Kemal Kılıçtaroğlu'na yapılan saldırı

Mehmet SORAL

Kemal Kılıçtaroğlu'na yapılan kalleşçe saldırı.

Anlaşılan muhalefetin milletin acı gününde, mutlu gününde yanında olması istenmiyor.

Kılıçtaroğlu saldırıya uğradı. Diyarbakır Meydanınında Apo'nun ''On emri''ni okutanlara saldırı olmuyorken, Harbur'da binlerce şehidimizin katili ''PKK'lıları karşılayan Devlet''i yönetenler saldırıya uğramıyorsa; bir şehit cenazesinde Kılıçtaoğlu'nun saldırıya uğraması sizce oldukça manidar değil mi.

Özellikle ''Cumhur ittifakı'' hiç ilgisi olmamasına rağmen ''Devletin bekası'' söylemi üzerinden ''Millet ittifakı'' üzerine illet, zilyet gibi çirkin sıfatlarla söylem geliştirmeleri, kin ve öfke yönlendirmesi yapmaları ''Millet ittifakı''nı belki de bu tür saldırılar için hedef haline getirmiştir.

''Cumhur ittifakı''nın küçük ortağı 1 Nisan'dan beridir değil demiri soğutmayı; hala ''Zillet'' yakıştırmasını sorumsuzca sürdürmeye devam ediyor olması ve benzeri hazımsızlıkları dışa vurma söylem hal ve tavırları elbette birilerini yine bir şeyler yapmak için yüreklendirecektir. Millet ittifakının başarısının mahalli idareler seviyesinde kalmayacağı, devamının geleceği endişesi ''Cumhur ittifakı''nda panik yaratmıştır.

Evet, er veya geç sizin gibi sorumsuzların inisiyatifinden devletin çekip alınması mücadelesi kesintisi devam edecektir. Muhalefeti ''kontrol altındaki eylemler''le yıldırma çabanız boşunadır. Yine ''Kabataş yalanı'' aklıma düştü.

Sayın Kılıçdaroğlu siyasi görüşlerimizin farklılığını bir kenara bırakarak demokrasi mücadelemizi hep beraber vereceğiz. Hiç bir korku ve endişeye kapılmadan ülkenin her yerine gitmekten lütfen imtina etmeyin, Devlet sizi de bizi de korumak zorundadır.

Şu da fark edildi ki; İmamoğlu'nun şahsında muhalefet; millet ile iç içe olunca teveccühünü kazanıyor. Şahsen Kılıçdaroğlu'na yapılan bu adice saldırının arkasında; muhalefetin her geçen gün güçleneceği endişesini fırsata çevirip, provokasyon yaparak yıldırma niyetinin olduğunu düşünüyorum.

Devlet Bahçeli'nin özellikle seçim sonrası kullandığı dil çok ürkütücü

Devlet Bahçeli sen ki; her gün ve her vesile ile muhalefete kin ve öfke kusarsan; her geçen gün sayenizde itibar suikastı yapılarak "Ülkücü Hareket"e dip yaptırmak isteyenlere fırsat verirsen; organize olmuş taşeron şerefsizler de Kılıçtaroğlu'na saldırıp, sonra kırılası parmakları ile bozkurt işareti yaparlar.

Tüm gönüldaşlarıma sesleniyorum. Devlet Bahçeli'nin bu gereksiz kin ve öfkesi ülkücüleri sokağa çıkarmaya matuf olup, sakın bu tezgaha gelmeyin. Ben çocuklarımı uyarıp sahip çıkıyorum sizler de sahip çıkınız.

Fikrimi anlamayanlar zikrimi okuyamazlar.

Biatcı olmayan, meselelere kafa yorup düşünen insan olarak diğer siyasal düşünceler üzerine empati yapıp, fikri dünyamdaki tekamülü yazılarımıza yansıttıkça; biatcı geleneğe bağlı, öğrenilmiş çaresizliğin girdabında debelenenler adeta şartlı refleks gereği bana artık ülkücü olmadığım, solcu olduğum hükmüne varıyorlar. Neymiş efendim; komünistin ahlaklısı, dürüstü olur mu; ben olur demişim.

