Ilgaz Pazarında Patates Adana’dan…

Zeynel KOZANOĞLU

Bu yazı epey gecikti ama notlarıma baktım, yazmak zorundayım. Bir sür önce Ilgaz’ın Kıyısın köyündeydim, doğduğum köyde… İlk çocukluk yıllarından arkadaşlarımla görüştüm. Güzel günler geçirdik, bir hafta ancak kalabildim. Hava pek soğuktu.

Bu arada Ilgaz ilçemize de gittik. O gün Pazar kurulmuştu. Ve beni şaşkına uğratan bir pazarcı feryadı: “Haydiii… Patates geldiii… Patates geldi, Adana’dan…” Allahım, bu arkadaş şaka ediyor olmasın. Sonra aklım başıma geldi, hayır, şaka değil. 

Türkiye’yi elli yıldır yönetenler bu yıkımı sağladılar. Yedi bin iki yüz nüfuslu bir kasabanın yiyeceği patatesi ilçeye bağlı elli altı köy yetiştiremiyor. Taa Adana’dan Ilgaz’a patates getiriliyor. Pazarda satılan diğer ürünlerin geldiği yerleri artık siz tahmin edin. Üzüm, maydanoz, karpuz, sarımsak… Her biri bir başka yurt köşesinden.

Ilgaz’ın elli altı köyü var, dedim ya… Bu köylerde oturan toplam nüfusu bir araya getirseniz bin kişiyi zor bulursunuz… Abartmıyorum, bizim komşu köy var yaz kış sadece bir tek kişi kalıyor. Yaz aylarında Ankara’dan İstanbul’dan gelenler oluyor. 

Kıyısın’da da öyle… Kış aylarında nüfus taş çatlasa otuz kişi. Yazları yüzü aşıyor.

Ve şimdi sıkı durun. Köy denilince akla tavuk, yumurta, koyun, kuzu gelmez mi? Bizim köyde bunların hiç biri yok. Köy olur da o köyde eşek bulunmaz mı? Bizim köyde eşek yok. At yok, öküz yok. Değirmen yok… Ekmek yapan bir tek ev yok.

Her sabah köyün orta yerine bir minibüs gelip park ediyor. Adam yandan iki kapısını açınca alın size kocaman bakkaliye. Ekmekten iğne ipliğe, sabundan pirince kadar her ne ararsan hazır. Yumurta koli ile. Bulgur inceli, irili… Damacana ile iyi su.

Ve Anadolu’da sadece bizim köy bu halde olsa sorun yok. Baştan başa Anadolu böyle. Besiciliğe heves eden birileri çıkıyor. Kısa zamanda pişman oluyor. Bağ bahçe kurmaya yeltenenler az zamanda cayıyorlar. Kendilerine göre de mazeretleri var.

İnsanımız son yıllarda sırt üstü yatarak hayatta kalabilmenin büyüsüne kapılmış. Emek harcamadan kapıya bir şeyler getirilmesinin tadını almış. 

Ve ölmeyecek kadar kazanmayı da hayat felsefesi edinmiş. Kültürümüzde, çalışmadan eli kolu bağlı oturmayı öğütleyen söylemler var. Hiç durmadan akıl dışı bu yolları aralarında yineleyerek tembelliği kendileri için en iyi yol olarak seçmiş olmanın huzurunu yaşıyorlar.  “Yeryüzünde aç mezarı mı var?” diyerek avunmak bize özgüdür.

Devletin dümenini elinde tutanlar akla gelmedik pek çok konuda araştırma soruşturma çabasına giriyorlar. Bir aklı eren de çıksa ve bir zamanlar kendi kendine yeterli bir ülke iken bu günkü hallere nasıl düştüğümüzü araştırsalar.

Ne oldu da, insanımız çalışmaktan elini ayağını çekti. 

Gazetede bir haber gördüm. Baklavacının biri bir tek dükkânından bu bayram için tam sekiz ton baklava satmış. Böyle olağan dışı kalemleri ölçü olarak alan kimi kıt zekâlılar insanımız akşam sabah baklava yiyecek düzeye ulaştı sanıyorlar. 

Sahilleri dolduran tatilcileri göz önüne alarak “Daha ne olsun” demeye kalkışabiliyorlar. Hele milli gelirden pay hesabını hokus pokusla on bin dolara çıkaranlar şişiniyolar. Ama kazın ayağı öyle değil… Beş on yıl sonra Titanik buz dağına çarpınca  akılları başına gelecek ama o zaman çok geç kalmış olacaklar.

Sürekli alkışlanmaya şartlanmış beyinler! Aklınızı başınıza toplayın…