Zeytinyağlı yiyemem aamaan!.. (2)

Hülya SEZGİN

Başlığa aldırmayın siz. Bal gibi de yerim zeytinyağını. Hele mis kokulu taze sıkılmış ise … Hem de ekmeğin tülü tarafından bandıra bandıra yerim. ..

Biz Egeliyiz… İzmirliyiz… Zeytinin ve zeytinyağının yararlarını saymama gerek yok ama yeni edindiğim bilgiye göre şu koronadan hepimizin bunalıp, çözüm aradığımız günlerde ona da iyi geldiğini öğrendim. Asparagas değil, koca koca profesörler söylüyorlar. Zeytin yaprağı ve taze yeşil zeytinde bol miktarda bulunan olyuropein koronanın bulaşmasını engellemekle kalmıyor, aynı zamanda tedavisini de kolaylaştırıyormuş. İki aydır birkaç fabrika çalışanı ve binlerce kişide yapılan deneylerde sabah akşam günde iki kez içirilen zeytin yaprağı çayı sonucu korona vakası sıfırlanmış. İstanbul’da da üç hastanede etkisi ölçüldüğünde koruyucu olduğu görülmüş. Üstelik tat ve koku alma duygusunu kaybeden hastaların üç günün sonunda hislerini geri kazandığı da tespit edilmiş.

Vallahi yalansa da ben Prof. Dr. Gülendam Tümen ve Prof. Dr. Fatih Satıl’ın yalancısıyım. Üstelik Prof.Dr. Ahmet Rasim Küçükusta da pek çok hastalığa iyi geldiğini söyleyerek tarifini veriyor. “Bir bardak kaynamış suya bir çay kaşığı dolusu zeytin yaprağını atın ve beş dakika dinlendirip için. Ben ıhlamur, biberiye ve biraz da tarçın ekliyorum. Hem daha lezzetli oluyor, hem de daha faydalı olduğuna inanıyorum” diyor..

Yine de ciddi rahatsızlığı olanların doktoruna danışmalarını öneririm ve elbet Maske Mesafe Temizlik kuralına da daha çok dikkat etmeliyiz… Çünkü çember her geçen gün daha çok daralıyor…

İzmir yarımada sakinleri olarak biz yine çok şanslıyız. Çünkü genelde evlerimiz bahçeli ve dokuz aydır süren bu hapis hayatında bahçelerimizde meyveydi-çiçekti, ottu-böcekti… Bahçe komşuları ile karşıdan karşıya sohbetti derken çok da bunalmadık hani. Ancak apartman dairesinde oturanlar çok zordalar. Yani korona bize yeşilin, doğanın, güzel komşuluk ilişkilerinin, sosyal olmanın önemini ve doğaya bilinçsiz müdahalenin yanlışlığını da öğretti.

Öyle sanıyorum ki bizim pek çoğumuzun bahçesinde ya da yeşil alanında mutlaka zeytin ağacı vardır. Ancak üzücü ama merkez yerlerde zeytin ağacı görmemiş çocukların da varlığına inanıyorum.

Gelelim “Zeytinyağlı yiyemem aman” türküsünün acı gerçeğine…
Sanırım beş ya da altı yaşlarındaydım. Kabarık kloş etekli elbisemi giydim. Saçlarımı at kuyruğu yaptı annem, ucuna da kırmızı bir kurdele bağladı yine açmış gül gibi kabarığından. Ayağımda kırmızı rugan pabuçlarım. Kelebek gibiyim. Sevinçten uçuyorum. Elinden tuttum annemin, düğüne gidiyoruz. Çankırı'da o zamanlar düğün açıkhava sinemasında olurdu. Yalnız kadınlar gelirdi düğüne. “Kör Hasan” lakaplı görme engelli bir şarkıcı amca çağrılırdı çalgıcı olarak. Bu amca elinde udu ön taraflara oturur, hem çalar, hem söylerdi. Görmüyor ya! Kadınlar rahat...
O günlerde moda bir türkü söylenirdi. İşte gene çalgıcı amca onu söylemeye başladı gittiğimiz düğünde de.
“Zeytinyağlı yiyemem amaaaan... Basma da fistaaan giyemeeem aamaaaan...
Senin gibiii zaaaliiimeeeee... Ben efendiiiim diyemeeeem aamaaan...”
Hasan amca udunun tellerine vurdukça vuruyor, kadınlar şakkıdı şakkıdı bir güzel oynuyor. Ben keyiften dört köşe... Az sonra üstümüze avuç avuç şeker atacaklar çünkü. Sandalyelerin arasından toplayacağım çokça. Hatta bazı teyzeler de kaptıkları şekerlerden bana verecekler. Ceplerimi tıka basa dolduracağım. E daha ne olsun o yaştaki çocuk için. Mutluluk bu!..

