Sarı ve kara civcivler...

Bahri YILDIZBAŞ

Ülkesini satmış, kaçmış gelmiş ve kucak açtığımız milyonlarca haini, mülteci diye ülkeye doldurmuşuz. 

Depremde hırsızlık ve ahlaksızlık yapan üç beş kişiyi  döverek, işkence yaparak ve videoların yayınlayarak konuyu çözdüğümüzü zannediyor, rahatlıyor ve havalara giriyoruz. 

Böylesine sıradan olaylarda, psikolojik bunalımlarımızı dışa vurarak, şiddet ve güç savaşıyla rahatlıyoruz. 

Ülkemiz insanının ciddi şiddet meyilli olduğunu, küçük hırsızlıklar ve sıradan namus konularında hassas davrandığına şahit oluyoruz. 

Büyük hırsızlıklarla, talanlarla, yalanlarla, yakanlarla, yıkanlarla, gasp edenlerle ve ahlaksızlıklarla ilgilenmeye, gerek bile duymuyoruz. 

Minik bir hikayemle, anlaşılır yapayım: 

Bir kadın, kuluçkaya yatıracağı tavuğunun altına 30 tane yumurta bırakıyor. Bir şey dikkatini çekse de, ‘yumurtadır işte’ diyerek bekliyor ve günü geldiğinde hepsinin sarı civciv olması gerekirken, dört tanesinin kara civciv olduğunu görüyor. O kara kara civcivler, diğer civcivler gibi ses çıkarmadıkları gibi, onlar gibi, ‘arpa buğday de dik dik’ muhabbetine katılmıyor ve sürekli göklerdeki kuşları izliyorlar. Kara kara civcivler büyüyüp kara kara ferik olduklarında, kadın o farklı yumurtaların karga yumurtası olduğunu anlıyor ve kanatlanıp uçuyorlar. Soylarıyla buluşup, karga olarak evin üzerinde uçmaya ve yerlerini bildikleri erzakları çalmaya başlıyor, onlara kızan kadına tepki olarak ortalığı dağıtıyor ve üzerlerine pisleyerek uçup gidiyorlar. 

Bizler ise; başımıza, yüzümüze, gözümüze, elbisemize ve hatta ağzımıza düşen karga bokuna, "başıma talih kuşu kondu" diye seviniyoruz.

Kızılırmak’a bir güzelleme söylemesi istenen aşığın, kendi evladı da dahil, bir sürü yavruyu kurban yerine yutmuş olan Kızılırmak’a; "Hangi kanını sayayım, oy Kızılırmak" diye başladığı gibi; aymazlık ve utanmazlıklar, saymakla bitse.

Hani, hırsız diye dövdüklerimiz var ya? Biz getirdik, büyüttük, besledik, ağa babalarını iş insanı, dernek başkanı ve söz sahibi yaptık. Bu sürede bir çoğumuz olanları kabullenmesek de, susmayı ve ete dert katmamayı tercih ettik. Otoriteden korktuğumuz İçin, bahane bulmuşken deşarj oluyoruz. Yedi milyonu nasıl döveceksiniz ki, zaten gücünüz yetmez ve intikam günleri de olacaktır. 

Yıkılan, canları alan ve ocakları söndüren binaların müteahhitleri onlar olmadığı gibi; ruhsat veren, imza atan yapı denetçisi, inşaatçı, firma yetkilisi, beton patronu, imar plancısı, mimar, mühendis ve devlet yetkilisi de onlar değiller ki. 

Onlar, tavuğun altına bıraktığımız kuluçka yumurtalarının, farklı olanlarından çıkan kara civcivlerin asaletlerine karışan ve darıyı tanımak istemeyen minik hırsızlarıdır. 

Bir de, büyük talih kuşlarımız vardır ki: Onların yaptıklarına şükür ediyor ve "Başımıza, talih kuşu kondu" diye, yıllardır silip silip temizleyerek, talihli bir şekilde yaşayıp gidiyoruz. 

Biz, küçük ve amatörce yapılan hiç bir şeyi sevmiyoruz. Profesyonelliğe önem veren, profesyonelce yapılanları alkışlayan, hiç okumadan ve araştırmadan her konuda fikir belirten bir uzman ve entelektüel, kahvede hükümet kuran, mahallede iktidar deviren, sokakta dağların hakimi Köroğlu gibi heybetli, makam, servet ve yetki sahiplerini görünce ‘hürmetler’ demeyi ve onların fikirlerini önemsemeyi seven, bilim insanı ve derya gibi bilgi dağarcığı olanlara; ‘hain’, ‘ne anlar’, ‘cahil’ demekle övünen yüce bir toplumuz...