1. YAZARLAR

  2. Mehmet SORAL

  3. ''Fetö Borsası ne zaman özelleştirildi?''
Mehmet SORAL

Mehmet SORAL

platform
Yazarın Tüm Yazıları >

''Fetö Borsası ne zaman özelleştirildi?''

A+A-
S.Özışık ne diyor; kendisine uğrayan ve masum olduğuna inandığı binlerce Fetö tutuklusunun dosyalarını inceleyerek isimlerini S.S'ye verip tutukluluk hallerinin veya haklarındaki davaların düşürülmesine vesile olduğunu söyleyerek, bundan onur duyduğunu açıklamasını yaparak anlattı.
Bu adam Fetö'den yargılanan binlerce insanın önce avukatı olmuş, sonra savcı olmuş, dosyalar hazırlayıp mahkeme kurmuş, hakim olup kararını vererek hükmün gereğinin yapılması için de SS'e talimat vermiş ve binlerce Fetö'cünün beraatlarını sağlamış
Ya diğerleri; bu adamlar gibi elini iktidarın yanaşma ve beslemelerine uzatamayan, onlara ulaşmak için belirlenmiş olan "Fetö borsası beraat bedeli"ni temin edememiş diğer mağdurlar, onlar ne yapacak? Adamlar resmen itiraf ediyorlar. Fetö borsasını kurmuşlar ama adını ne koymuşlar; ne kadar İslami ve ahlaki değil mi; ''Mağdur insanlara sahip çıkıp onların eli ayağı olmak''(!)
Ve ne garip; neredeyse Cumhur İttifakı trolleri ve siyasileri tarafından Fetö'nün siyasi ayağı olduğu şeklinde her vesile ile arsızca haksız ithama maruz kalan CHP, kurulmuş böyle bir Fetö borsasının üzerine gidemiyor. Oysa Cumhur İttifakı'nın yakasından tutup sarsarak ayağını yerden kesmesi gerekmez mi? Keza İYİ Parti'm de dahil olmak üzere diğer muhalefet partileri de aynı şekilde.
Bir an için S.Özışık'ın Fetö borsacılığını CHP'li bir gazetecinin, mesela Sözcü veya Cumhuriyet gazetesinden birisinin yaptığını düşünelim; İnanın ki gündeme tek hakim olan bu mevzu olurdu.
Muhalefet, iktidarın ithamlarına tepki geliştirmekten ziyada (Pekala bunu da yapacak) kendilerinin sürekli Cumhur İttifakı'na karşı aksiyoner duruşlarını diri tutacak, yukarıda bahsi geçen mevzu gibi gündemi sarsacak itiraflar üzerinden siyaset geliştirmek zorundadır ama görüldüğü üzere son derece sansasyonel bir itiraf neredeyse gündeme gelmeden unutulup gidecek niçin; muhalefetin yetersizliği.
Unutmayalım; bir insanın dayısı Fetö tutuklusu diye o kişinin siyasi ömrünü bitirmek istediler, partisini zan altına soktular, genel başkanının partiyi Fetöcüler'e teslim ettiğini iddia ettiler. Amma velakin binlerce Fetö'cünün beraatını sağladığını itiraf eden yandaş, besleme Fetö borsacısı üzerinden Cumhur İttifakı'nın üzerine gidilemiyor; çok garip değil mi?
 
''Organize suç örgütü liderinden temiz eller operasyonu''

Ülkemin haline bakar mısınız? Cari hukukumuza göre yargılanıp suç örgütü lideri olduğu şeklinde hakkında hüküm verilen birisinin; ülkemizde yaşanmış ve yaşanmakta olan arsızlık, hırsızlık ve namussuzluktan mütevelli ifşa, itiraf ve ithamlarına dayanan; temiz toplumun inşası için umudumuzu motive eden youtbe paylaşımlarına ara vermesinin hüznünü yaşıyoruz. Çok garip değil mi? "Temiz toplum" için verilecek olan savaşın öncülüğüne aynı ülkenin yargısınca "Organize suç örgütü lideri" denilen bir insanın soyunmuş olması neredeyse "Milletin umudu" haline gelebiliyor.

