Halkımız Öyle İstiyor…

Zeynel KOZANOĞLU

Halkımız Öyle İstiyor…

 Yıllar önceydi.  Anadolu Ajansı Muhabiri olarak zamanın Milli Eğitim Bakanı’nın peşinde görevlendirilmiştim.  Bakan İlhami Ertem hemen bütün genel müdürleri ile birlikte Ege bölgesine adeta çıkarma yapmıştı.  Başbakan Süleyman Demirel’di.

O zaman da bakanlar Başbakan’dan izin almadıkça küçük su dökmeye bile gidemezlerdi ve başbakana şirin görünebilmek için akla gelmedik taklalar peşinde koşarlardı. O günden hatırladığım “takla” şuydu. Liselerde o yıl pek çok çocuk tek dersten sınıfta bırakılmıştı.

Ülke çapında halk adeta ayağa kalkmıştı. Veliler çocuklara tek dersten üst sınıfa devam hakkı verilmesini istiyordu.  Biz İzmir’den yola çıkmıştık. Bakan ve beraberindekiler İzmir’den sonra sırasıyla Aydın,  Denizli, Muğla, Fethiye,  Burdur v Isparta’ya uğrayacaktı.

Halkın istekleri doğrultusunda bakan beye kararının ne olacağını henüz ilk günden sorduk. “Arkadaşlar halkın isteğine evet diyeceğiz. Liselilere tek dersten bir üst sınıfa devam hakkı tanıyacağız. Ancak anlayış gösterin, bunu Isparta’ya ulaştığımızda açıklayacağım.”

Bu ne için böyle olacaktı?   Çünkü Başbakan Demirel Ispartalı idi.

Aslında ben bu gezide uğradığımız şehirlerden birinde  bir öğrenci velisinin bakana şehir içinde yürüdüğü sırada yaklaşıp fısıldadığı teklifinden söz edecektim. Evet arkadaş şöyle dedi: “Niye liseler ikili halde. Kimisi düz lise, kimileri İmam hatip lisesi… Şunların hepsini İmam hatip lisesi yapıp çıksanız olmaz mı?”

Bakan çarpılmışa döndü. “Senin bu lafını kimse duymasın” dedi ve yürüdü.

Demem o demek ki, bir anlamda vatandaş neyin özlemini duyuyorsa, hükümetler  o özlemlerin kapısını aralıyorlar. Vatandaşın ortaya gelen bir anormalliği, bir yamukluğu, bir akıl dışılığı kılı kırk yararak irdelemesini beklemeyelim. İnsanımız sadece din iman konusunda duyarlı. Hem de o kadar duyarlı ki, anlaşılır gibi değil.

Her gün en az otuz televizyon kanalında ve belki yüz radyo istasyonunda saatlerce dinimiz anlatılıyor. Bin beş yıldır bilinip duran yasaklar, emirler anlatılıyor. İbadetlerin biçimi ve zamanı anlatılıyor.  Yine de her gün binlerce soru soran, her gün onlara yanıt vermeye çalışan kimseler ülke çapında kalabalık bir gurup oluşturuyorlar. Yine de söz gelimi, Cuma namazının kaç rekât kılınması gerektiği üzerinde anlaşma sağlanamıyor.

Kutsal topraklarda facia yaşandı. Suud hükümeti  ölü sayısını bin olaylarında açıkladı. İranlılar dört binlerden laf etti. Sonuç anlaşılabildi mi? Bırakınız yurt dışında olup bitenleri, ülkemizde yaşanan çoğu olayların gerçek yüzüne  ulaşamıyoruz.

Sözlerimi şöyle bağlamak istiyorum. “Halkımız böyle istiyor.”

Mahallemizde bir kişi olsa ve o kişinin bir yalanını yakalasak… Mahallemizde bir başka kişi olsa… Üzerine sihirli değnek değmiş gibi günden güne şişmanlasa, şişmanlasa bu komşu ile yakınlığımızı yeniden yeniden gözden geçirmez miyiz?

Öyle yapmıyoruz. Aksine destek oluyoruz. Sanki düğünde orkestraya sesleniyoruz:

“Çal kardeşim çal… Çal anam babam çal. Çal çal daha daha çal…”

Ve atasözlerimiz: “Devletin malı deniz yemeyen domuz” mu? “Sana dokunmayan yılan bin yaşasın” mı? “Bal tutan parmağını yalar” mı? Evet diyorsak, işte geldiğimiz nokta. Mum yakıp derdimize yanalım. İçine düşürüldüğümüz çukurdan yüz yılda çıkamayacağız.

Bunun da bilincinde olalım.