1. YAZARLAR

  2. Murat YAZAN

  3. Bildiğimiz cehennem, bilmediğimiz cennet...
Murat YAZAN

Murat YAZAN

platform
Yazarın Tüm Yazıları >

Bildiğimiz cehennem, bilmediğimiz cennet...

A+A-

Kadına şiddeti anlatan haberleri izledikten sonra çoğumuzun aklında benzer cümleler kurulur. "Bu güzelim kadın, at hırsızı kılıklı herifte ne bulmuş?" diye düşünürüz. Freud bunun açıklamasını yıllar önce getirmiştir. Özetle baba modelinin kadınların eş seçimlerinde etkili olduğunu söyler. Hepimizin babası annemizi döver ya da öldürür müydü? Hayır, ama başka davranış öyküleri vardı. Bazı babalar kendilerini fazla önemserken eşlerini ya da çocuklarını önemsemediler, öz saygılarının gelişmesine engel oldular, yeri geldi heves kırdılar, değersiz hissettirdiler. Bu tutum birçok kadın için normal baba/erkek davranışı olarak kabul edildi. Erkek böyle davranıyordu ama evdekilerin geçimini temin ediyor, onlara “nefes alıp verme” hakkı tanıyordu. Yani “normal” yaşam buydu... Bu mesaj defalarca yaşanan örnek olaylarla bilinç dışına yığıldı. Birçok kadın evlilik çağına geldiğinde –elbette kendini öldürecek adamı arayıp bulmadı ama– babasıyla benzer davranışlar sergileyen birini "farkında olmaksızın" aradı ve buldu. Küçüklüğünden beri yaşadığı cehennemini yeniden inşa etti, çünkü cennet daha güzel bir yaşam vaat etse de onun nasıl bir şey olduğunu bilmiyordu. Bildiği cehennemde yaşamayı tercih etti.

Güvenlik duygusu büyülü bir duygudur. Kendimizi güvende hissettiğimiz sürece sırtımızın yere gelmeyeceğini düşünürüz. Bilinç dışımız bunu çok iyi bilir ve bize karşı en kirli, en karanlık oyunlarını bu duyguyu kullanarak oynar. İleri doğru bir adım atacakken bizi olduğumuz yere mıhlar. Bazen çok daha iyisini yaşama şansımız varken kötü olanda ısrar etmemize neden olur.

Yaşanmış ve bilinen şeyler çoğumuz için güvenlidir. Bildiğimizin güvenli olduğunu düşünürüz. Korkuyu tarif ederken de bundan yola çıkar; "korku bilinmeyenden çekinme dürtüsüdür" deriz. Çocuğuz ve sokakta top oynayacağız, takımımıza kötü oynadığını bilsek de en yakın arkadaşımızı seçeriz. Okula başlarken arkadaş çevremizden birileriyle aynı okulda, hatta aynı sınıfta olmayı tercih ederiz. 2000’li yıllarda hala "bildiğimiz" 80’lerin şarkılarını dinleriz. Tatilde hep gittiğimiz yere gider, mümkünse aynı yerde kalır, bir önceki tatilde bize hizmet eden garsonları ve görevlileri gözlerimizle ararız. Ve bunları yaparken yalnız değiliz. Çoğu insan bizim gibi davranıyor.

Top oynarken kazanmak için daha iyi oynayan biri yerine arkadaşımızı yenilmek pahasına tercih ederiz, çünkü onunla yaşanmışlıklarımız, ortak anılarımız vardır. Onu "biliriz". Mükemmel olması gerekmez. Hatta canımızı sıkan davranışları o anda aklımızın köşesinden bile geçmez. Günümüzde de güzel şarkılar yapılıyor ama klibinin en küçük detayına kadar bildiğimiz ve sözlerini ezberlediğimiz eski şarkıların yeri ayrıdır. Bu satırları yazarken ben de Youtube listesinden alıştığım eski şarkıları dinliyorum. Tekrar da güven duygusunu oluşturan nedenlerden biridir. Denizi ve doğası daha güzel yerleri keşfetme şansımız varken bunu teper, "her zamanki" yerimizde iki hafta daha geçiririz.

Çoğumuz yaşayarak deneyimlediğimiz, bildiğimizi düşündüğümüz alanlardan, kişilerden, hayatlardan uzaklaşmaktan farkında olmaksızın kaçınırız. Asker emeklisi rahmetli büyükbabamın 70 yaşında her sabah yataktan kalkınca görevdeymiş gibi tıraşını olması tehlikeli değildir ama kendimizi değersiz hissettirsin diye farkında olmadan seçtiğimiz eş figürü sorun yaratır...

Bu yeni bir tartışma değil.

Şems-i Tebriz’i;

“Hakk'ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın.

"Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir" diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?"

derken duruma tasavvuf penceresinden güçlü bir bakış getirmişti. Tüm zamanların en çok satan kitaplarından Martı’da Richard Bach; diğer martıların aksine alıştığı kara parçasından uzaklara uçmaya cesaret edebilen Martı Jonathan’ın öyküsünü anlattı.

Bunları yazma nedenim bir şeyleri değiştirmek falan değil, öyle bir gücüm de yok. Aynı alışkanlık ve davranış örüntüleriyle yaşamaya devam edeceğiz. Bir dahaki köşe yazımı yazarken aynı Youtube listemi dinleyeceğim. Ama bazen sadece "farkına varmak" bile çok önemli oluyor. Neyi neden yaşadığımızın adını koyabilmek, cennette yaşama şansı varken sırf "biliyoruz" diye cehennemde kendimize çukur üstüne çukur açtığımızın farkına varmak...               

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.