Buradan Cumhur İttifakı da muhalefet de kendi paylarına düşen gerekli dersleri çıkarmaları gerekir.
Cumhur İttifakı; hak, hukuk, adalet ve temiz toplum adına yönetimde tek muktedir olmalarına rağmen niçin itibar ve güvenin kendilerine olmayıp da bir "Suç örgütü liderine" olmasının nedenini sorgulamaları gerekir.
Yine benzer sorgulamayı muhalefet veya Millet İttifakı'nın yapması gerekir ki; "Eğer hak, hukuk, adalet ve temiz toplum adına arsızlık, hırsızlık ve namussuzlukların ifşası, üzerine gidilmesi ve deşifre edilmesi inisiyatifliğine bir "Suç örgütü lideri" soyunmuşsa; peki bizler ne iş yapıyoruz" demelidirler. Bunun anlamı; muhalefetin milletin nezdinde hala güçlü bir alternatif olduğu güvenini veremiyor olmasıdır. Dolaysıyla anlaşılan o ki; millet arsızlık, hırsızlık ve yolsuzluk üzerine çok öfkeli. Bunlarla ilgili sorgulama yapmaya cüret eden her kişi veya kuruma sarılıp destek vermeye hazır. Muhalafet milletin bu hazır bekleyişinin değerini bilmelidir.
Temiz toplum adına umudun adresi eğer "Bir suç örgütü lideri"nin gayretleri ise vah ki vah halimize. Bu durumda sadece S. Peker'in suç örgütü liderliği değil diğer siyasi liderlerin de liderlikleri tartışılır.
Bugün S.Perker parti kursa bu ülkede başbakanlık yapmış, bakanlık yapmış, vekillik yapmış insanların kurmuş olduğu partilerden daha çok oy alma potansiyeli varsa; o zaman millet nezdinde suç ve suçlu kavramları bir başka türlü değerlendirilip, yorumlanıyor demektir. Bu durumu "Çocuk pornocusu da parti kursa o kadar oy alır" diyerek açıklanamaz değil mi?
 
Tiksindirici borç ne demek?
 
Tiksindirici borç, iğrenç borç, gayrimeşru borç ya da korkunç borç; bir ülkenin despotik hükümetinin yerine gelen demokratik hükümetin kendinden önce gelen yönetimin edindiği borçların devletin yararına değil; mevcut ulusal ve uluslararası kanunlara uymayarak veya kanunları kendi işine yarayacak şekilde esneterek yolsuzluk içinde diktatörün kendisinin veya bir zümrenin çıkarlarına yönelik yapıldığını öne sürerek geri ödemek istemediği borçları ifade eder. Uluslararası yasalar çerçevesinde bu borçlar, devletin borcu olarak kabul edilmez ve kişisel borç kapsamına girer. Tiksindirici borçlanma yapan despotik hükümetlerin temsilcileri büyük oranda kişisel olarak da zenginleştiği için alacaklılar, borç tahsilini söz konusu dönemin yöneticilerinden tahsil etme yoluna gider. Borçların kesinleşmesi durumunda ise "devleti zarara uğratmak" hakkında yargılanır. Uluslararası hukukta bu tarz borçlar, zorlama altında imzalanan sözleşmelerin geçersizliğine benzer.
Diğer yandan diktatöryal yönetimlerle işbirliği yapan ticari kuruluşları da sorumluluk altına alır.
Tarihte Meksika, Küba, Kosta Rika, Irak, Ekvador, Haiti gibi ülkeler bu hukuktan yararlanarak diktatörlerin yaptığı tiksindirici borçların devlete ait olmadığını öne sürerek İspanya, Birleşik Krallık, ABD gibi ülkelere veya bu ülkelerden olan şirketlere karşı olan borçlarını ödemedi. Bu tür borçların halef hükümetlere yüklenmesi söz konusu devletlerin birçok yönden gelişimini engellediğinden diktatöryal rejimleri finanse eden kurum ve kuruluşlarla mücadele kapsamında ABD bu tür davaları destekledi.
Özellikle Haitili Diktatör Jean-Claude Duvalier'in devrilmesinden sonra ülkeyi %78 oranında kişisel borca soktuğu ortaya çıktı ve Haiti'nin bu borçları ödememek için yaptığı uluslararası mücadelesi dünyaya örnek oldu. (Alıntı)
 
