Sansür ve otosansür

Murat YAZAN

80 darbesi öncesi…

Bir film senaryosunda; “Araba arkadan hızla gelir ve Süleyman’ı sollayıp geçer” yazmaktadır. Gayet masum bir sahne tarifi değil mi? Bir araba gelecek, filmin Süleyman karakterinin kullandığı aracı sollayıp geçecek. Ama dönemin şartlarında iş hiç de öyle değildir. Sinema eserleri için sansür kurulu vardır ve “havadan nem kapan” bu kurul akıllara ziyan kararlar vermektedir. Bu cümle senaryoda kurul tarafından sansürlenir. “Neden sol lafı geçiyor? Geçtiği adamın adı neden Süleyman? (Süleyman Demirel’in kastedildiğini düşünmüşler), siz ne demek istiyorsunuz?” diye sorarlar.

Türk Dil Kurumu sözlüğünde sansür; “Her türlü yayının, sinema ve tiyatro eserinin yayınının ve gösterilmesinin izne bağlı olması, sıkı denetim” olarak açıklanır. Başlı başına bir garabettir. Özellikle 80 öncesi ve 80’lerin başında birçok eser ve sanatçı bu garabetten paylarını almıştır. Metin Erksan, Halit Refiğ (Belki de filmi yakılan tek yönetmendir. Yorgun Savaşçı filminin negatifleri yakılarak ortadan kaldırılmıştır) Yılmaz Güney ve birçokları bu garabetten payına düşeni almışlardır. Edebi eserler ve yazarların önemli kısmı da bu çarka takılırken bazı heykeller ve heykeltıraşlar bile sansürden etkilenmiştir. Sadece ülkemizde değil, Mc Carthy Amerikası, eski Sovyetler Birliği döneminde sansür mekanizması etkin ve acımasız şekilde işletilmiştir.

İktidardaki ideolojilerin ortak noktası toplumdaki herkesin kendileri gibi yaşamasını, kendi koydukları kurallara herkesin uymasını ve herkesin kendileri gibi düşünmesini beklemektir. Bu nedenle iktidara gelince önce eğitim sistemine el atarak onu dönüştürürler. Hedef tek tip insan üretmektir. Herkes “üretim bandındaki kola şişesi” gibi birbirinin aynı olmalıdır. Farklı olan kola şişeleri kontrol edenler tarafından banttan alınır, eritilip ham cam haline getirilmek üzere tekrar yüksek ısılı fırınlara gönderilir. Gelmiş geçmiş tüm iktidarlar bireyleri “erimiş cam” olarak görmüş ve onları istedikleri şekle bürümek için fabrikalara (okullara) kalıplar (eğitim sistemi ve müfredat) yerleştirmiştir. Buradan bir şekilde çıkıp halen “aykırı” işler yapan sanatçı ve aydınlar da sansür kurulları aracılığıyla “adam edilmeye” çalışılır. Oysa Yaşar Kemal; “Bir bahçede hep aynı çiçekten olursa o bahçe güzel olmaz. Sen, ben, o varız diye güzel bu bahçe. Koparma farklı çiçekleri, kalsın renkleriyle kokularıyla” diyerek farklılıkların aynı zamanda zenginlik olduğunu ifade eder.

Sansür tam bir rezaletken, ortada daha büyük bir rezalet vardır. Otosansür... Otosansür Türk Dil Kurumu sözlüğünde; “Kişinin ve kurumların kendi kendilerini kısıtlaması” olarak tanımlanıyor. 

Sansür, devleti yöneten erkin elindeki testeredir. Bu testereyle sanatçının, aydının, eserin beynini, elini kolunu budar. Otosansür ise aynı testereyi sanatçının ve aydının eline tutuşturur, kendi beynini, elini ve kolunu bizzat kendisine budattırır.

Aydın/sanatçı bunu kendisine neden yapar?

Kimse durduk yerde zihninin el frenini çekmez. Bunun için bazı zorlamalar ve koyulmuş sınırlar gerekir. Konu sadece aydın ve sanatçılarla da sınırlı değildir. Yaşam tarzı ve seçimler de bundan nasibini alır.

İktidarda söz sahibi olan her ideoloji, karşısında gördüklerine parmak sallamayı kendisine hak görür. Bu baskı ikliminde toplum içerisinde etkilenen bir grup mutlaka vardır ve rövanşist anlayış asla eksik olmaz. Bu ülkenin sağ iktidarları zamanında “komünizmle mücadele dernekleri” kurulduğu ve her solcunun “komünist” ilan edildiği unutulmaz. Birçok sol yayın “yasaklı kitap” olmuştur. Özellikle 12 Eylül darbesi hava sıcakken bu ülkenin sobalarının erkenden yandığı gündür. O sobalar ısınmak için değil, “asker eve gelirse yasak kitap bulmasın” diye Marx’ın, Engels’in kitaplarının yakıldığı gündür.

