1. YAZARLAR

  2. Fazlı KÖKSAL

  3. Salgın hastalıkları konu alan dört roman
Fazlı KÖKSAL

Fazlı KÖKSAL

Ortak Ses
Yazarın Tüm Yazıları >

Salgın hastalıkları konu alan dört roman

A+A-

son-guncellenenler5.jpg

“Conora Vürüs”ün hayatımızı kararttığı, onunla yatıp onunla kalktığımız bu günlerde ana konumuz “salgın hastalıkla mücadele”… Salgın hastalık deyince konusu salgın hastalık olan dört romanı tanıtmak istedim. Körlük, Uçtaki Adam ve Veba’yı daha önce okumuştum. Kolera Günlerinde Aşk’ı ise yeni okudum.

KÖRLÜK - Jose Saramago

En hızlı okuduğum romanlardan birisi...

Nobel Ödüllü Jose Saramago insanı ve salgın hastalığı çok güzel anlatmış...

Hızla yayılan körlüğe karşı insan.

İyi ve kötü yönüyle insan; bencil, çıkarcı, fedakar, sabırsız, hoşgörülü, sabırlı, acıkan, susayan, yorulan, cinsel arzularına gem vuramayan insan....

Sevgi, ihanet...

Ve çoğu zaman "ben"i merkeze koyan insan...

En zayıf anında devleşen; en güçlü sanılan anında yıkılabilen insan...

Ve gerçek körlüğün gözün değil kalbin görmemesi olduğunu anlatan bir kitap...

Doktorun karısı; kitaptaki kahramanım...

İkinci kahraman mı? Belki çoğu okurun aklında bile kalmayan, kitabın birkaç satırında adı geçen bir asker... Körlük bulaşınca intihar eden Albay...

Ve karnını doyurmak için her şeye hazır çoğunluk...

Farklı bir konu...

Değişik bir anlatım..

Ama bana garip gelen bir hususu belirtmeden geçemeyeceğim; noktalama işaretlerinin bu kadar hatalı kullanıldığı bir kitap görmedim. Ben bunun bir hatadan ziyade tercih meselesi olduğunu düşünüyorum. Bu yayıncının mı, çevirmenin mi, editörün mü tercihi bilmem ama romanda göstermelik birkaç nokta dışında virgülden başka noktalama işareti kullanılmamıştır desek yeridir...
Kitapta; üç nokta (...), noktalı virgül (;) soru işareti (?), tırnak ("), hiç kullanılmamış. Çoğu yerde virgül ve (ve) sözcüğü birlikte kullanılmış ( ,ve) . Nokta yerine virgül (,) kullanıldığı zamanlarda, virgülden (,) sonra cümleler büyük harfle başlatılmış. Roman gerek konu, gerekse çevirmenin üslubu açısından çok güzel olmasına karşın noktalama işaretlerinin bu şekilde kullanılması dil hassasiyeti olan okuyucu için kitap okumayı yer yer işkenceye dönüştürüyor.

Okunmalı...

UÇDAKİ ADAM - Bahattin Özkişi

Milli Eğitim Bakanlığınca yayımlanan 100 Temel Eser listesinde “Sokakta” romanı ile yer alan Bahattin Özkişi'nin bu tarihi romanı Köse Kadı romanının devamı niteliğindedir.

Romanın sonlarına doğru Macaristan’daki veba salgınına ve insanların bu durumdan nasıl etkilendiklerine geniş yer verilir.

Korkunç bir veba salgınından sonra Macar halkına yardım için uğraşan tüm kahramanlar ve cesurlar ölür. Macar asilleri ise kalelerini karantinaya alırlar. Vebanın çıkış nedenleri, mücadele safhası bir mutlu son ile biter..

Veba salgınından önceki yaz mevsiminde, halkta, çevrede, tabiatta görülen değişimi anlatan şu cümleler sanki corono virüs salgınında yaşadıklarımızı hatırlatır niteliktedir.

