Kadın ölmek...

Murat YAZAN

Hiçbir erkek kadın olmaksızın hayata gelemez. Var olmak için dokuz ay içinde yaşadığı rahim annesinin karnındadır. Ve o anne bebeği hatırına aylarca acı çeker, kusar, hastalansa ilaç bile alamaz. Sadece sırt üstü yatabilir. Gün gelir eğilip ayakkabısını bağlayamaz. Düşük yapma riski varsa altı ay boyunca yatakta yaşamak zorunda kalır. Bu sadece altı ay...

Sonra çocuk dünyaya gelir. Süt geldi gelmedi, loğusalık döneminde hormonal değişimler. “Hormonal değişme” deyip hafife falan almayın. Tek bir hormonunuzda küçük bir değişiklik bile hayatınızı değiştirir! Erkeğin memesinden süt gelir, kadının sakalı bıyığı çıkar. Anne öyle çok değişiklik yaşar ki Oksitosin (ne olduğunu merak edenler Google’a yazabilir) hormonu olmasa bunlarla başa çıkması olanaksız hale gelir.

Erkeğin hayatına ilk giren kadın annesidir. İkincisi "varsa" abladır. Yedi-sekiz yaşlarımda babamın aldığı iki tekerlekli bisikleti sürme çabalarımı hatırlarım. Durmadan düşüyordum. Dirseklerim ve dizlerimden yara kabukları eksik olmuyordu. Eve yakınarak geldiğimde oksijenli suyu, tentürdiyotu benden 4 yaş büyük ablam sürerdi. Yara bandını hemşire edasıyla o yapıştırırdı.

Kız kardeşler?

Bir dertleri olduğunda abileriyle konuşur, onların yanından ayrılmazlar.

Peki, işler 10 yaşına kadar çok yolundayken ne olur da bazı erkekler kadın katleder hale gelirler?

Erkeklik yüceltilmeye annenin hamileliği ile başlar. “Erkek çocuk” sahibi olmak bazı babalar için gurur meselesidir. Eşleri birden fazla kız doğumu yapanların boşanma yoluna gittiğini biliyoruz. Erkek bebek doğuran analar varlıklı eşleri varsa hediyelere boğulurlar. Bebeğin penisinin görüldüğü fotoğraflar büfe ve gümüşlükleri süsler. Kız bebeğin vulvasının açıkça göründüğü fotoğraflar asla çekilmez, paylaşılmaz. Sanki biri diğerinden üstünmüş gibi…

Tarihe bir göz atalım.

Bazı antropologların ve arkeologların yaptığı araştırmalara göre avcı-toplayıcı toplumlardan kalan erkeklerin sindirim sistemlerinde et, kadınların sindirim sistemlerinde meyve ve tahıl kalıntıları bulunuyor. Bir yoruma göre erkekler avladıkları hayvanları kimseyle paylaşmadan yiyor, kadınlar da topladıklarını yiyerek karınlarını doyuruyorlar. Kadın cesetlerinin çoğu zayıf…

Kültürümüz adına önemli dönüm noktalarından biri Türklerin kadın anlayışı. Melike Kaan’ın yanında oturur, devleti birlikte yönetirler. Kadınlar savaşçıdır. At biner, ok atarlar. Türk kültüründe kadınla erkek eşittir.

Sonra daha güneye inip Maveraünnehir yoluyla Farslar ve Araplarla karşılaştık.

Ne yazık ki onlardan İslam’ı değil Araplığı öğrendik.

Dört halifesine ve Kur’an’a sahip çıkmayan, sırtından hançerleyerek öldüren araplardan cahiliye dönemini öğrendik. Sırttan hançerleme geleneklerini Osmanlı döneminde de tecrübe ettik.

Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Kadınlara seçme ve seçilme hakları verildi. Cumhuriyet kadını batılı kıyafetlerle sunarak mesajını tüm dünyaya verdi. Sonra birileri kadınların öne çıkmasından yine rahatsız oldular. Halide Edip’e edilmeyen hakaret kalmadı. Kadınlar vitrinde kalmaya devam ettiler ancak asla “kurucu değer” olduklarını hissetmediler. Görmek için tarih boyunca yapılan seçimlere, kadın milletvekili sayılarına, kaç kadın genel başkan olduğuna bakabilirsiniz.

Kadına şiddet sadece ülkemizde uygulanmıyor. İskandinav ülkelerinde bile kadına şiddet üst düzeyde. Bazı Afrika, Asya ve Orta Asya ülkelerinde “kadının sünneti” ritüeli vardır. Merak edenler;

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-47137898 adresini ziyaret edebilirler.

