1. YAZARLAR

  2. Zeynel KOZANOĞLU

  3. Maden İşçileri Üzerine
Zeynel KOZANOĞLU

Zeynel KOZANOĞLU

Ortak Ses
Yazarın Tüm Yazıları >

Maden İşçileri Üzerine

A+A-
Bizim her şeyi devletten bekleme göreneğimiz var. “Nerede bu devlet, nerede hükümet?” söylemi adeta dillere yerleşmiş durumdadır. Olur olmaz hallerde, en küçük bir aksaklığı devletin noksanı gibi görmek, en küçük bir onarımı hükümetten beklemek huyumuz var. 
 
Burada ben elbette hükümeti, devleti savunmak niyetinde değilim. Elbette hükümet edenler  üzerine düşen görevleri eksiksiz yapacaklar. Ancak bu görev yerine getirilirken bize düşen görevler de var. Bu konuda destek vermekten, el vermekten geri durmamalıyız. 
 
Örnekle konuşalım. Devlet kural koymuş. Emeğini pazarlayan herkes sigortalanacak. Bütün emekçileri devletin bir bir izleyerek sigortasız çalıştıranları belirlemek kendi görevidir. Bunu kimseden bekleyemeyiz. “Çalıştırdığı kişiyi sigortaya yazdırmayan işvereni devlete haber ver arkadaş” diyemeyiz. En azından bugünün koşullarında diyemeyiz. 
 
ÇÜnkü o işçiyi çıkarır, sigortasız çalışmaya razı olan işçiyi işe alır. Bunu batı toplumlarında yapıyorlar. Nasıl ki, bir ülkede nüfus kaydı yaptırılmadık insan bulunmaz.  Onun gibi sigortasız çalışan da bulunmaz. Ama Allah için düşünelim, Türkiye’de nüfusa kaydı yapılmadık vatandaş yok mu? Var, hem de pek çok var. 
 
Öyle olunca bakın nasıl bir soytarılığa kadar bu iş götürülebiliyor. Maden Şirketi işçi alıyor. İşçiye diyor ki “Çocuğum var dersen seni işe alamam, çocuksuzum ben, dersen iş senin.”  İşçi çaresiz. Hemen kabul ediyor. Fakat işverende vicdan yok. Bin işçi alıyor, bini de doğuştan kısır… Bebesi beşiği yok zavallıların… Oysa, üç yüz biri şehit oldu, dört yüz yirmi dört çocuk kaldı arkalarında… 
 
Maden Şirketi sahibi bunu yıllarca uygulamış. Müfettişler gelmiş, işyerinin önünde şöyle bir kendilerini göstermişler, ne bordrolara bakmışlar, ne de işçiye sormuşlar. Şimdi şimdi bunca ölümden sonra ortaya çıkıyor. Oysa, sıradan birinin görebileceği bir hırsızlık tuzağı. 
 
Kaç kez yazdım. Ankara’da bir gazetede çalışıyorum. 1960 ihtilali sonrasındayız. Ayda bin iki yüz elli liraya imza atıyorum. Beş yüz, ya da altı yüz lira alıyorum. Müfettiş gelmiş, patronla yan yana oturuyorlar ve bana soruyor: “Kaç lira alıyorsun?” diye. Ben gerçeği söylesem, ertesi sabah kapının dışındayım… Ben yalan söyledim. Şu satırların yazarı ben o günkü yalanımın sayesinde şimdi huzurunuzdayım… Sapına kadar dürüst, dört dörtlük Gaziantepli iş arkadaşım ertesi sabah ortadan kayboldu. Yıllardır adına bile rastlamıyorum. 
 
Bizde kurallar ne yazık ki, böyle işliyor. Önce yalana dolana bulaşacaksın. Sonra sonra da ahkâm keseceksin…  İşte ben öyle biriyim.  İş piyasası ölüydü. Çocuklarım vardı. Başımızda ana yok, baba yok. İşsiz kalmayı göze alamadım. 
 
Uzun lafın kısası, ya denetimler akla uygun yapılmalı, ya da vatandaşın bir takım aymazlıkları ortaya çıkarmasına elverişli ortam hazırlanmalı. Bir devlet için zor şey değil bu. 
 
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.