Meselenin aslı nedir biliyor-musunuz; bir Türk milliyetçisi, ülkücü olarak ''Siyasal İslamcılar''ın kıçına yama olmaya şiddetle itiraz ediyor olmamdır.

Ey sözümün muhatapları; dinimizin, cinsimizin, cibilliyetimizin içini boşaltıp her bir değeri ucubeleştiren; cumhuriyet tarihinin en aşağılık terör örgütünü devlete yerleştirip, tüm mili düşünen kişi ve kurumlara kumpaslar kurarak, devletin ana direklerini kirişlerini kısaca taşıyıcılarını kırıp, ''Devlet ananın rahmine kezzap dökerek'' kadim Türk devlet geleneğinde hem Türk milletine hem de Türk devletine en büyük zafiyeti yaşatan siyasal İslamcılara; ''Size her türlü desteği vereceğiz, kaldığınız yerden devam edin'' diyenlerle beraber olmaktansa; fikri namusa sahip güzel ahlak sahibi her komünistle de, ateistle de dost olmayı yeğlerim.

''Komünist Başkan'' kendine gel haddini aşma.
"Komünist' başkan"ın dürüstlüğüne güvenip kasayı teslim ederiz dedik ama sanki ona "Tunceli"yi" Dersim" yap demişiz gibi anlamış.

Bak başkan, ya dürüst olacaksın ya da; bir ilin adı olmaktan öte bir bölge ismi olarak "Dersim" dediğinizde; masumiyet ortadan kalkar, tarihi gerçekler devreye girer ki; bunun ne demek olduğunu bileceksin, bilmiyorsan da öğreneceksin.

"Dersim"; devletin konjonktür olarak içinden geçmekte olduğu çok ciddi kritik bir dönemde birilerinin emperyalistlerle işbirliği yaparak T.C Devleti'ne karşı yaptıkları isyanın; puştluğun, kalleşliğin adıdır. Evet, ''Dersim'' dendiğinde Türk milletinin aklına gelen tam da budur.

Süte su katmak gibi bir puştluğa ne gerek vardı. Bir ülkücü olarak senin için ''Kasayı teslim ederim'' demişim, bir çoklarımız da aynı şeyleri söyledik. Neydi amacımız; duvarları yıkmaktı. Şimdi ne gerek var; senin şahsında bir ateistin, bir komünistin de ahlaklı ve dürüst olabileceği algısını yaratmışken; bizler de bu algıya katkı sağlarken eski alışkanlıklarını devam ettiren üç beş ayrımcı puşt komüniste şirin görünmek uğruna durduk yerde Tunceli'yi Dersim yapmaya.

Ülkemizin iç barışa ihtiyaç duyduğu bir anda şahsında komünist tiplemesine bile sempati kazandırdın. Yazık değil mi; topladığın bunca sempatiyi hoyratça çar çur etmeye.

Aklını başına al Başkan. Tunceli üzerinden yara açıp, sana da o yarayı kaşıtarak akan kanda sinek besletirler, bilesin. Niçin; çünkü bir ülkücü senin şahsında "Kasayı siyasal İslamcıya değil, komünist başkana teslim ederim" demişse; bunda da siyasal görüşler arsındaki sosyolojik anlamda pozitif bir gelişme murad edilmişse; ülkemiz üzerine planlar yapan birilerini elbette ürkütmüş, ürkütecektir de ondan.

El cümle; aklını başına al, işini yap Başkan. T.C Tunceli Belediye Başkanlığınız hayırlı olsun.

İttifak mı yoksa ihanet mi
Önce ayrıştıracaksınz, sonra barışmak için "Türkiye ittifakı" denen ucube bir terim ortaya atacaksınız.

"Türkiye ittifakı" "terimi aslında bir suçluluk psikolojisinin dışa vurumu, bir anlamda itirafıdır. Çünkü bu milletin ayrılığı, gayrılığı yoktu. Eğer bu terimi bugün kullanır olduysak bay ayrıştıranları olarak Devlet Bahçeli ve Recep Tayyip Erdoğan; sizlersiniz.

İddia ediyorum ki; Devlet Bahçeli ve Recep Tayyip Erdoğan'nın Türk milletinin sosyolojisine soktukları "İttifak" kelimesi gün gelip gene Türk milletin başına bela olacaktır. Türk milletinin kendi içinde ittifaklar icat etmek kadar tehlikeli bir şey olabilir mi. Örnek mi; "Güney illeri ittifakı" denen bir oluşum gündeme gelse bu terimi sosyolojimize sokanlar ne diyecekler.

Ülkemizde ittifaklara değil, kucaklaşmaya ihtiyaç vardır. Ancak bunun öncüleri; hele ki Devlet Bahçeli ve Recep Tayyip Erdoğan hiç olamazlar. "İttifak" sözünün geçtiği her durumda ayrışmanın varlığı kabul ediliyor demektir.

Daha şurada kaç gün geçti ki; meydanlarda bana "Zillet, illet" demediler mi. Bu sözler hafızama mıh gibi çakıldı kaldı. O mıhın çaktıkları yerden çıkması için laf değil eylem üretmeleri gerekir. Gözlem yapıp hüküm vermemiz lazım. Balkon konuşmalarının hepsi de çok güzeldi ama sonra ne oldu...

Onları asla af etmiyorum. Kendilerine kesinlikle güvenmiyorum. Zira her iki muhterem de; özellikle birbirlerine her türlü hakareti yapıp sonra da kanka olan insanlar değil mi. Peki bu kişilik yapısındaki iki insanın barış, demokrasi ve kardeşlik adına yaptıkları çağrı ne kadar inandırıcı olabilir ki. Onlar kenara çekilsinler, bizler kucaklaşmasını biliriz.

Ahmet Davutoğlu'ndan hiç bir halt olmaz

Ahmet Davutoğlu'ndan hiç bir halt olmaz. Kendisi başbakanken resmen darbe yapılıp, istifa ettirildi, üstelik de kendisinden daha az oy ile başbakan olmuş Erdoğan tarafından.

Yahu adam gördüğü muamele karşında "Ih" bile diyemedi, sünepece çekildi kenara. Böyle bir kişilik mi liderliğe soyunacak..

Türkiye'de liderliğe soyunmak biraz da yürek ister. Adamda bunun emaresine bile rastlayamadık. Akılda kalan en dikkat çekici hüneri Suriye bataklığı ile Süleyman Şah türbesini korumak adına kaçırtmasıydı. Türbe geldi, toprak kaldı. Böyle bir acizlik mi kendisini liderliğe taşıyacak.

Başbakan iken kulağından tutulup kenara atılması girişimi sırasında bu günler için çok güzel bir hikayesi oluşabilirdi; Recep Tayyip Erdoğan karşısında dik durabilmeliydi.

O kadar basiretsiz bir süreç yürüttü ki; dış politikaya dair AKP hükumetine ilham kaynağı olan "Stratejik derinlik" kitabının bile hiç bir faydası olmadı. Belki de Erdoğan karşısında umulan dik duruşu sergilemesine mani çok handikapları vardı. Mesela onun "Stratejik derinlik" kitabını bana ilk tanıtan ve met eden (Muhtemelen 2007 yılı) zamanın cemaat'inden "Sandığım" birisi olmuştu.

 

"İllet ittifakı", "Zillet ittifakı"ndan "Türkiye ittifakı"na evrildik öyle mi.

Hadi oradan. Kaybettiğim sevdiklerim mezardan çıkıp gelseler; sen değil misin ki; güçlü olduğunda tek bıraktığın yer kulağımızın arkası kalmışken; tokatı yeyip, güç kaybına uğradığında "Türkiye ittifakı" geldiyse aklına şayet; söylediğin hiç bir sözün anlamı da, hükmü de yok; umurumda da değil tamam mı.

 

Kızgın demiri soğutmak değil, suya sokup çelik yapıp gene bana karşı kullanacağın şüphesi aklıma ilk gelendir muhterem.

 

Kazandığın zamanlar yaptığın balkon konuşmaları hep demiri soğutmaya yönelikti. Gele gele son geldiğin noktada kızgın demiri soğuttuğunuz için mi; milletin yarısını illet ve zilyetlikle itham ettiniz. Hele kaybetme psikolojisi ile bundan sonra ne yapabileceğinizi düşünmek bile istemiyorum.

 

Neymiş efendim bir Yunan Gazetesi İmamoğlu lehine manşet atmış.

Yunan'a da o manşetleri kendileri attırıyordur. Neden mi; kumpascılık onların genel hali de ondan.

Cumhuriyet tarihin en aşağılık iki terör örgütünden birisi ile devleti Oslo'da masaya oturtup, muhatap kılan üstelik de İngiltere gibi bir devletin hakemliğinde; onlar değil miydi.

Bir diğerini; "vesayeti kaldırmak" zırvalaması ile muktedir olabilmek adına devletin tüm kurumlarına yerleştirip, cumhuriyet değer ve kazanımları ile yetişmiş kurum ve kişilere karşı beraber kumpas kuranların; kimse kusura bakmasın yapamayacakları hiç bir kötülük yoktur.

Ya bir diğeri; bunlar değil miydi; Kabataş'da kucağında bebeği ile ışıklarda karşıdan karşıya geçmekte olan başörtülü bir kadını yerlerde tekmeleyerek, üzerine üstleri çıplak, altları deri pantolonlu yetmiş erkeği işetmeleri(!)

Bunlar değil miydi "Camide içki içtiler" yalanını; güzel ahlak ve hak din İslam'ı anlatmakla görevli din adamına söyletmeye zorlamaları ve kabul etmeyince de tayin etmeleri.

Seçim sonuçlarının yabancı sermayede oluşturacağı algı

Artık ekonomide, AKP hükumeti marifeti ile değil millet ittifakının 31 mart mahalli seçimle elde etmiş olduğu sonuç itibarıyla ''Tek adamlı yönetim''in yarattığı risk algısının dağıtılmasına vesile olacağı için kısa vadeli de olsa bir rahatlama olacaktır.

Nasıl mı; özellikle yabancı sermaye açısından bu çok önemlidir. Yabancı sermaye istikrarlı ortamları sever ve oralara yatırım yapar. Millet ittifakının ekonomimizi yönlendiren büyük şehirleri alması ile ister istemez yerel politikaların da ekonomiye katkısının olabileceği düşüncesi bir anlamda genel ekonomi politikasına da olumlu katkı sağlayacağı gerçeği yabancı yatırımcıya güven verecektir.

Diğer bir husus da; yine bu seçim sonuçları yabancı devlet ve yatırımcılarda; ''Türk milleti büyük destek verdiği partilere; onların kendilerini en güçlü hissettikleri anlarda bile desteğini çekerek, kibarca uyarısını yapabilmektedir'' algısını oluşturmaktadır.

Yani millet ittifakı bir anlamda devletin ekonomi ile ilgili riskini kısmen de olsa paylaşarak riski azaltacak, güveni artıracaktır. Bu da millet ittifakının cumhur ittifakına bir kıyağı olsun. Nitekim dövizin artışı durdu, hatta düştü bile diyebiliriz.

31 Mart Mahalli seçimler sonrası Hanımın bana öğüdü

Hanım diyor ki; çok sevindirik olma, makul karşıla ki; gün gelip kaybettiğin zaman üzülmeyesin.

Ben de; "Baraj altında kalmak da dahil olmak üzere kaybetmenin üzüntüsünü her türlü şekilde kırk yıldır yaşıyorum. Bundan ötesi ne ola ki?" dedim

Vallahi ne diyeyim bu günü yaşadım ya; isterlerse geri alsınlar "Baraj altı kâbusu" yanında ne ki.

 

Dokunmayın keyfime.

soralmehmet@gmail.com