin bir parçasına dönüştürmeye kalkarsak, toplum mühendisliğine de soyunarak insanların inançlarını belirleme, derecelendirme gibi bir gaflette de düşmüş oluruz.

Türk milliyetçileri siyasi faaliyetlerinde mensubiyet duygusunu taşıdıkları Türk milletinin varlığına kasteden siyasal İslamcılık dahil olmak üzere her türlü emperyalist oyunlara karşı çelik yumruk olmak mecburiyetindedir.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran irade Türk milliyetçileridir. Modern Türk devletini kuruluş felsefesini, Cumhuriyetin değerlerini, ecdat kanıyla vatanlaştırdığımız coğrafyamızdan Türk izlerinin korunması ve geliştirilmesini sağlamak Türk milliyetçilerinin asli görevleridir. Maalesef bu alanda ülkücülük dediğimiz idealizm, Türk milliyetçiliği ülküsü olmaktan çıkmıştır ya da sulandırılmıştır.    Şu an yapılmakta olan ülkücülük, Türk milliyetçiliği ülküsü değil müesses nizamın ülkücülüğü dediğimiz bekçiliğidir.

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ VE DEMOKRASİ
Demokrasi en basit tanımla halkın kendi kendini ya da seçtiği temsilciler yoluyla yönetilmesidir. Türk milliyetçilerinin ülküsü Türk milletini mutlu, Türk devletini güçlü kılma olduğuna göre Türk milletinin iradesi onlar için esastır. Ferdi özgürlükler ve demokrasi kültürü Türk milliyetçilerinin vaz geçemeyecekleri ilkelerdir. Demokrasi insanoğlunun aklıyla şu ana kadar geliştirmiş olduğu en ideal yönetim şeklidir.

Tarih boyunca Türk’ün kutlu yürüyüşüne öncülük yapan Türk milliyetçileri; özgürlükleri, demokrasi kültürünü Türk milletine olan derin sevdalarının bir sonucu olarak içselleştirmişlerdir.  Dünyanın gelişmiş batı yakası ve uzak doğu ülkelerine baktığımız zaman oralarda demokrasi ile birlikte hür düşüncenin çağdaş medeniyeti yakaladığını görmekteyiz. Hür düşünce; bilim, felsefe sanat ve edebiyatta atılım demektir. İslam medeniyetinin neden çoraklaştığına bu zaviyeden bakmamız gerekmektedir.

O halde Türk milliyetçileri Türk milletinin milli refleksi olarak hür düşünce iklimiyle Türk milletinin bütün zenginliklerini kabul ederek ve makus talihini değiştirerek Türk asrına doğru kutlu yürüyüşlerini akıl ve bilim ışığında sürdürmek zorundadır.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.