Benim öyle olur hep zaten. Bir şarkı dilime dolandı mı bütün gün onu söyler dururum. Hatta eski Türk filmlerinde de filmi seyrederken elimde kağıt kalem karanlıkta acele ile şarkı sözlerini yazardım. Sonra eve dönünce hep söylerdim. Elbet yazamadığım, atladığım yerleri de kendime göre uydururdum...
Gene öyle oldu şarkıyı söylüyorum ama bu kez sözlerini anlamaya çalışıyorum:
“Zeytinyağlı yiyemem...”
Hııımmm demek ki zeytinyağı iyi bir şey değil. Annem zeytinyağlı pişirirse yemiyorum.
“Basma da fistan giyemem amaaan...”
Rahmetli babam Sümerbank'tan çiçek desenli bir top basma alır; annem ondan babanneme, kendisine, ablama ve bana elbise dikerdi. Kızılay dağıtmış gibi hepimiz bir örnek giyerdik elbiselerimizi. Sonra ablam isyan etti de babam farklı kumaşlardan ayrı ayrı kestirmişti elbiselik basmamızı. Hayatta artık basma elbiseyi giymem. Türküdeki kadın giymiyor ya! İyi bir şey olsa o giyerdi. Jarseler ne güzel... Parlak parlak... İpek gibi kayıyor... Ondan isterim...
Aaah ah!.. Çocuk aklı işte... İnanırdım... Oysa basma pamuklu, teri emer, sağlıklı... Jarse öyle mi ya! Ter emmez, üstelik terletir, sağlıksız naylon...
Geçtiğimiz günlerde okudum. Türkünün hikâyesini Prof.Dr. Kenan Demirkol ne güzel yazmış. Meğer işin içinde iş varmış. Buyurun okuyun:


“Marshal yardımının koşullarından biri Türkiye'nin ABD’den mısırözü yağı almasıdır.
Yine aynı dönemde yüz binlerce zeytin ağacı sökülerek bir katliam yapılır.
Türk insanı zeytinyağından soğutularak mısırözü yağına ve margarine alıştırılır.
Bursa yöresine ait bu türkü 2 Kasım 1954 tarihinde İhsan Kaplayan'dan kaynak gösterilerek Muzaffer Sarısözen tarafından derlenmiştir.
Marshall Planı 2. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir.
Aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan uyarınca ABD'den ekonomik kalkınma yardımı almıştır. ABD geçmişten beri dünyanın en büyük mısır üretici ülkesidir.
ABD birikmiş olan mısır dağlarını eritmenin bir yolu olarak mısırözü yağı ihracatını keşfetmiştir.
Marshal yardımının koşullarından biri Türkiye'nin ABD’den mısırözü yağı almasıdır
Buna koşut olarak Türkiye’de ilk margarin fabrikası kurulur.
Yine aynı dönemde yüz binlerce zeytin ağacı sökülerek bir katliam yapılır. Kalan zeytin ağaçlarından elde edilen zeytinyağının büyük bölümü ABD tarafından Dolar karşılığı alınır ve mısırözü yağı TL. karşılığı satılır.

Türk insanı zeytinyağından soğutularak mısırözü yağına ve margarine alıştırılır. Bu amaçla zeytinyağı "Isınırsa kanser yapar" gibi yalanlar uydurmaktan da geri kalınmaz.
Bununla da kalınmaz, kötülemek için tıpkı bugün yapılan halkla ilişkiler endüstrisi çalışmaları gibi “Zeytinyağlı yiyemem aman, basmadan fistan giyemem aman...” diye türkü sipariş edilir ve ülkenin en popüler türküsü yapılır.
Katı yağ/margarine mahkûm edilen halk, 20-30 yılda bir kaşık yağa bile muhtaç hâle getirilir.
Basma giyen kadınlar, plastik giysilerle tanıştırılır…” diye anlatıyor Kenan hoca…

Yine o dönemlerde İspanya'dan odun kömürü istenir. Tonlarca alacaklardır. Savaştan çıkmış genç Türkiye Cumhuriyeti'nin paraya ihtiyacı vardır ve bu isteğe çok sevinirler. Yalnız İspanya'nın tek şartı vardır “Kömür zeytin ağacından üretilecek!..” Binlerce ağaç kesilir, kömür yapılarak ihraç edilir... Bir süre sonra bunun arkasındaki plan açığa çıkar. Zeytinyağı üretiminde lider olan Türkiye gerilemiş, İspanya lider olmuştur. Bu gün zeytin yahudi ağacı diyenler, kesmek isteyenler aynı amaca hizmet etmek için çalışmakta. Zeytinlerimize sahip çıkmalıyız… . Küçücük toprağınız varsa zeytin dikin... Benim bahçemde var ve yıllardır ben zeytin almam, kendi zeytinimi yerim...
İşte böyle ne acı değil mi?