Sedat KAÇAMAK

Sedat KAÇAMAK

YAD
Yazarın Tüm Yazıları >

Semptomlar

A+A-

Corona virüs salgını bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de bütün sorunların üstünü örttü. Fakat son yaşanan olaylar corana virüs kadar büyük bir sorunumuzun daha olduğunu ortaya çıkardı. Semptomları gecen yıl yapılan yerel seçimler öncesi belirmişti ama son yapılan testler pozitif çıktı. Ülkemizi 18 yıldır yöneten iktidarda aşırı yorgunluktan kaynaklanan tükenmişlik sendromu, iktidarı kaybetme korkusuyla birleşmiş, iktidar doğru karar alma refleksini ve sorunları yönetebilme yetisini kaybetmiş. Panik halinde hata üstüne hata yapıyor.

Neydi bu yerel seçimler öncesi beliren semptomlar. Her zaman siyasetini kamu oyu yoklamalarına göre belirleyen iktidar, anketler istediği gibi çıkmayınca anketlere inanmaz oldular. Anketler olumsuz çıktıkça kendilerine oy vermeyenlere, illet zillet terörist diyerek hakaret ettiler. Hadi bunu kendi seçmenini konsolide etmek için her zaman kullandığı ayrıştırıcı dil dedik geçtik. Ama İstanbul seçimlerinin sonuçlarını kabul etmemeleri bu metal yorgunluğu ve korku semptomlarının en belirginiydi. Halbuki, seçim sonuçlarını onurluca kabul etmek onlara oy vermeyenlerin de saygısını kazandırırdı ama sonuçları kabullenememek, kendilerine oy verenlerinde saygısını kaybettirirdi. Bu açık gerçeği bile göremeyeçek kadar panik halindeydiler ve yenilenen seçimleri 13 bin yerine 800 bin farkla kaybettiler. İktidarda bulunan parti oy kaybettiğini görünce ne yapar? Hemen kurullarını toplayarak hatalarını düzeltir değil mi?Fakat AKP iktidarı bunu yapmayı zayıflık olarak görüyor. Hatasından ders çıkartmak, hatasını düzeltmek bir insanı küçültmez aksine yüceltir. AKP bu yorgunluk ve korku semptomları yüzünden bu gerçeği de göremiyor. Bütün yaptığı hatalarda direniyor. Tabiiki bu durum kendine zarar verdiği kadar ülkemize de zarar veriyor. Suriye politikasında olduğu gibi. En son İdlib'de yaşananları ele alalım. İdlib için Soçi'de Rusya ve İran'la mutabakat imzalamıştık.

"İdlib'de terörist unsurlar var bunların bazıları çoluk çocuğa karışmış. Ellerinde silahlar var. Biz Türkiye olarak silahları toplayacağız, topluma entegre edeceklerimizi entegre edeceğiz diğerlerini de enterne edeceğiz" dedik. Bu amaçla askeri gözlem noktaları oluşturduk. Fakat verdiğimiz sözleri yerine getirmedik veya getiremedik. Bunun üzerine Suriye devleti "Bu terörist unsurlar beni taciz ediyor, sen temizlemezsen ben temizlerim" dedi. Biz buna canhıraş bir şekilde karşı çıktık. Neden? Suriye'nin toprak bütünlüğüne saygılıyız. Bu ne demek? Suriye devletinin bütün Suriye topraklarında kontrolü sağlaması. Daha önce söz vermişiz teröristleri temizleyeceğiz diye. O teröristlerin temizlenmesinin bize ne zararı var. İzah edilir bir yanı var mı? Daha da ötesi Rusya ve Suriye ile savaşı göze aldık. Bu akıl almaz hatalı kararların alınmasında, Amerika'nın yaptırım listesinde bulunan Cumhurbaşkanı'nın ve ailesinin mal varlığının açıklanması maddesinin yarattığı korku ve endişe semptomlarının payı var mı acaba?

Evet savaşı göze aldık. Gazetelerin üst manşetinde cumhurbaşkanımızın "Zalim Esed ve destekçileri karşılarında bizi bulacak" diye meydan okuması varken hemen altında savunma bakanımızın, "İHA ve SİHA'larımızın uçabilmesi için Rusya ile görüşüldüğü" haberi yer alıyordu. Yani uçaklarımızın uçmasından umudu kesmişiz İHA ve SİHA'lar için ricada bulunuyoruz. Hava gücümüz olmadan çok kayıplar verilebileceğini aklı başında her insanın gördüğü bir durumda, "Taş üstünde taş omuz üstünde baş bırakmayız" diye süre verip tehditlere devam ettik. Maalesef korkulan oldu. Bir hava saldırısında 34 vatan evladımızı şehit verdik. İçimiz kan ağlayarak olayları izlerken bir de ne duyalım?Meğer biz askerlerimizi Rusya’ya dolayısıyla Suriye’ye haber vererek hareket ettirebiliyormuşuz.

Arkadaş hava gücünü kullanma şansın yok, askerlerini izin alıp hareket ettiriyorsun sen nasıl taş üstünde taş bırakmayacaksın? Bunun izah edilebilir bir yanı var mı? Ruslar'a haber verilme konusunda da soru işaretleri var. Savunma Bakanımız "Haber verdik ilk saldırıdan sonra yine aradık" dedi ama Putin Rusya’daki görüşmede heyetimizin gözünün içine baka baka "Türk askerleri olmaması gereken yerdeydi. Onların orada olduğundan haberimiz yoktu" dedi. Bizimkilerden hiç ses çıkmadı. Valinin şehit haberlerini verdikten iki gün sonra Cumhurbaşkanımz açıklama yapabildi. O konuşmada yorgunluk ve kararsızlık semptomları o kadar belliydi ki Cumhurbaşkanımız kendini güçlüymüş gibi gösterebilmek için espri yapmak zorunda hissetti. Acılarımız çok tazeyken o Trump’la yaptığı telefon görüşmesinden espri üretmeye kalktı.

