Hû diyerek yeniliğe kanat çırpmak

Fazlı KÖKSAL

Misli Baydoğan bir uzman psikolog, aynı zamanda ustalaşmış bir yazar. Onun ilk yazısını Ayarsız’da okudum; Düze İnen Kurt.  Sardı, sarmaladı beni. Çarptı demek belki daha doğru.

Bir sohbetimizde Sayın Hayati Bice de ondan sitayişle bahsedince, Misli Baydoğan’ın bir kitabını alıp okumak farz oldu. “Selçuklu Hikayeleri” alt başlığı ile yayımlanan “HU DİYEN KARGA”nın gerek ismi, gerekse konusu çok ilginç geldiği için Misli Baydoğan okumalarına onunla başladım.

Hu Diyen Karga’da Misli Baydoğan pek çok yeniyi/farklıyı denemiş.

Roman ve hikâyeler bir anlatıcı tarafından aktarılır. Anlatıcı, bazen birinci şahıs, bazen üçüncü şahıs olur. Çok nadir de olsa, ikinci şahıs da olabilir. Çoklu anlatıcı da zaman zaman denenen bir yöntemdir.  Ama genelde anlatan insandır. Misli Erdoğan “Hu Diyen Karga”da anlatıcı olarak bir kargayı seçmiş.  Selçuklu’nun Selçuk Bey’in babası Dukak Bey’den başlayıp Büyük Selçuklu’ya ondan  Anadolu Selçukluya dönüşen yaklaşık 300 yıllık bir tarihi serüveni, bir karganın anlatımıyla hikayeleştirilmiş. Misli Baydoğan kendisi ile yapılan bir röportajda “anlatıcı neden karga?” sorusunu şöyle cevaplamış; “Uçması, olaylara yukarıdan bakması ve bir miktar da uzun yaşaması nedeniyle karga bana yakın geldi. Bir de Allah'ın yarattığı güzel hayvana uğursuz vs denmesi asabımı bozuyor. Sıradan, gariban bir hayvancağız işte. Kargaya iade-i itibar.”

Hu Diyen Karga, ayrı hikâyelerden oluşan yapısı nedeniyle “hikaye” diye tanımlanabilir. Her hikâyeye masal anlatımıyla başlanmasına bakarak “masal”da diyebilirsiniz. Ama birbirinden bağımsız gözüken 18 hikâyenin birbirinin devamı olduğu, hikâyelerin dil ve üslup açısından bütünlük gösterdiği, baştan sona bir konu tutarlılığı ve bütünlüğü olduğu hususları dikkate alındığında “roman” demek de mümkün. Özetle “Hu Diyen Karga”ya hikâye demek ne kadar doğruysa, roman demek de o kadar doğru. Hatta masal bile diyebilirsiniz. Belki en doğrusu; nehir hikâye.

Kitap, dil ve üslup açısından da etkileyici. Sade ve anlaşılır.  Onbirinci – onikinci yüzyıl Anadolu'sunda yaşadığınızı hissettirecek bir Türkçe kullanılmış hikâyelerde. Yunus Emre dili demek daha doğru galiba. Kelimeler özenle seçilmiş. Deyimler çağa uyarlanmış. Mesela; “Kapalı kapılar ardında” deyimi,  kapıyla tanışmamış, kilidin ise hiç olmadığı Türkmen obasında, akıllıca “Kapalı keçeler ardında” olarak değiştirilmiş.

Konu üzerine iyi çalışmış Misli Baydoğan. Selçuklu tarihini öğrenmiş, özümsemiş ve okuyucuya çok anlaşılır bir şekilde aktarmış. Gök Tanrı inancından İslam’a geçiş,  göçer yapıdan yerleşik düzene oradan kentlileşmeye geçiş. Zaman içinde halk/saray, göçer/yerleşik, alevi/suni farklılaşması ve bu farklılaşması ile bu farklılaşmanın getirdiği problemler “Hu Diyen Karga”nın tarafsız gözüyle aktarılmaya çalışılmış okura.

Her ne kadar kahramanlar büyük ölçüde erkek olsa da, yazarın kadın duyarlılığı ve kadın bakış açısı yansımış kitaba. Mesela Selçuklu kadınları şöyle tasvir edilmiş;“Bu Selçukluların kadınları nasıldır bilir misiniz? Onları tarif etmek istesem, kabaran denizleri, baharda taşan nehirleri ve çölde kopan fırtınaları etraflıca tasvir etmem gerekir. Ben şu uzun, fani ömrümde, Allah'tan gelen maniler haricinde, dilediğini feleğin elinden çekip koparmamış tek bir Selçuklu hatununa rastlamadım desem, inanınız mübalağa etmem. Biçare âdemoğullarını güzellikleri ile oylarken, arkalarını döndüklerinde dünyayı yerinden oynatacak işlere göz kırpmadan atıldıklarını gördüm. Yavrularını korurken atmaca, hünkâr kocaları ve veya babalarını görür görmez kana kana su içen ürkek ceylanlara dönüverirlerdi. At biner, kılıç, kama kuşanır, ok atar, avlanırlardı. Yeri geldiğinde sayıları binleri bulan konuklara yemek hazırlar, gelin olacak kızlara görülmeyen güzellikte kilimler dokur, nakışlar işlerlerdi.”

Sosyolojik tahliller de dikkat çekiyor kitapta. Misli Baydoğan, konuşmayı seven kargaya, olayların nedenleri hakkında sosyolojik tespitler, hatta Tarih Felsefesi sayılabilecek değerlendirmeler yaptırıyor.

Kitabın sonunda Hu Diyen Karga  şu cümlelerle noktalıyor sözlerini; “Biliniz ki bu dünyadan bir Selçuk soyu geçti. Bir de onları Yaradan'a meftun bir aciz kara tüylü kuş. Bizleri unutmayınız. Güçlü bir devlet geleneği, şerefli bir ad ve dünyaya örnek bir medeniyeti miras bırakan soyunuzu dua ile anınız. Sizlere bu güzel mirasın koynunda bahşedilen en kıymetli mücevherden daha kıymetli Anadolu denen diyara sahip çıkınız. Sade Anadolu da değil, Mekke'den ona varan yollarıyla, ana yurdunuz Türkistan, Horasan ve ayak basıp kut saçan alp erenler marifetiyle size yurt olan Balkanlar ve Makedonya da dâhil Türk'ün adı anılan cümle toprağıyla adına Turan denilen büyük ülkenize layık işler yapınız. Soyunuza, ülkenize, sancağınıza halel getirmeyiniz. Peygamberler, nebiler, evliyaullahlar, veliyullahlar aşkına. Hû!”

Misli Baydoğan Hu Diyen Karga’yı; “Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun delikanlı hatırasına” ithaf etmiş.

Ötüken Yayınevince yayımlanan kitap bugüne kadar 5 baskı yapmış.

Tek cümleyle; “Hu Diyen Karga” tarihe ilgi duyan her kitapsever tarafından okunması gereken bir nehir hikâye...