SÖZBAŞI

Prof. Fatih BAŞBUĞ

Dünya gündemi hızlı şekilde değişirken, bu hafta Türk-İslam coğrafyasını yakından ilgilendiren bir gelişme yaşanmıştır. Kudüs, üç semavi dinin kadim şehri, bir simge şehir olarak, binlerce yıllık tarihe sahiptir. Üç dine hitap eden kutsal mekânlara ev sahipliği yaparken, yeryüzünde her coğrafyada hak sahibi olduğunu ileri süren bir devletin, korozyon çabasına maruz bırakılmıştır. Bu durum, sadece Yahudileri sevindirmemiş, Hristiyan âleminde de duyarsız bir yaklaşımla kabul edilmiştir. Kudüs, Üç semavi din için büyük öneme sahiptir. Yahudiler, İsrail Kralı Davud’un Milattan önce bu şehri İsrail Krallığının başkenti olarak kurduğunu ve oğlu Kral Süleyman’ın ilk tapınaklarını bu şehirde inşa ettiklerini iddia etmektedirler. Hristiyanlar için Kudüs kutsaldır. Sebebi, Hz. İsa bu şehirde çarmıha gerilmiştir. Ayrıca Hz. İsa’nın hac noktalarından biri sayılmaktadır. Müslümanlar için önemi, ilk kıblemiz, Kuran’a göre Hz. Muhammed’in Miraç’a yükseldiği noktadır. Dolayısıyla bütün insanlığa hitap eden dünya üzerindeki en kutsal şehirdir. ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmesi hamlesi sonu belirsiz, huzurdan uzak ve kan dökülmeye müşahit, bencilce hazırlanan bir ortamın habercisi niteliğindedir.

Tarihinde iki kez yok edilen, yirmi üç kez işgal edilen, elli iki defa saldırıya uğrayan, kırk dört kez el değiştiren bu şehir, yine tarihsel bir olaya şahit olmaktadır. Birleşmiş Milletler kararlarına göre ayrı bir yönetim planı olması gereken Kudüs’te Arapların bu duruma karşı çıkarak, bölüşme yolunu tercih etmeleri, Kudüs’ün yasal pozisyonunun değişmesine zemin hazırlamış ve bunun neticesi olarak şehir, Batı ve Doğu olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Batı Kudüs, İsrail’in denetimi altındadır ve İsrail yönetimi uluslararası toplumun tanımamasına karşılık, 1980 yılında Kudüs’ü başkenti olarak zaten ilan etmiş bulunmaktadır. Birleşmiş Milletlerin Kudüs’e uluslararası statü vermesine rağmen, İsrail’in aldığı bu karar, tartışma konusudur. Ancak ABD, bu başkent yapma girişimini destekleyerek, adeta Birleşmiş Milletlerin almış olduğu kararı görmezden gelmektedir. Filistin haritası incelendiğinde, toprakları bölünmüş, iki farklı adada parseli bulunan bir yapı dikkati çekmektedir. Bütün buna ek olarak Filistin sınırları içinde kalan Kudüs’ün de özerk bir statüsü varken, oranın kontrolü altındaki kısmını başkent ilan eden İsrail, açıkça Filistin devletini tarihten silmek ya da o topraklardan tamamen çıkarmak ister bir görünüm içindedir. Suriye’deki mültecilerin durumu ortadayken, böyle bir yaklaşım içinde olmak, ateşle oynamak gibidir.

Kısa vadede çözüm bulunacağa benzemeyen bu olayın Türk sanatı, dini, araştırmalarına ne gibi bir tahribatı olacağı kestirilememektedir. Osmanlının dört yüz yıl hâkim olduğu Kudüs, Türk edebiyatında Kenan ili olarak geçen bölgenin en kadim şehridir. “Şark’ın en sevgili Sultanı” Turanşah, Böri, Tuğtekin, Şahinşah ve Adil Ebu Bekir’in kardeşi Selahaddin Eyyubi’nin bu şehre bıraktığı izlere Batılılarca yapılan saldırılar bilinmektedir. Hezekiel’in İsrail Tanrısı için ebedi mekânı olarak tasarladığı  “Üçüncü Tapınak” hayali gerçekleşme noktasına gelmiştir. Hristiyanlık ve Musevilik dini mensupları kol kola girerek, ayrıştırıcı bir politikayla İslam dünyasını yok saymaya devam etmektedirler. Tarihsel anlamda zıt bir kenetlenme gerçekleşmiş ve ortak düşman olarak İslam’ı hedef alan bir anlayışı geliştirmişlerdir. İlerleyen süreç, hayatımıza nasıl bir bakış açısı getirecek bunu yaşayarak göreceğiz.