Anlıyoruz ki kadına şiddet zaman, çağ, kıta, mekan tanımıyor.

Ya eğitim? Kadına şiddeti sadece cehalete bağlayabilir miyiz?

2009 Yılında yapılan önemli bir araştırmaya göre üniversite mezunu kadınlar önemli oranda şiddete uğrarken üniversite mezunu erkekler de şiddet uygulamakta okuma yazması olmayanlardan hemcinslerinden aşağı değiller. Araştırmanın pdf haline;

https://www.ailevecalisma.gov.tr/uploads/ksgm/uploads/pages/dagitimda-olan-yayinlar/turkiye-de-kadina-yonelik-aile-ici-siddet-arastirmasi-ana-rapor.pdf linkinden ulaşabilirsiniz. 235 sayfalık bir sunumdur.

Konuyla ilgili o kadar kaynak var ki burada hepsini paylaşmaya kalksam köşem yetmez. Kadın sığınma evlerinde mağdur kadınlarla yapılan görüşme tutanakları, haklarında yazılan kitaplar...

Şiddetin tamamen ortadan kalkmasını hepimiz istiyoruz ancak bunun için doğru bir iklim ve söyleme ihtiyaç var.

“Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Ya satılıktır ya kiralık”,

“Kadınla erkek eşit değildir ne eşitliği?”,

Bazı müftülüklerin şiddet gören kadınlara yanıtları:( Bkz; https://onedio.com/haber/siddet-magduru-kadina-diyanet-tavsiyeleri-vurursa-tepki-vermeyin-polisi-aramayin-898135 gibi söylemler şiddet göstermeye teşne erkekleri cesaretlendirmekte, her tür saldırının meşru ve doğal olduğunu düşündürmekte. Bu tür söylemlerden uzak kalmanın şiddeti düşüreceğine inanıyorum.  

Konuya biraz da aile danışmanı gözüyle yaklaşalım.

Bize öfke ve şiddet sorunu ile gelen çiftleri iki hormonun tıbben ölçülmesi için doktora/hastaneye sevk ederiz. Biri insülin diğeri tiroid hormonlarıdır. Bu iki hormonda sorun varsa öfke sorunun önüne terapi ve görüşmeler yoluyla geçilmez. Önce hekimlerin bu hormonları düzenleyen uygulamaları yapmaları gerekir. Hormonlarda sorun yoksa beyin mr’ı istenir. Doktorlarıyla görüşerek bu tetkikleri neden istediğimizi de ifade ederiz.  Beynin özel bölgelerine baskı yapan bozuk para büyüklüğünde urların bir meleği seri katile dönüştürdüğü kayıtlarla sabittir. Charles Whitman vakası bunun en açık örneğidir. Konunun ayrıntılarını; https://seyler.eksisozluk.com/isledigi-cinayetlerin-beynindeki-bir-tumor-yuzunden-olabilecegi-iddia-edilen-seri-katil-charles-whitman linkinden okuyabilirsiniz.

Bu biyolojik nedenleri kadına şiddeti “aman efendim sağlık nedenleriyle yapıyorlar” diye meşrulaştırmak için yazmıyorum. Partnerinizin öfke sorunları artıyorsa bunların tıbbi karşılıkları olabilir. Hekimlerimiz bunun üstesinden gelebilir.

Aile kodları ve aile içi ittifaklar…

Bazen ailenin kadın büyükleri kızları ya da gelinlerine uygulanan şiddetin kışkırtıcısı olabiliyor. Kadına şiddeti bizzat başka bir kadın teşvik edebiliyor. Anneler bazen erkek evlatlarıyla aile içi ittifaklar kurar, onları bir “sigorta” olarak görür ve hayatlarında söz sahibi olmayı tercih ederler. Bu yolu kullanarak oğullarını gelinlerine karşı kullanmak isterler. “İç güveysi” erkekler için kızlarına söz geçiremeyen anneler de damadı kullanma yoluna giderler.

Kadına şiddet uygulayanların öz güven sorunlarına, cinsel işlev bozukluklarına falan değinmeyeceğim.

Gördüğünüz gibi çok karmaşık, zamanlar ve coğrafyalar ötesi bir sorunla karşı karşıyayız... Üzerimize düşen kadınlara dair söylemlerimize çeki düzen vermek, öfke sorunlarının üstesinden gelmek, daha fazla kadını kurban vermemek için çalışmak. Erkek olmakla "ADAM" olmak arasındaki farkı herkesin beynine sokmak. Görünürde üç sayfalık, link ve kaynaklarla yaklaşık 250 sayfalık bu yazıyı okuduğunuz için teşekkür ederim. Kadın söz konusu olunca bir sayfaya sığmıyor...