''Uluslararası Tahkim'' Türk milletinin milli çıkarlarından üstün değildir
 
Sen demiyor musun (Birleş Milletler'in 5 ülkeye veto hakkı tanıdığı halde) "Dünya beşten büyüktür" deyip, muhataplarına destur çekiyorsun ya; eyvallah, çok da haklısın, kabul ediyoruz.
Allah'ın izniyle inşallah sen "Addaya" gittiğinde, giderayak uluslararası tahkim yasasının teminatına sığınarak 5'li çetene ve diğer yanaşma ve beslemelerine uzun vadeli sağladığın veya sağlayacağın (Kanal İstanbul da dahil) menfaatlerin iptali için Türk milleti de "Benim hak ve menfaatlerim senin 5'li çetenin menfaatlerinden ve uluslararası tahkimden daha büyüktür" deyip aynen sizin PKK ile masaya oturup bedelini binlerce şehit vererek ödediğimiz açılım sürecine "Bu bir devlet politikası" dediğiniz gibi "Kanal İstanbul" prosesi de iptal edilip buna da "Bu bir devlet politikası" demek mümkün olacaktır.
Ne yani; en kötü ihtimal kazılan çukurların hafriyat bedeli ödenir yerine de kentsel dönüşüme ilişkin devlet politikasına dönülür, buradan çıkan molozlar kazılan çukurlara doldurulur.
İstersen erken seçim kararı al sonra olup bitecekleri izle; gör bakalım neler olacak?
 
İYİ Parti yönetimi ahde vefayı gözetmezse akıbeti MHP olur
 
Ahmet Uğur Terzioğlu'nu, özgür düşünceli demokrat Türk milliyetçilerinin sistem değişikliği için yapılan referandum oylaması öncesinde verilen "Hayır kampanyası" mücadelesi sürecinde sosyal
medyadan tanıdım.
 
İYİ Parti'nin kurulması fikrinin oluşmasından tutalım da kuruluş meşruiyetinin hangi gerekçelere dayandığının Türk milletine anlatılması ve nihayetinde partinin kurulması, ete kemiğe bürünmesi, kurumsal kimliğe kavuşmasında karşılıklı danışarak, görüş alış verişinde bulunup inanmışlığımızı ve adanmışlığımızı paylaşarak büyük emek sarf etmiş bu değerli insanın İYİ Parti'den kesin ihraç talebi ile İzmir İl Teşkilatı disiplin kuruluna verildiğini öğrendim.
Şundan çok eminim ki; bu insan her gününün en az üç-beş saatini İYİ Parti için siyasi çalışmalara ayırıyor ve her daim partinin başarısı için emek sarf eden birisi. Neredeyse parti lehine paylaşım yapmadan geçirdiği gün yoktur. Eğer olur da ihracı gerçekleşirse benim bu karara yapacağım yorum başarılı insanın cezalandırıldığı şeklinde olacaktır.
Bir insanın partiye zarar verip vermediği bugün için öncelikle sosyal medyadaki paylaşımlarından anlaşılır ki; parti kurulduğundan beri tüm paylaşımları incelensin, görülecektir ki; Ahmet Bey'in partiye verdiği emek, kattığı sinerji, inanmışlığı ve adanmışlığı dışında zerre miskal hiç zararı olmamış, olmasının da mümkün olmayacağı anlaşılacaktır.
Hadi diyelim inadına hüküm verildi, ipi çekildi; bilinsin ki bu karar olumsuz bir sinerji olarak başta ben olmak üzere İYİ Parti'nin hikayesinde emeği geçen herkesin üzerinde olumsuz etki yapacaktır.
Ahmet Bey'in bir paylaşımındaki muradı ters yüz edilerek olumsuz anlam yükleyip sonra da disipline sevki için gerekçe oluşturulmuş.
 
