Yine yol göründü...

Hülya SEZGİN

Şubat ayının son günleri... Dışarıda pırıl pırıl bir güneş... Sabah yürüyüşümü yaptığım karşı tepelerde ise mor sümbüller, kırmızı, turuncu laleler açmaya başladı bile. Zeytin ağaçlarının altı alabildiğince bembeyaz papatyalarla bezenmiş. Evde oturasım gelmiyor. Dışarı çıkmak dağ bayır dolaşmak, mis gibi tertemiz havayı solumak istiyorum. Buralarla yetinmemek... gezmek...gezmek istiyorum...

Güzel Allah'ım sanırım benim bu dileğimi duydu ve bana son gürlüğü verdi. Çünkü çalışma hayatımda ancak senelik izinlerde kısa bir süre gidebilirdik gezmeye. O da çoluk çoluk hepimizin gezme ihtiyacını giderecek türde olurdu ve genelde deniz, kum, güneş üçlüsü idi bu gezmeler. Oysa ben kültür gezisi istiyordum... sanat gezisi istiyordum. Geçmişimizi, kültürümüzü, insanımızı tanımak istiyordum. Önce kendi yurdumu, sonra başka ülkeleri görmek istiyordum. Yalnızca gezip görmek değil, oralarda yaşamak istiyordum. İşte az önce dedim ya “Allah son gürlüğü verdi.” diye, şimdilerde bu dileğim gerçekleşti...  


Artık gezmek eskiden olduğu gibi erişilemeyecek fiyatlarda değil. Hele bir de erken rezervasyon yaparsanız kendi imkanlarınızla gidip gezmekten daha bile ucuza mal oluyor kimi zaman tur gezileri. Üstüne üstlük rehberlik hizmeti de alıyor ve nerede kalırım, ne yaparım diye kara kara düşünmüyorsunuz. Ancak benim istediğim bu değil. İzole bir biçimde bana sunulan gezi rotası değil beklediğim. Şehrin arka sokakları, köyler, dağlar bayırlar benim görmek istediğim. Ve yalnızca görmek değil... yaşamak da istiyorum oralarda. Bir örnek vermem gerekirse Azerbaycan'a gittiğimde... Bakü'nün içinde geziyoruz; bir görkem, bir şatafat, bir ışıltı... Çok güzel... Yol kenarlarında “Sur” dedikleri pano gibi şeyler var. Kiminde röliyefler... kiminde desenler... Ancak o surların arkasına geçtiğinizde gerçek yaşamla karşılaşıyorsunuz. Fakirlik, gecekondu... Yani asıl halk pek de sanıldığı kadar zengin ve şatafat içinde değil... Bunu turla gezerseniz göremezsiniz elbet. Ben ressam arkadaşımın davetlisi olarak gittiğimden ve evlerine de konuk olduğumdan sur arkasını da görebilmiştim.


İşte şimdi bu güzel   bahar gününde başka bir ülkeye çevirdim rotamı. Macaristan'a gidiyorum. Julianna Illes Majör'ün davetlisi olarak. Julianna orada belediyede kültür müdürü ve böyle çalıştaylar ve ressamlar kolonileri düzenliyor. Geçen yıl da çağırmıştı ancak ne hikmetse yolladıkları fax bir türlü elime ulaşmadı. Julianna yolladığını söylüyor ve fax alındısını gönderiyor, oysa o zamanlar yazdığım gazete çalışanları gelmediğini söylüyordu. Velhasıl gidemedim. Çünkü Macaristan Büyükelçiliği Ankara'da ve yeşil pasaportum olmadığı için vize işlemim uzun sürüyor. Julianna “Gel Hulya, ben büyükelçiliğe telefon ederim.” dese de korktum yetişmez diye. Çok üzülmüş ama gidememiştim...


Bu yıl davetini yenileyince bir ay öncesinden işlemlere başladım aksilikle karşılaşmamam için. Aslında işlemleri yapıyorum ama diğer yandan da kızıyorum. Memleketime tam yirmi beş yıl bankacılık yaparak hizmet vermişim, emekli olmuşum. Şimdi ise gönüllü yazarak kalemimle ve sanatımla hizmet vermeyi sürdürüyorum. Ama devletim beni adamdan saymıyor. Diğer yandan bir öğretmen eşi, ya da asker eşi, devlet memuru eşi hanım hayatında hiç çalışmamış ama yeşil pasaportu var!.. Benim yok... Elbet onların olsun, gözüm yok. Ancak devletim beni de yok saymasın. Bu ülkeye emek verdim ben. Karşı ülke ise benden iltica ederim diye korkuyor, ama hiç çalışmamış birinden korkmuyor!.. Acaba yalvarsalar oralarda kalır mıyım? Güzel memleketimi hiç bırakır mıyım?  

Ama gel gör ki durum böyle!.. Bu ne yamaaan çelişki anneee!..

Neyse elçiliğe telefon ettim. Yardım istedim. Ankara'dan çok sevdiğim ressam arkadaşım Asiye Aytan ile birlikte gideceğiz. Asiye'nin benim evrakımı ve davet mektubumuzu onlara getirmesi halinde vizeyi verip veremeyeceklerini sordum. Kabul etmediler. Bu işleri takip eden iki arkadaşın telefonunu verdiler. Yani evrakı Asiye götürürse olmuyor, o arkadaş götürürse oluyor!.. Neyse buna da şükür. En azından Ankara'ya gitme derdinden kurtulacağım. Bir zarfa istenilen belgeleri, pasaportumu ve hizmet ücretini koyup yolladım. On beş gün sonra vizem alınmıştı.


Koskoca bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının Konya kenti büyüklüğünde bir ülke olan Macaristan karşısındaki görüldüğü değer gururumu incitse de, Julianna'ya verilmiş sözüm vardı. Ve oraları görmek istiyordum. Öfkeme yenilmenin sırası değildi...  


Uçağımız İstanbul'dan aktarmalı olarak gidecek. 1 Mart 2014 Cumartesi günü Ben Izmir'den, Asiye Ankara'dan uçacak ve İstanbul'da buluşacağız. Sonra ver elini Budapeşte. Oradan Balatoon Gölü kenarında bir otelde 10 gün kalacağız. Çeşitli ülkelerden gelen toplam 12 ressam olacağız. Resim yapacağız. Macaristan'ı gezeceğiz. Tanışacak, kaynaşacağız. Yeni dostluklar kurulacak, yeni kapılar aralanacak... Sonra ben de Julianna'yı çağıracağım... Sanat böyle bir şey işte. Dostluk, barış, sevgi aracı...

Heeey... çok heyecanlı ve çook mutluyuuum...  


Hülya Sezgin/ hulyasezgin@hotmail.com
Yine yol göründü...