Parti içi demokrasi

Ruhittin SÖNMEZ

Okuyucularımın çoğu bilir, İYİ Parti’nin hukukçu kurucularındanım. Partinin tüzüğünü hazırlayan 22 kişilik komisyonda görev yaptım. Unutulmaz bir tecrübe yaşadığım bu çalıştayda birlikte çalıştığımız arkadaşlarımın parti içi demokrasi konusundaki hassasiyetleri çok dikkat çekici idi.

Çünkü, Komisyon'un çoğunluğu MHP içindeki kongre süreçlerinde yaşanan hukuksuzluklara başkaldırmış üyelerden oluşuyordu. Tüzük Komisyonu'na Genel Başkan Meral Akşener’in de tek bir talimatı olmuştu: “Demokratik hukuk devletine yaraşır, herkese örnek olacak bir tüzük hazırlayın” demişti.

Türkiye’de partiler (CHP ve HDP hariç) birer lider partisi olarak hayatiyetlerini devam ettirirler. İYİ Parti de hala bu hüviyette bir parti. Buna rağmen “en demokratik tüzüğü” hazırlama anlayışı ile yapılan çalışmada, Genel Başkana diğer partilerde gördüğümüz olağan yetkilerinin verilmesinde bile uzun tartışmalar yaşandı.

Bu hatırlatmadan sonra günümüze gelelim.

3 Ağustos’ta İYİ Parti Kurultayı yapılacak. Bu kurultayda her ne kadar Genel Başkan tartışması ve seçimi söz konusu olmasa da, Genel İdare Kurulu ve Merkez Disiplin Kurulu üyelerinin seçimi için ciddi hazırlıklar var. Kurultayda oy kullanacak üst kurul delegeleri “Genel Başkanın önereceği bir blok liste mi oylansın, yoksa çarşaf liste mi olsun?” sorusuna cevap arıyorlar.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener bir önceki kurultayda, bu konudaki tercihi delegelerin iradesine bırakmış ve oylamaya sunmuştu. Büyük çoğunluk o zaman blok liste lehine oy kullandı. Çünkü parti yeni kurulmuştu. İllerden seçilen delegeler, partinin üst kurullarına tüm Türkiye’den seçilecek üyeleri tanımaları pek mümkün değildi. Bu defa çarşaf liste talebinin tabanda daha yoğun olduğu görülüyor.

Genel Başkan Meral Akşener’in partideki ağırlığı tartışılmaz. Akşener’e rağmen bir şey olmaz. Ama bizzat Akşener bu kurultayda da delegelere “blok mu, çarşaf mı?” diye sorup oylattırırsa çarşaf liste ihtimali yüksek olur.  

Çarşaf liste ile seçim yapılırsa parti yönetiminde çok ciddi değişimler olacağı öngörülüyor. “Delege oylarıyla gerçekleşecek böyle bir değişim Genel Başkanın elini güçlendirir” diyen de var, “Genel Başkanın otoritesini sarsar” diyen de.

Blok liste ile olursa, Genel Başkan en rahat çalışabileceği arkadaşlarını seçtirmiş olur. Üst kurullarda ahenkli bir çalışma olsa da teşkilatlardaki memnuniyetsizlerin sesleri daha çok yükselir. Genel Merkez ile taban arasında sıkıntılar yaşanır.

Bir başka ihtimal, Akşener belli isimlere yönelik kampanyayı etkisizleştirecek ve parti içi birliği güçlendirecek ara formüller de bulabilir.

İYİ Parti bu süreci doğru ve akıllı yönetebilirse iktidar alternatifi bir parti olmaya doğru gelişir. Aksi durumda partinin zayıflayacağı bir sürece girmiş oluruz.

***********************************

SİYASİ PARTİLERDE DEĞİŞİM

Belli bir güce ulaşan siyasi partiler, hele bir de iktidar gücünü elde etmişlerse, ilk çıkış noktasından oldukça farklı inanç ve politikalar içinde olabilmektedir. Bu durum, bir süre sonra ayrışmalar ve bölünmelerle sonuçlanabilmektedir.

Dayandığı toplumsal tabandan çok farklı bir görüş ve politika eksenine kayan bu partiler, bulunduğu yeni konumu sebebiyle iki farklı etki ortaya koyarlar:

Bir kısım üye veya inananları, “liderimizin hikmetinden sual olunmaz” anlayışı ile eski görüşlerinden, liderin ve yakın çevresinin yeni görüşlerine doğru bir değişime kendilerini uydurur.

Diğer bir kısım üye veya bağlılar ise kendilerini yeni yapıya yabancı hissetmeye başlarlar. Kendilerini aldatılmış hissederek “elim kırılsaydı da oy vermeseydim” noktasına kadar gelirler.

“Her örgütlenme eninde sonunda mutlaka bir oligarşi yaratır. Parti ne kadar halka dayanmış olursa olsun, ne ölçüde demokratik bir tabana sahip bulunursa bulunsun, bu gerçek değişmez. Parti büyüdükçe, üyeleriyle şefleri arasındaki çelişkiler de artar. Geçici gibi görünen bu şefler giderek kalıcı ve hatta yerinden oynatılamaz olurlar.” (Michels)

Siyasi parti liderleri de genellikle “parti içi demokrasi” kavramını tamamen bir yana bırakıp, parti yönetimini oluşturan bütün organların seçimini bizzat kendisi yapar. Kendilerine her durumda kesin bağlı olanların haricinde hiç kimseyi yakın çevresine dahil etmezler.

Hatta (çoğunu kendi atadıkları il/ ilçe örgütlerinin oluşturduğu) delegelerin milletvekili adaylarını belirlemesini bile kendileri açısından yeterince güvenli bulamadıkları için, adaylarını merkez yoklaması ile belirlerler. Yani kısaca milletvekili adaylarını bizzat liderler tayin ederler. Çünkü bilirler ki, “aday gösterme yetkisi kimdeyse, partinin de sahibi odur.”

Ünlü siyaset bilimcisi Duverger de bu durumu şöyle açıklıyor: “Demokratik ilkeler, liderliğin bütün kademelerde seçimli olmasını, sık sık yenilenmesini, kolektif nitelik taşımasını ve zayıf bir otoriteye sahip bulunmasını gerektirir. Bu şekilde örgütlenmiş olan bir parti ise, siyaset mücadelesi için gerekli silahlara sahip değildir.

Liderler doğal olarak iktidarlarını koruma ve artırma eğiliminde olduklarından; üyeler ise, bu eğilimi engellemek şöyle dursun, tersine liderleri putlaştırmak suretiyle, onu büsbütün güçlendirdiklerinden, iş daha kolaylaşmış olur.”

Demokrasiler denge rejimleridir. Elbette, güçlü olmayan liderlerin organizasyonları sevk ve idare etmesi mümkün olmaz. Ancak bu gücün kullanımında demokratik bir yapının kaldıramayacağı kadar bir dengesizlik içinde olduğumuz da ortada.

Bu kadar Anayasa değişiklikleri yapıldı. Peki, hiç düşündünüz mü, “parti içi demokrasi”yi sağlayacak, seçim kanununda ve siyasal partiler kanununda liderlerin yetki kullanımını dengeleyecek düzenlemeler neden yapılmaz?

Hiç olmazsa, milletvekili adaylarının parti üyelerinin oylarıyla ve aday adaylarına sağlanan eşit propaganda imkânlarıyla seçilmesini sağlayacak bir sistem neden düşünülmez?

NOT: Bu bölüm, 12 yıl önce, 2007’de yazdığım ve yayımlanan bir köşe yazımdan alınmıştır.