“Komaran’da temmuzun ilk günleriyle beraber halkın alışık olduğu şeylerde belli belirsiz bir değişme oldu. Sanki dünyanın dönüşü birden yavaşladı. Teneffüs edilen hava insanın içini bayıltan bir çirkin tatlılığa büründü. Bu değişen şey neydi, bilinmiyordu. Hayat hissedilir derecede durakladı…”

Özkişi, önceden sezdirme niteliğindeki bu cümlelerle okuyucuyu daha sonraki olaylara, veba salgına ve etkilerine hazırlar. Yaşayanlar ve okuyucuya çok uzun bir süre devam etmiş gibi gelen salgının süresi şu cümlede açıklanır; “Bu durum, insanlara yüzyıllar gibi gelen iki ay sürdü…”

VEBA-Albert Camus

Albert Camus Veba’da; bir felaketin, bir veba salgınının insanlar için bir yazgıya dönüşmesini şiirsel bir anlatımla okuyucuya aktarır.

Fransız işgali altındaki Cezayirîn Oran şehrinde fareler lağımlardan, kalorifer dairelerinden çıkıp sokaklarda ölmeye başlarlar. Başlangıçta kapıcılardan başka kimsenin ciddiye almadığı bu garip olay, Fransız doktor Rieux, dikkatini çeker. Önce fareler kitleler halinde ölmeye başlar. Hızla yayılan mikrop nedeniyle ölüm insanlara da sirayet eder. Hastalığın belirtileri açıkça vebaya işaret etmesine rağmen, 20. yy. da veba olacağına ihtimal vermeyen insanlar önce veba gerçeğini kabullenmezler .Veba ile karşı karşıya olmadıklarına kendi kendilerini inanırlar. Ama ölüm vakaları her gün artar, durum korkunç bir hal alır. Katı önlemler alınır, şehir karantinaya alınır.

Felaket ve salgın karşısında insan davranışlarını büyüteç altına alınarak incelendiği romanda klasik bir ana karakter yok. Romanın ana ve kötü kahramanı veba var. Konuyu da onun yarattığı salgın ve ölümler oluşturuyor.. Doktor Rieux, yaşlı Tarrou, memur Grand, fırsatçı Cottard, gazeteci Rambert gibi ikincil karakterlerin vebaya bakışları, sade fakat etkili bir şekilde anlatılır. “Bana bulaşmaz” diyerek kendini iyi hissedenler, umudunu yitirmeden mücadele edenler, halk paniğe kapılmasın diye ölü sayılarını azaltan hastane, her türlü tehlikeyi göze alarak şehre girmeye veya şehirden çıkmaya çalışanlar, önce olayı abartan sonra da görmezden gelen medya… Camus’un olağanüstü anlatımıyla aktarılıyor… Ölü sayısı o kadar artar ki artık mezarlara cinsiyet ayrımı bile yapmaksızın cesetler toplu olarak gömülüyordu. Yakınlaşma, kucaklaşma hatta dokunma yasaklanmıştı. Temasın en kolay bulaşma yöntemi olduğu söyleniyordu. Karantinaya alınan şehirden, kurşunlanarak ölmekten korkmadan ölmekten çekinmeyen kaçışlar başlamıştı. İnsanlar, hastaneye mi yoksa kiliseye mi sığınacaklarına konusunda müteredditti

Bu dünyadaki asıl veba, hissizleşmek olduğu tespitini tek kelimeyle muhteşem buldum…

Distopik (anti-ütopik) romanın güzel bir örneği olan Veba sembollerle, dolaylı anlatımlarla yüklü… Hatta kitabın isminin (Veba) Nazi işgallerinin kıta Avrupa’sında “Kara veba” olarak nitelenmesine bir gönderme olduğu… Amacın Veba anlatımıyla “Nazi Almanya’sını eleştirmek olduğu ifade edilir..

Veba’da altını çizdiğim satırlardan salgın hastalıklarla ilgili olanları dikkatinize sunuyorum.

Bu tip salgınlar hayatın kendisinin absürd oluşunu idrak ettiğimiz anlar. Ne din ne de bilim adamlarının, ne inancın ne de aklın anlam ifade ettiği anlar. Olur, biter, giden gider, kalan kalır ve hayat devam eder.

Spekülasyonlar işe karışmıştı ve çarşıda pazarda bulunmayan temel gereksinim maddelerine inanılmaz fiyatlar ödeniyordu. Böylece zengin ailelerin neredeyse hiçbir eksiği yokken, yoksul aileler çok güç durumda kalıyorlardı.

