KEÇİ CAN DERDİNDE, KASAP ET DERDİNDE

Zeynel KOZANOĞLU

Keçi Can Derdinde, Kasap Et Derdinde...

Öyle özlü sözler var ki, insanı uzun uzun konuşmaktan kurtarıyor. İşte bunlardan biri...  “Keçi Can Derdinde, Kasap Et Derdinde...” Şimdi bu sözü milletçe içinde bocaladığımız duruma uyarlamaya çalıştığımızda nereye varacağımıza bakalım.

Burada keçi elbette milletimiz... Derdimiz  için de “et” demek uygun bulunmuş ama artık bunu “huzur, refah, barış, özgürlük...” olarak anlayacağız. Kasap kim oluyor, benim onu dilim varmaz. Allah korusun ya çarpılırım. Ya da yamulurum.

Burada görüşüme katılmayacak okurlarım için bir Nasrettin Hoca fıkrası anlatayım da beni hoş görsünler. Hocayla hatunu bir akşam evde otururlarken aşağıdan eşeğin gürültüsü gelmiş. Hoca hemen hatırlamış ki, eşeğe sabahtan beri su verilmemiştir.

Hatununa “Hayatım, senden şu eşeğe suyunu vermeni rica etsem” diyecek olmuş. Hatuncağız hoca kadar kibar değilmiş. “Yok öyle yağma arkadaş” demiş. “Yok öyle ricada bulunmak sağa sola, kendi eşeğini kendin sula” demiş.

Sonunda olayı şöyle tatlıya bağlamışlar. İkisi de susacak. Ağzını açmadan susacaklar. Kim ilkin laf söylerse eşeği o sulayacak... Tamam mı, tamam. Susmuşlar. Ancak tesadüfe bakınız ki, Hocanın evinde yangın başlamış. Öyle ki yangın bacayı da sarmış.

Yangını gören hatun “Eyvah...  Yanıyoruz” diye haykırınca Hoca “Git şimdi eşeği sula” demiş. Gözünü sevdiğim Nasrettin’im evin yanıyor, evin. Sen eşeğin suyunun peşindesin.  Böyle haller, böyle durumlar oluyor mu? Olmasa fıkra niye var?

Buyurun işte Türkiye’nin hali... Ülke yanıyor. Ülke kaynıyor. Ama, bir tek kişi kafasını takmış eşeğin susuz kaldığına... Hadi bakalım ayıklayın pirinci taşını. Bir takım kmseleri de haklılığına inandırmış. Bahçeli bahçesiz kimseler havuç meraklıları..

Ne zamana kadar bu böyle gidecek? Son manevra şu: “Başkanlık sistemi demeyelim de şuna cumhurbaşkanlığı sistemi diyelim.”  İyi güzel de Anadolu insanı aptal değil ki. Ömrü köyde geçmiş bir yakınım geçmişte köyde yaşadığı bir olaydan söz etti.

O olayı başdanışmanıma söyledim. “Sakın yazma, bu edep dışı” dedi.

Yazamayacağım ama ufacık bir ipucu verebilirim. Bir şehrimizin insanları için söylenir. Evin eşeğini boyayıp babalarına satarlarmış. Anlatamadığım olayda da buna benzer bir yutturma söz konusu. Ne diyebiliriz? Bu kıskaçtan nasıl kurtulabiliriz?

Allah büyük... demekle olmuyor.