ONLARA ÇOK ŞEY BORÇLUYUZ

Fazlı KÖKSAL
Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum.  Hz. ALİ
 
Bir öğretmenler gününü daha kutlayacağız. 
 
Öğretmenliğin ne kadar zor, çileli ve önemli bir görev olduğundan bahsedeceğiz. Atatürk Başöğretmenimizdi diyeceğiz… Kutsal kitabımızın “oku” emriyle başladığını söyleyip, bizi okutan öğretmenlerin ne kadar kutsal görev yaptığı üzerine nutuklar atacağız…
 
Çocuklara şarkılar söyleteceğiz: Öğretmenim canım benimcanım benim. Seni ben çok, pek çok severim. Sen bir ana, sen bir baba….
 
Çocuklarımız, Öğretmenine alacağı hediyenin telaşına düşecek… Onların heyecanı bizi de saracak, hediyeler alacağız…
 
Büyük kentlerde, üst ve orta gelir grubundaki insanların yaşadığı mahallelerindeki  okulların Öğretmen Odaları çiçek bahçesine dönecek…
 
Köy öğretmenleri ise bir kır çiçeği alırsa mutlu olacak…
 
Öğrencileri öpmek için ellerine sarıldıklarında gözyaşlarını tutamayacak öğretmenlerimiz… Çalışanıyla, emeklisiyle…
 
Öğretmenlerimiz 24 Kasım’da gerçekten mutlu olacaklar…
 
Ama 25 Kasım sabahı uyandıklarında, o rüya bitecek… Türkiye’nin, eğitimin, öğretmenin sorunlarıyla yüzleşecekler yeniden..
 
Okulsuz köyler… Öğretmensiz okullar… Taşımalı eğitimin ve servislerin yorgunu öğrenciler… Her yıl alınmayacağı ilan edilmesine rağmen kimsenin ödememeyi başaramadığı “kayıt parası” …. Türkçe konuşamayan ilköğretim, doğru dürüst okuyup yazamayan lise mezunları…Çocukları iyi okullara kaydettirebilmek,  iyi öğretmenlerin sınıflarına aldırabilmek için aracı kılınan hatırlı dostlar… Sık sık değişen müfredat… Maaşı aldıktan bir gün sonra cebinde beş kuruş kalmayan öğretmenler… Okuldan daha çok zaman geçirilen dershaneler… 70-80 kişilik derslikler..  Pazarlarda limon satan, taksilerde şoförlük yapan öğretmenler… Parasız yatılı uygulaması kaldırıldığı için cemaat yurtlarına mahkum edilen köy çocukları…Kitap ve süreli yayın alamadıkları için mezun olduktan sonra branşlarında meydana gelen değişimi takip edemeyen öğretmenler… Okutulmayan kız çocukları… Ünite dergisi soygunu… Denetimsiz okul kantinleri… Uyuşturucu kullanılan ilköğretim okulları… ÖSS sınavında bir soru bile bilemeyen lise mezunları… Üniversiteye giremeyen lise birincileri… İki çocuğu da ÖSS’yi kazanamayan Milli Eğitim Bakanı.. Birleştirilmiş sınıflar komedisi...AB’nin , OECD ülkelerinin , hatta pek çok Afrika ülkesinin gerisinde kalan gazete ve kitap satışları… Herkesin şikayet ettiği ezberci eğitim anlayışı…Yabancı dilde eğitim rezaleti… Yeterli eğitim formasyonuna sahip olmayan öğretmenler… Laboratuarı, spor salonu, müzik odası bulunmaya okullar…  Yok olan “tevhid-i tedrisat”
 
Bu kadar sorunu niye biriktirdik?   Niye çözemedik?
 
Yüzlerce neden sıralayabiliriz…Yeterli bütçe ayırmadığımızdan, Milli Eğitimi yönetenlerin çapsızlığından, kalıcı bir “Milli” Eğitim Politikası belirlemememizden dem vurabiliriz… Ki hepsi de doğrudur…
 
Bu temel hataların sonucu, maalesef Öğretmenlerimizin kalitesinde önemli bir gerileme oldu…
 
Öğretmeni öğretmen olarak yetiştirmek amacıyla kurulan tüm eğitim müesseseleri kapandı…
 
1970’li yıllarda karpuzun bile yetişmeyeceği süre içerisinde 3-4 ayda insanların eline öğretmen diploması verildi..
 