Fareler sokakta,insanlar evlerinde ölür.Gazeteler ise yalnızca sokakla ilgilenir.Ancak valilik ve belediye konu üstünde düşünmeye başlamışlardı.

Gerçekten de felaketler ortak bir şeydir, ancak başınıza geldiğinde inanmakta güçlük çekilir. Dünyada savaşlar kadar vebalar da meydana gelmiştir. Vebalar da, savaşlar da insanı hazırlıksız yakalar.

KOLERA GÜNLERİNDE AŞK/Gabriel Garcia Marquez

Büyülü gerçekçilik akımı ile sesini dünyaya duyurmayı başaran Nobel Ödüllü Kolombiyalı yazar Gabriel García Marquez Kolera Günlerinde Aşk isimli romanında, okuyucuya farklı bir aşk hikayesi sunar. Karşılıksız aşkı konu alan romanda acı çekmenin yüce bir davranış olduğu görüşü yan tema olarak anlatılır. Kolombiya’da koleranın ortalığı kasıp kavurduğu yıllarda Florentino Ariza isimli bir telgraf taşıyıcısı gittiği evde gördüğü Fermina Daza’ya aşık olur. Ama aşk karşılık görmez. Fermina koleraya yakalanır ve tedavileri esnasında Doktor Juvenal Urbino’yla tanışır. Bu tanışma sonucunda Fermina ve doktor evlenirler. Florentino’nun ise yaşadığı sürece Fermina Daza’yı unutmak için kimisi evli olan yüzlerce kadınla ilişkiye girmesine rağmen Fermina’yı hiç aklından çıkmamıştır. Ona kavuşabilmek için beklediği 53 yılı aşkın bir süreden sonra, ona kavuşur. İnsan kitabı okurken gayriihtiyari; “işte aşk bu “ demekten kendini almaz

Ama romanı okurken Florentino’nun gerçekten sabırlı bir aşık mı, yoksa Fermina’yı elde etmek isteyen saplantılı bir karakter mi olduğu sorusunu defalarca kendime sorduğumu hatırlıyorum..

Kolera Günlerindeki Aşk’da altını çizdiğim şatırlar arasında salgın hastalıklarla ilgili olarak çizdiğim bölümler de var;

“Az kalsın başarıyorlardı ama. İlk kurbanlarının, pazaryerinin bataklıklarında yıldırımla vurulmuş gibi düşüp öldükleri kolera salgını, on bir haftada, tarihimizin en yüksek ölüm oranına yol açmıştı. O ana dek önemli birkaç ölü, kilisenin döşeme taşlarının altına, başpiskoposlarla papazların küçümseyici yakınlığına gömülmüşlerdi, daha az varlıklı olanlarsa, manastırların avlularına gömülüyorlardı. Yoksullar, suyu çekilmiş bir kanalla kentten ayrılan esintili bir tepenin üstündeki sömürge döneminden kalma mezarlığa gönderiliyorlardı.”

“Salgın başladığı gibi ansızın bitti, hasarın niceliği de hiçbir zaman bilinemedi; saptanması olanaksız olduğundan değil, kendi felaketimizden duyduğumuz utancın bizim en olağan özelliklerimizden biri olduğundan”

“Ticaret Günlüğü, kentin değişik yerlerinde iki çocuğun koleradan öldüklerini yazdı. Bunlardan birinin sıradan bir sürgün olduğu kanıtlandı; ama öteki, beş yaşında bir çocuk, gerçekten kolera kurbanı olmuşa benziyordu. Ana babasıyla üç kardeşi tecrit edilerek ayrı ayrı karantinaya alındılar. Çocuklardan biri koleraya yakalandı, ama çok çabuk iyileşti; tüm aile, tehlike ortadan kalkınca, evlerine döndüler. Uç ayda on bir vaka daha kaydedildi, beşinci ay salgın tehlikesinin savuşturulduğu düşünüldü. Mucizeyi yaratanın, Doktor Juvenal Urbino'nun söylevlerinden çok, sıkı sağlık önlemleri olduğundan kimsenin kuşkusu yoktu. O zamandan yüzyılın sonlarına dek, kolera, kentte olduğunca tüm Karayip kıyılarında ve Magdalena havzasında yerleşik bir hastalık olarak kaldı, ama hiçbir zaman salgın boyutlarına ulaşacak denli artmadı.”

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.