LGBT meselesi özel bizim meselemiz haksızlık hukuksuzluk yolsuzluk yoksulluk ve demokrasidir.
 
LGBT meselesini ciddi bir problem görüp, her evden bir LGB'teli çıkacakmış gibi yaygara koparanlar vakıf yurdunda çocuk istismarlarına "Bir kerecikle bir şey olmaz" demekle yetiniyorlar.
Her LGBT'li yetişmiş birer birey olup, kendi kararlarını kendilerinin verdikleri yaştalar. Onların ne duyup ne hissettiklerinden hiç kimse sorumlu değildir ta ki; toplum düzenine ve genel ahlaka müdahale etmedikleri sürece.
Ne yani; bunlar sokakta yürüdükleri zaman çevredeki ahalinin hep beraber "Biz de sizdeniz, biz de sizdeniz" diyerek naralar atarak onlara katılıp "Acaba hanginizden olsak, karar veremiyoruz, bize yardımcı olurmusunuz" şeklinde toplu bir talebin zuhur edeceği gibi devlet erkanının evhamı mı söz konusu?
Meselenin özü nedir biliyor musunuz? Dünya üzerinde otoriter tek adamlı yönetimler her zaman sokakta toplu yürüyüşlerden ve konuşmalardan korkmuşlardır. Toplu yürüyenleri ve konuşanları; etraflarında dolaşarak kendilerini ölüme çağırmak için fırsat kollayan Azrail gibi görürler.
Niçin LGBT'liler ahlaki ve toplum değerleri bahanesi üzerinden yürüyüşleri sorun olarak gürlüyor da çocukların tecavüze uğramaları ciddi sorun olarak görülüp, cezai müeyyideleri insan yüreğini rahatlatacak düzeyde olmuyor.
Çocuklar tecavüze uğradıklarında yürüyüş yapamıyorlar, yetişkin değiller. Hak ve hukuk ihlalinden haberleri yok, suskun kalmaları da resmi otoritenin işine geliyor. Ama LGBT'lilerin yürüyüşlerinin toplu gösterişe ve resmi otoriteden hesap sormaya dönüşme riskinden korkulduğu için görüldükleri yerde şiddet kullanılarak anında dağıtılması yoluna gidiliyor.
Siz bakmayın genel ahlak ve toplum değerleri üzerinden LGBTlilerin üzerine gidildiğini. Hiç de alakası yok. Resmi otoriteden kaynaklanan arsızlık, hırsızlık, yolsuzluk, kayırmacılık gibi her türlü ahlaksızlığın toplumun her tarafına sirayet ettiğine, tarafların itirafları ile hep beraber şahit olurken, çocuk istismarcısı iğrenç yaratıklar tutuksuz yargılanırlarken; LGBT yürüyüşlerini toplum ve genel ahlak üzerinden risk olarak görüp öne çıkarmak ancak ve ancak toplumun esas muhatap olduğu sorunları görünmez kılmak için perdeleme operasyonundan öte bir şey değildir. Bu yürüyüşler toplum için herhangi bir risk teşkil etmediği gibi aksine resmi otoriteye karşı hak arama için cesaret verici eylemlerdir ki; aslında risk olarak görülen ve korkulan tarafı da budur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.