28 Şubat anlayışı iktidardayken bu ülkenin tesettürlü kızları haklarıyla kazandıkları okullara alınmamış, bir kısmı okullarından ayrılmak zorunda kalırken okumaya devam etmek isteyenler peruklarla okullara gitmek zorunda kalmıştır ki bu da bir tür otosansürdür.

Otosansürün temel nedeni; yaşamı idame ettirmek kaygısıdır. Aç kalmamak, evine ekmek götürmek, çoluğunu çocuğu aç ve açıkta bırakmamak…

Sistemler insanları farklı yöntemlerle “otosansür” uygulamaya zorlarlar. Bu noktada özellikle medya hem son derece etkin, hem de son derece mağdur durumdadır.

“Kitle medyası, mesajları ve sembolleri sıradan insanlara ileten bir sistem olarak hizmet verir. Eğlendirmek, avutmak, bilgi vermek ve bireyleri toplumun bütününe eklemleyen değerleri, inançları ve davranış kodlarını aşılamak işlevleri arasındadır. Refahın belli ellerde toplandığı ve önemli sınıfsal çıkar ilişkilerinin bulunduğu bir dünyada, bu rolü yerine getirmek sistematik bir propaganda gerektirir” (I)

Kitle medyaları genellikle devlete hâkim ideoloji ve iktidarın elindedir. Birkaç “çatlak ses” çıkaran medya varsa da onlar marjinalleştirilir. Ülkemizde “yandaş medya” ya da “havuz medyası” olarak tanımlanan grup tam da bu görevi üstlenir. Mesaj ve sembollerle aşılamak! Egemen anlayışla uyuşmayan, muhalefet eden yazarlar, aydınlar ve eserleri şeytanlaştırılır. Siyasetçiler çeşitli sıfatlarla etiketlenir (darbeci, Fetöcü, vatan haini, virüs). Hatta Gezi olayları “kalkışma” olarak görülür, katılanlara çapulcu, asalak payeleri biçilir. Yazarlar, gazeteciler ve aydınlar hapse atılır. Bu tanımlamalarla medyada müthiş bir propaganda bombardımanı yapılır. Aşılanmak istenen mesaj ve sembollerin alt metninde ise; “iktidarı eleştirmeyin, size başarı olarak sunulanları öyle kabul edin, aykırı ses çıkarmayın, farklı düşünüyorsanız kendinize saklayın ya da sonucuna katlanın” iletisi vardır. Bu yolla düşünecek, yazacak, konuşacak insanlardan kendilerine “kendiliklerinden” sınırlar çizmeleri ve dışına çıkmamaları beklenir. Otosansür tam da bu şartlarda dünyaya gelmiş olur. Sistem sadece bizde değil, özgürlüklerin geniş olmadığı hemen her ülkede böyle yürür

Aykırı ses çıkaran medya için başka bir yönteme başvurulur.

“-Tepki üretimi- medyada yapılan bir açıklama ya da programa karşı gösterilen tepkileri kapsar. Mektup, telefon, telgraf, dilekçe, dava açma (Günümüzde sosyal medyada troller yoluyla linç –yazarın notu-) başka şikâyet biçimleri ya da tehdit ve cezalandırıcı eylem gibi çeşitli biçimler kazanabilir” (II)

Günümüzde Halk TV, Fox TV gibi kurumlar bu yöntemden payına düşeni fazlasıyla almakta, RTÜK’ün cezalarına maruz kalmaktadır. Yanı sıra çoğu trol olan hesapların baskı, hakaret ve aşağılaması da yok sayılamaz. Bu yöntemle de medya kuruluşlarından kendilerine otosansür uygulamaları beklenmektedir.

Demokrasi farklılıkların zenginlik olarak kabul edildiği toplumlarda gelişir. Baskı ve otosansüre yönlendirme kendine, icraatlarına ve toplum nezdindeki karşılığına güvenmeyen iktidarların kullandığı yöntemdir. Tartıda ağır basan özgürlüklerse baskı ortadan kalkar, baskı ağır basarsa demokrasi ve özgürlükler…

KAYNAK:

(I) : Rızanın İmalatı – Herman, Chomsky – Aram Yayınları 2006 – s. 81

(II):  Rızanın İmalatı – Herman, Chomsky – Aram Yayınları 2006 – s. 109