Bu semptomlar iktidarın diğer organlarına da sirayet etmeye başladı. Bunu nereden anlıyoruz. İnsanlar can derdindeyken Kanal İstanbul ihalesi yapanlar var. Yine insanlarımıza virüs buluşmasın diye alınan önlemlerden çok doğru olan tehlike geçinceye kadar cemaatle namaz kılınmasın önlemini örnek olması gerekenler çiğnedi.

Peygamberimizin katıldığı savaşlardan biri ramazana denk gelmişti. Ertesi gün müşriklerle kılıç kılıca savaş yapılacak. Peygamberimiz sahabeye "Yarın oruç tutmayacağız" diye haber veriyor. Fakat içlerinden yirmiye yakın cahil geri kafalı "Peygamber ve arkadaşları bize oruç tutturmuyorlar ama kendileri oruç tutacak çok sevap kazanacaklar biz de oruç tutup çok sevap kazanacağız" diyerek oruç tutmaya niyetleniyorlar. Sabahleyin bu durumu öğrenen peygamberimiz eline bir bardak su alıp bunları etrafına topluyor. "Ey Müslümanlar dinimizde vücudumuza eziyet etmek günahtır. Biraz sonra savaşa gireceğiz. Aç ve susuz savaşmak vücuda eziyettir. Bu günahtır. Daha da önemlisi aç ve susuz savaşmak gücümüzü azaltır. Bu yüzden bu savaşı kaybedebiliriz. Bunun vebalini kimse taşıyamaz" diyerek bardaktaki suyu içer ve herkesin o gün oruç tutmasını engeller.

Bu olaydaki cahil geri kafalılarla Diyanet'in ne farkı var? Sen "Cemaatle namaz kılmayın" diyeceksin kendin kılacaksın. Senin kıldığını gören milyonlarca Müslüman "ben kılamadım" diye rahatsız olmaz mı? Senden örnek alarak cemaatle namaz kılıp birkaç kişinin hasta olmasına Allah korusun bir kişinin bile ölmesine sebep olsalar bu vebali nasıl taşırsın?

Virüs salgını başlamıştı Umre'ye gitmeyi yasaklayamadın. Gidenleri koruyamadın, gelenleri karantinaya alıp bulaşmayı engelleyemedin. Senin vebalin zaten büyük. Bu millet seni affetmeyecek.

Bu yorgunluk ve korku semptomlarının etkilediği önemli alanlardan biride yargı. İktidarı kaybetme korkusuyla öyle kararlar alınıyor ki alınan kararlar hukuka, vicdana sığıyor mu kimsenin umurunda değil. İktidar kendisi gibi düşünmeyen herkesi yargı sopasıyla hizaya getireceğini düşünüyor. Başta gazeteciler. "Gözünün üstünde kaşın var" denilerek hapse atılıyor. Yandaş olmayan televizyon kanallarına RTÜK aracılığı ile öyle cezalar veriyorlar ki, mesaj çok açık: Ya sus ya da yok ol.

Ana muhalefet lideri bu hukuksuz kararları alan yargı kurullarını ağır şekilde eleştiriyor ama iktidarın istediği biçimde karar almayan hukukçuları korumak için de bir şey yapamıyor. İktidarın elinde Fetö kılıcı var. Hemen "Fetöcüsün" diyerek bırakın tayin olmayı, işinden olmayı, mal varlığına bile el konulabiliniyor.

İktidar korkunun ecele faydası olmadığını görmesi lazım fakat göremiyor. Şu anda ittifak ortağı ile birlikte yüzde kırkı bulamıyor. Bunun en açık göstergesi yandaş basın okunmuyor, yandaş televizyonlar seyredilmiyor. Ekonomik yönden ayakta durmaları mümkün değil. Bu yüzden devletin en fazla gelir getiren iki kurumu İddia ve Milli Piyango Demirören Grubu'na tahsis edilerek yandaş medyanın entübe cıhazıyla yaşamasına çalışılıyor. Bütün bu anlattığım olaylar halkımızda strese yol açıyor. Aynı deprem meydana gelen fay hatları gibi halkımızda stres biriktiriyor.

En son belediyelerin başlattığı bağış kampanyalarının başarılı olduğunu görünce, halkımızın mağdur olup olmayacağını düşünmeden bu kampanyaları yasaklaması, toplanan bağışlara el koymasıyla ortaya çıktı ki olay siyasi olmanın çok ötesinde. Artık iktidarı siyaseten eleştirmenin ne yeri ne zamanı, ne de faydası var.

Peki ne yapmalıyız?

Artık sorunlarımız o kadar büyük, o kadar çok, o kadar zor ki, tek başına bir siyasi parti, bir ittifak, bir koalisyonun çözmesi mümkün değil. Artık siyasi yelpazenin sağı-solu, ideolojik farklılık, senden-benden bütün ayrışmalar bir kenara bu ülkede yaşayan bütün insanlar el ele omuz omuza vererek sorunlarla mücadele edeceğiz. Onun için mecliste milletvekili bulunan bütün siyasi partilerin genel başkanlarının katılımıyla Milli Birlik Konseyi oluşmalı. Sonra bu konseyde alınacak kararları hayata geçirecek bürakrat, teknokrat uzmanlardan oluşacak Milli Mutabakat Hükümeti kurulmalı. İşte o zaman senin yardımın-benim yardımım, senin seçmenin-benim seçmenim kaygısı olmadan hep beraber sorunları çözmeye odaklanırız...

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum