SUÇÜSTÜ YAKALANANLAR

Nurullah AYDIN

Türkiye gündemi çok hızlı değişim gösteriyor.

Bunda temel neden; 90 yıllık modern cumhuriyet rejiminin işleyişi ile ilgili, devlet kurumlarının yapısıyla ilgili, çağdaş değerler yerine din görüntülü çıkar odaklı siyaset ve yaşam anlayışıyla ilgili genel kabullerin tersyüz edilmesidir.

Varolanla değiştirilmek istenen arasında her zaman varolan çekişme; bu kez kendi içinde çatışmayı getirdi. Öylesine ki; devlet, kurum, yargı, siyaset, bürokrasi, asker, polis, gazeteci, iş adamı tartışma konusu edilirken, İslam dinin ne olduğu da tartışılmaya başladı, Müslüman için neyin önemli, neyin önemsiz olduğu da ayrışmaları getirdi.

Evrensel hukuk kurallarına, anayasa ve yasalara aykırı fiillerin cezalandırılması; hukuk devletinin temelidir.

Yasama ve yürütme erkleri yanında yargı erkininde görevini yapması; devlet yönetiminde, normal yaşamda her zaman var olan bir uygulamadır.

Amaca niyete göre değişse de yapılan hukuk dışı iş ise; yargısal işlemlerdir.

Ancak yetki ve güce sahip olanlar için yapılan; muhalifi veya rakibin kuvvetli ve zayıf yönlerini tespit ederek etkisiz hale getirmektir. Kamu görevlilerinde siyasetçilerde akademisyenlerde, gazetecilerde ne yazık ki algılanan gerçek bu.

Peki ama bu kişiler neden bu kadar ürküyor, korkuyor, endişe duyuyor.

Bir şeyi olmayan kişi endişe duyar mı? Duyabilir. Duyanlar da haklılar.

Herkeste bu endişe var. Öylesine ki normal evde, pastanede, büroda oturanlar birbirlerine bu uyarıyı yapmak zorunda kalıyorlar artık. Yanında çalışanlara kuşku ile bakıyorlar.

Tüfek icat edilince Köroğlu‘nun dediğini hatırlıyorsunuzdur: Eyvah, delikli demir çıktı, mertlik bitti sözü halk arasında kullanılmaktadır.

Aynı Köroğlu bugün yaşasaydı, politik arenaya bakıp emin olun şu lafı ederdi: Eyvah, geldiler, dinleme, dosyalama, takip, soruşturma, suçlama, etkisizleştirme yaşamın parçası haline geldi!

Peki ikide bir ne mi diyorlar? Diyorlar ki; yalan, iftira, dış güçler, önümüzü kesmek için yapıyorlar. Böyle bir ifade suçüstü yakalanma halidir.

Makamların; hukuk devletinde görev yetki ve sorumluluk alanları, anayasa ve yasalarla belirlenmiştir. Makamlar, en-üst icra makamıdır, yanlışı, eksiği, gediği, dosyası olandan hesap soracak en zirve kurumlardır. Ancak gelin görün ki Türkiye’de yetki de sorumlulukta görev alan tanımı da makama gelen tarafından belirleniyor. Yani her kurum o kurumun başında kim varsa ona göre yönetiliyor.

Görülüyor ki; yönetim-siyaset-yargı- medya-sermaye artık ciddi erozyona uğramıştır.

Var olan müthiş teknolojik imkanlarla herkes izlenebildiğinden, arşivler tutuluyor. Zamanı gelen bir konu oldu mu da o dosya özel ambardan alınıp hemen servis ediliyor.

Genel kanaat; meydan okuyan ama sonra aniden çark eden bazı isimlerin bu tür dosyalarla kasetlerle korkutulduğudur.

Birçok siyasetçi, gazeteci, akademisyen yanında yargı mensuplarında da böyle bir şüphe var. Bu şüpheyi vatandaş da yaşıyor. Vatandaş ne yapsın?

Siz hiç sarrafın bağırdığını duydunuz mu?

Kıymetli malı olanlar bağırmaz.

Zerzevatçı bağırır ama kuyumcu bağırmaz.

Eskici bağırır ama antikacı bağırmaz.

Düşünen bağırmaz. İnsan bağırırken düşünemez.

Düşünemeyenler ise hep kavga içindedir.

 

Şerefle bitirilmesi gereken, En asil görev, hayattır.

Bir lokma ekmek için, Şerefini çiğnetmeye,

Bir anlık eğlence için, Servetini tüketmeye,

Bir zamanlık mevkii için, El ayak öpmeye,

Günlük menfaatler için, Onurunu terketmeye,

Bir kısım insanlara kızıp; Tüm insanlara düşman

Olmaya değmez bu hayat…

 

GüNüN SöZü: Dürüstçe hakkı savun, adaletli ol, bilerek ve hissederek uygula, insan olarak yaşadığını anlarsın.