ll-Antalya dedikleri

Hülya SEZGİN

Akdeniz Üniversitesi'nde öğretim üyesi ressam Doç. Dr. Fatih Başbuğ'un “ll. Yöresel Ürünler Sempozyumu ve Uluslararası Kültür/Sanat etkinlikleri” ne davet etmişti de soluğu Antalya'da almıştım ya...
Neler yaşadım anlatmaya devam...

Turizm için bacasız sanayi diyorlar.  Turizm gelirleri ülkenin gelir kalemleri arasında önemli bir yer tuttuğundan bütün dünya ülkeleri turizmi önemsiyor ve bu konu ile ilgili araştırmalar istatistikler yapıyorlar. Bir turizm temsilcimiz Hans'a ve Helga'ya sormuş. Aldığı yanıt iç acıtıcı “Türkiye'ye git; rakı şiş kebap güzel ama sakın dericiye ve halıcıya gitme. Kandırılırsınız.” diyorlarmış. Günü kurtarma adına bindiğimiz dalı kesiyoruz.
 
Konuşmalarda gelenek göreneklerimiz ve yöresel ürünlerimizle ilgili o kadar çok ayrıntılı bilgiler verildi ki... iş işten geçmeden yöresel ürünlerimizin coğrafi yönden tespit ve tescil ettirilmesi gerekiyormuş. Yoksa baklavamızda, kahvemizde, hacivat-karagözümüzde  ve pek çok kültür ve ürünümüzde olduğu gibi biz umursamaz davranırken elin oğlu sahipleniveriyor. Ondan sonra işin yoksa “Bu bizimdi.” diye ispat etmeye çırpın dur.

Sempozyumun yapıldığı Cam piramit denilen yerde konuşmalar alt katta salonda yapılırken üst katta bir yanda resimlerimiz sergileniyor, diğer yanda ise çeşitli yörelerden gelmiş oralara özgü ürünler tanıtılıyor ve satılıyordu. Biz de bazı yöresel ürünler satın aldık.  

Akşam yağmur çiseliyordu ve hava kapalı idi. Ertesi gün tekne gezimiz vardı. Hepimizi bir kaygı aldı. Ya yağmur yağarsa, soğuk olursa, gün burnumuzdan gelirse... Ama sabah şansımız gülmüştü, hava pırıl pırıl ve gün güneşlikti. Keyifle tekneye bindik. Balıkesir Il Kültür ve turizm müdürü Prof. Dr. Abdullah Soykan'ın açıklayıcı bilgileri eşliğinde muhteşem Antalya kıyılarında ilerlemeye başladık.
 
Bundan iki milyon yıl önce buralarda güçlü sıcak su kaynakları varmış.   Travertenler ve taraçalar kayalardan dökülen bu kaynar sular nedeni ile oluşmuş. Dünyada ilk uygarlığın kurulduğu yermiş buraları.
 
Toros dağları farklı formlarda sıralanmış. Bu farklılık ovanın düzüne kadar iniyor.  Kayalardan denize nazlı nazlı dökülen şelalaler oluşmuş. Düden şelalesinin döküldüğü yerde oluşan gökkuşağını hayranlıkla izledik. Kayaların yapısı ilginç… Galiba delikli, gözenekli ve oyuklu olması dolayısıyla depremlerden etkilenmiyormuş. Tekne gezimiz öğleye doğru bitti. Oradan Düden şelalesine gittik. Düden su çeken, su yutan deliklere verilen admış. Düdenlerin bazıları o kadar büyük olurmuş ki koca bir nehri ya da gölü yutabilirmiş. Belli bir km yer altından giden nehir sonra tekrar yeryüzüne çıkarmış. Bu birkaç kez tekrarlayabilirmiş. Hani gezginler diyorlar ya mutlaka görülmesi gereken yerler diye... İşte ben de ille de Düden'i görün diyorum. Cennetten bir parça. İnsana huzur veriyor. Bir de geçmişte Yeşilçam filmlerinin pek çoğu burada çekilmiş. Malkoçoğlu'nda Cüneyt Arkın gözümde canlandı...
 
Su kenarında bir çay bahçesi var. Ressam Ethem Baymak, ressam Doç dr.Fatih Başbuğ, Prof. Dr. Gül Tuncel, Prof. Dr. Mehmet Tuncel ve ben oturduk… Tuncel’ler birbirine “eş” oluyorlar. Bir şeyler yiyip içerken bir yandan da sohbet ediyorduk. Gül hocam Gazi Üniversitesi'nde sanat tarihi öğretim üyesi. Mehmet hocam ise geçtiğimiz yıllarda Kosova Prizren'de Sultan Mehmet Türbesi'nin restorasyon çalışmalarında heyet üyesi imiş. 

Ethem Baymak Kosova / Prizren'li. O türbeyi ben de görmüştüm. Ortak konular buldukça sohbet koyulaştı daha da keyifli bir hal aldı.  Gül hanım bana “Siz Çankırı'da iğne oyalarını anlattınız değil mi? Çankırılı mısınız?” diye sordu. “Evet, Çankırılıyım.” Yanıtım üzerine “Ben de Çankırılıyım.” demez mi? Nasıl sevindim, anlatamam. Mehmet hocama artık hitap şeklim değişmişti.  Ona “Enişte” demeye başladım. O da bize “Bir Çankırılı ile ancak baş ediyordum. Şimdi iki oldunuz.” diye takılıyordu...

Derken Mehmet eniştemin Kayseri Erciyes Üniversitesi Mimarlık Bölümü Başkanı ve Güzel Sanatlar Fakültesi' ne dekan olarak atandığı haberini aldık, sevincimiz katlandı. 
Akşam yorgun ama mutlu otelimize döndük. Sabah odamdan çıktığımda gördüğüm temizlikçi hanımlarla selamlaştım ve ben istemedikçe çarşaflarımı değiştirmemelerini rica ettim. Ben evimde her gün çarşaf değiştirmiyorum ki! Yazık değil mi? Ne gereği var? Duyarsız davranış çevreye ihanettir bence.
 
Genel olarak düşündüğümüzde binlerce otel odasında  gerekmediği halde çarşafların değiştirilip yıkandığını varsayarsak boşu boşuna tonlarca su kaybı ve kullanılan deterjanlar sonucu çevre kirliliği, hiç yoktan elektrik sarfiyatı olmuyor mu? Çevreci olmak belirlenmiş günlerde toplu olarak sağdan soldan naylon poşet ve çöp toplamaktan öte bir şeydir bence. Geniş kapsamlı düşünmeli ve davranmalıyız...

Son gün Fatih ile Zuhal  Ethem Baymak ile beni evlerine yemeğe davet ettiler. Zuhal'in annesi ile babası da vardı. Dünya güzeli kızları yedi yaşındaki Asude kendi kendine bebekleri ile evcilik oynarken, şeker mi şeker dört yaşındaki Buğrahan Ethem dedesinin sırtından inmedi. Bol bol güreşti onunla. Sımsıcak bir yuva ortamında, lezzetli yemekler eşiliğinde keyifli sohbetler yaptık.
 
Arkamda güzel anılar, güzel dostluklar bırakarak ayrıldığım Antalya'da Akdeniz Üniversitesi Yöresel Ürünler Sempozyumunun düzenlenmesinde başta Prof. Dr. Sadettin Sarı'ya, Doç. Dr. Fatih Başbuğ'a, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ali Eroğlu'ya ve  emeği geçen herkese teşekkürler ediyorum...
Bitti.
Hülya Sezgin/hulyasezgin@hotmail.com