Öğretmenler maişet kaygısına düştüler, kendilerini yenileyemediler…
 
Ve düzey geriledi…
 
Belki her meslek için geçerliydi bu gerileme…
 
Ama Özdemir Asaf’ın dediği gibi “Bütün renkler aynı hızla kirlendi.. Birinciliği beyaza verdiler”
 
Bakın 1940’ların 1950’lerin Lise Edebiyat Hocalarına; Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Behçet Necatigil, Arif Nihat Asya; Orhan Şaik Gökyay, Nihal Atsız, Ahmet Kutsi Tecer, Sabahattin Eyüboğlu... Şimdi bu çapta bir edebiyat öğretmeni tahayyül edebiliyor musunuz?
 
Benim de unutamadığım, unutamayacağım, çok şey borçlu olduğum hocalarım oldu;
 
Ortaokul Birinci sınıfta bizi edebiyat dergisi abonesi olmamız için teşvik eden ve abone olduğuna dair ilk kuponu getiren üç kişiye kitap hediye edeceğini söyleyen Türkçe Hocam Mustafa Dinçer’i nasıl unuturum… Varlık Dergisine abonelik bedelini yatırdığıma ilişkin havale kağıdını görünce bana imzalayarak hediye ettiği, Ernest Hemingway’ın Çanlar Kimin İçin Çalıyor kitabı kütüphanemdedir hâla… Ortaokul ikinci sınıfta okuyup özetini çıkarmam için verdiği Sthendal’ın  730 sayfalık Kırmızı ve Siyah kitabının yanında…
 
 (-) ile (-) nin çarpımının artı ettiğini; düşmanımın düşmanı dostumdur, (+) ile (-) nin çarpımının (-) ettiğini dostumun düşmanı düşmanımdır, (+) ile (+)nın çarpımının (+) ettiğini dostumun dostu dostumdurdiye örnekleyerek, bu karışık olguyu iki dakikada öğrenmemi ve ömür boyu  unutmamamı  sağlayan Lisedeki Cebir Hocam Ahmet Eşel’i sık sık yad ederim…
 
Bana psikolojiyi ve sosyoloji’yi sevdiren Ali Biraderoğlu’nu…
 
Mustafa Dinçer ile birlikte edebiyat sevgimin kitap aşkımın ve Türkiye Sevdamın mimarı Fethi Soykan’ı…
 
Kendisine karşı yaptığım affedilmez bir hatayı affetme olgunluğunu çok genç yaşına rağmen gösteren Biyoloji Hocam Nevcihan Çeyrekli’yi..
 
Ülkemin Coğrafyasına duyduğum sevginin oluşmasını sağlayan Mefkure Kılıçarslan’ı ve Perihan Coşkun’u
 
Tarih merakımın oluşmasında önemli katkısı olan Aydın Kılıçarslan’ı
 
Cebir ve Uzay Geometrisi derslerimize giren, beni çok seven, benim yanlış bir şey yapmayacağıma inanan, Sevgili Hocam  Nefise Karasu’yu
 
Unutmam mümkün mü…
 
Sadece onlar mı? İlkokul öğretmenlerim Mehmet Taştan, Şaban Bey, Ali  Bey…
 
Üniversite Hocalarım; Naci Kınacıoğlu, İhsan Tarakçıoğlu, Jale Sihay, Erzan Erzurumluoğlu, Onur Kumbaracıbaşı, Sedat Ünalan, Akif Erginay, Şan Özalp,  Kamil Turan, Kemal Dal, Aziz Köklü, Tevfik Tatar, Salim Şen, Çevik Uraz, Nejat Tenker, Devlet Bahçeli…
 
Her öğretmenimden çok şey aldım…
 
Tanrıdan yaşayanlara uzun ömür, vefat edenlere rahmet diliyorum…
 
Tüm öğretmenlerimizin öğretmenler günü kutlu olsun…
 
VE UMALIM Kİ, BU ÖĞRETMENLER GÜNÜ  EĞİTİMİN VE ÖĞRETMENLERİMİZİN SORUNLARININ ÇÖZÜMÜNÜN BAŞLANGICI OLSUN