1. YAZARLAR

  2. Fazlı KÖKSAL

  3. Atatürk'e saldırmanın dayanılmaz hafifliği
Fazlı KÖKSAL

Fazlı KÖKSAL

Ortak Ses
Yazarın Tüm Yazıları >

Atatürk'e saldırmanın dayanılmaz hafifliği

A+A-

Son yıllarda "Tarih" adına tarihi çarpıtmak moda oldu.

"Resmi Tarihi Sorguluyoruz" iddiası ile ortaya çıkan bazı madrabazlar, fesli tanzimat zamparaları, Türk'e ve Türklüğe düşman azınlık ırkçıları, hilafetin ne olduğundan habersiz hilafet özlemcileri, bid'at muhafazakârlığını İslam zanneden İslamcılar, okumayan, araştırmayan, ezberci Müslüman (!) papağanlar televizyonlarda, gazetelerde koro halinde Atatürk'e saldırıyorlar: “Atatürk yüzünden bir günde cahil kaldık.”, “Atatürk bizim dinimizi öğrenmemizi engelledi.”, “Cumhuriyet döneminde İslam yasaklandı.”, “Hilafetsiz Müslümanlık olmaz. Atatürk hilafeti kaldırarak, Müslümanları başsız bıraktı.”... Ne hazindir ki, kendilerini “Milliyetçi” olarak tanımlayan bazı kişiler de, benzer “muhafazakâr” (!) gerekçelerle Atatürk’e saldırdılar.

Ve ilginçtir, bu saldırılar her milli bayram sırasında zirveye taşınır... Atatürk’e saldırmanın dayanılmaz hafifliğine kapılan bir güruh, Milli Bayramları sanki Atatürk’e saldırma günü ilan ederler... Nitekim “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramında” da, bu güruh yine Atatürk’e saldırıda sınır tanımadı... Atatürk’ü, Anıtkabiri’i hedef alan paylaşımlar birbirini kovaladı...

Bu iddia sahipleri ya 1923 öncesi Türkiye’den habersizler. Ya da en iyi ihtimalle, peşin hükümlüler.

Şevket Süreyya Aydemir’in hayat hikâyesini anlattığı "Suyu Arayan Adam"  isimli kitabında, yedek subay iken karşılaştığı “Anadolu İnsanı”nı anlattığı şu bölüm “Cumhuriyet öncesi Türkiye”yi tanımamızı sağlayacak en ilginç metinlerdendir;

“Yaz sonuna doğru alayın makineli tüfek bölüğüne (Kafkas cephesinde) geçtim. İlk işim, talim saatlerinden başka bir de ders saatleri ayırmak oldu. Bu makineli bölüğünde, İstanbullu bir başçavuştan başka okuma yazma bilen kimse yoktu. Derse başlarken İstanbullu başçavuşa dersi sadece dinlemesini, sual cevaplara katılmamasını söyledim. Sonra da askerlere sordum: 'Biz hangi dindeniz?' Hep birden: 'Elhamdülillah Müslüman’ız!' diye cevap vereceklerini sanıyordum. Öyle olmadı. Kimisi 'İmamı Azam dinindeniz' dedi, kimisi 'Hz Ali dinindeniz' dedi, arada 'İslam’ız' diyenler de çıktı...

'Peygamberiniz kimdir?' deyince, akla gelmez peygamber isimleri ortaya atıldı. Hatta birisi: 'Enver Paşadır.' dedi. İçlerinden peygamberin adını duymuş olan birkaçına da: 'Sağ mı? Ölü mü?' deyince, iş gene çatallaştı. Bir kısmı 'sağ', bir kısmı 'ölüdür' tarafını tuttu. 'Peygamberimiz sağdır' diyenlere: 'O halde peygamberimiz hangi şehirde oturur?', diye sordum. İstanbul’da, Şam’da, Mekke’de oturtanlar oldu.

Hiç biri namaz surelerini yanlışsız okuyamadı. 'Köyünde cami olan ayağa kalksın' dedim, birkaç kişi kalktılar. Köylerinde mektep olan bir tek kişi çıkmadı.

İlk ders beni sarsmıştı. Bu bölük o zamanki milletin bir parçasıydı. Hepsi de Anadolu köylüleriydiler. Asıl şaşkınlığım ikinci derste oldu. Daha ilk sual cevaplarında anlaşıldı ki, bu askerler yalnız hangi dinden olduklarını değil, hangi milletten olduklarını da bilmiyorlardı.”

“Biz hangi milletteniz?” deyince her kafadan bir ses çıktı. 'Biz Türk değil miyiz?' deyince de hemen, 'Estağfirullah!..' diye karşılık verdiler.

Türklüğü kabul etmiyorlardı. 'Estağfurullah!..' diye cevap verenlerin görüşüne göre Türk demek Kızılbaş demekti.

Dininde, milliyetinde birleşemeyen bölük, dersler ilerledikçe görüldü ki, devletin şekil ve adını, vatanımızın neresi olduğunu da bilmemektedir.

Bu adamlarla, bu birbirini tutmayan, birbirine yapışmayan insan malzemesiyle hangi toplum yapısı düzenlenebilir? Galiba biz kendimizi aldatıyoruz. Galiba ileride Turan’ı kurmak isterken, gerçekte, arkamızdaki Türkiye bile bizim değil... Hatta ilk iş, belki de Turan’dan önce Türkiye’yi kurmak ve kazanmak.”[1]

Bu hatıra metni bile tek başına “Atatürk yüzünden bir günde cahil kaldık.”, “Atatürk bizim dinimizi öğrenmemizi engelledi.”, “Cumhuriyet döneminde İslam yasaklandı” iddialarının ne kadar mesnetsiz olduğunu gösterir... Demek ki, Yavuz Sultan Selim ve II. Abdülhamit dışında hiçbir padişahın siyasi argüman olarak kullanmadığı, adı var kendi yok “hilafet”; Anadolu İnsanına bırakın temel dini bilgileri, dininin adını bile öğretememişti... Ama dün cevaplanamayan basit soruları, bugün tahsil düzeyi ne olursa olsun herkes cevaplayacak durumdadır...

Her insan gibi Atatürk de eleştirilebilir. Ama eleştiri ile yalanın, iftiranın, düşmanlığın da farkı olmalıdır. Bu milleti Türkçe hutbeyle, Kuran-ı Kerim Mealleri ile Sahih-i Buhari Tercümeleri ile tanıştıran, dinini birincil kaynaklardan öğrenme, camide söyleneni anlama imkanını hazırlayan bir lidere “dinimizi öğrenmemizi yasakladı” demek, en hafif tabiriyle; insafsızlıktır...

Devletimizin adını “Türkiye” yapan, “Ne Mutlu Türküm diyene” diyerek Türklük gururunu bu millete yaşatan, Gençliğe Hitabesini “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” diyerek bitiren, Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu'nu kurarak bilime dayalı bir milliyetçilik anlayışını yerleştirmeye çalışan, her fırsatta Türk Milliyetçisi olduğunu söyleyen bir lidere, kendisine “Türk Milliyetçisi” (?) diyen bazı kişilerin karşı olmalarını anlamak ise mümkün değil…

Atatürk’e düşman olmak, Türk Milletine düşman olmaktır…


[1] Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 101-106. 20. Basım, 2008 Remzi Kitabevi-İstanbul

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.