Hakemlerin torba hikayesi

Atilla TÜRKER

Yıl 1992...

Dönemin Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Yılmaz, hakemlerin pek çok maçta can yakması üzerine şu talimatı verdi:

“Hakemler bundan böyle torbadan çıkacak. Hangi maçı hangi hakemin yöneteceği kura ile belirlenecek. Saha içindeki adaleti bu şekilde sağlayacağız...”

****

İnanılmaz bir karardı bu.

Gündeme bomba gibi düştü.

****

Mehmet Ali Yılmaz futbolun içinden gelen bir isimdi.

Trabzonspor’da uzun yıllar başkanlık yapmış olan Yılmaz, torba sistemi ile camiada eşitliğin sağlanacağını da vurguladı.

****

Emir demiri keserdi.

Futbol Federasyonu, o yıllarda Spordan Sorumlu Devlet Bakanlığı’na bağlı olduğu için... Yapılacak fazla bir şey yoktu.

****

Her ne kadar bazı otoriteler, “Olur mu kardeşim! Hakemlikte önemli olan liyakattır. Performanstır. Hakemler torbaya girer mi” dese de... Elbette ki Mehmet Ali Yılmaz’ın dediği oldu.

Hakemlerin torba uygulaması başladı.

****

Nasıl mı yapıldı?

Bu tarihi çekiliş, Futbol Federasyonu’nun Ankara Konur Sokak’taki genel merkezinde gerçekleşti.

Önce torbalar hazırlandı.

Medya mensupları yerini aldı.

Her bir torbaya Merkez Hakem Kurulu’nun daha önce belirlediği 3’er isim atıldı.

****

O yıllarda 16 takım mücadele veriyordu Süper Lig’de...

Haliyle 8 maç için 3’erden 24 hakemin adı torbaya konuldu.

****

Adeta yılbaşı tombalası gibiydi.

Heyecan had safhadaydı.

Gözler torbadaydı.

Bakalım birinci çinkoyu kim yapacaktı!

****

Tahtaya 8 maç yazıldı.

Torbalar masanın üstüne konuldu.

İlk maç için ilk görevli geldi, ilk torbaya elini soktu... Şöyle bir karıştırdı. Sağa sola baktı. Hızla elini çıkarttı... Baktı. Havaya kaldırdı. Herkese gösterdi.

****

8 maç için de benzeri oldu.

Çekilişi kimler mi yaptı? Futbol Federasyonu ve Merkez Hakem Kurulu’nun önemli isimleri.

****

Torbadan haliyle sürpriz isimler de çıktı.

O güne kadar sıradan maça gidemeyen bazı hakemler bir anda kendini büyük takımların maçında buldu.

****

Şanslı hakemler için harika bir uygulamaydı bu.

Liyakata ne gerek vardı!

****

Sonraki haftalarda da benzer tablo yaşandı.

Hakemlerin aklı torbadaydı.

Artık, kimin bahtına ne çıkarsa...

****

Şanslı hakem güzelim maçı kapıyordu. Hemen her hafta bir maça gidiyordu.

Şanssız hakem ise kaderine küsüyordu. Sadece hava alıyordu!

****

Formsuz olmak hiç önemli değildi!

Formda olmak da hiç önemli değildi.

Önemli olan torbaya girmekti. Biraz da... Torbadan çıkmaktı.

****

Aradan dört hafta geçti. Uygulamada büyük bir atraksiyona gidildi.

Nasıl mı? Artık her bir torbaya, tek bir isim atılmaya başlandı!

Torbalar, saatler öncesi gizlice hazırlandı.

Şaka gibi ama aynen böyle...

Kimi torbaya atıyorsan, haliyle o çıkıyordu!

Kara mizahtı resmen.

Bu şekilde herkes mutlu oluyordu.

Şöyle ki... Spor Bakanı’nın talimatı doğrultusunda torba sistemi yürürlükte kalırken... Merkez Hakem Kurulu da “Kontrolü tekrar ele aldık... İstediğimiz hakemin ismini torbaya koyuyoruz ve çıkartıyoruz” diyordu.

****

Aradan dört hafta daha geçti... Atraksiyonun üstüne bir atraksiyon daha yapıldı.

Nasıl mı? Merkez Hakem Kurulu, medyaya kapıları kapadı.

Şöyle ki... “Sayın basın mensubu... Siz Futbol Federasyonu binasına gelmeyin... Gelseniz de sizi içeri almayacağız. Merkez Hakem Kurulu olarak kurayı biz kendi aramızda çekeceğiz” denildi.

Yalan tabii!

Çekiliş falan yoktu.

“Çekiliş yaptık” denilerek... Eski günlere dönülecekti.

Nitekim öyle oldu.

Haftanın tüm hakemlerini masa başında tek tek belirleyen Merkez Hakem Kurulu, basın duyurusunda, “Bugünkü kura çekiminde torbadan şu hakemler çıktı” demeye başladı.

****

Bir süre de böyle devam etti.

İlerleyen haftalarda ise her şey unutuldu.

Ortada torbanın lafı bile kalmadı.

Doğrusu da buydu zaten.

Torba çöpe gitti.

****

Şimdi... Aradan kaç yıl geçti? 27 yıl...

****

Şu noktada hemen anlaşalım: Liyakat her işte, her zaman, çok önemlidir. Ama hakemlikte çok daha ayrı bir önem taşır.

Liyakatsiz hakem yarı yolda kalır.

Liyakatsiz hakem en kolay maçı bile çığrından çıkarır.

****

Hakemlikte bir düstur vardır, “İlk maçına çıkar gibi heyecanlı, son maçına çıkar gibi cesur ol” şeklinde.

Heyecanını yitirmiş ya da korkak insanların işi değildir yani...

Ve de... İnce hesap yapan insanların işi hiç değildir.

****

İşte bu eksiklik yüzünden, pek çok maçta kabak gibi pozisyonları bazı hakemlerimiz süzemiyor.

Binlerce insanın tribünden gördüğünü, pek çok ünlü hakemimiz monitörden bile göremiyor.

Görmüyor... Görmek istemiyor.

Çünkü bilinçaltına korkaklık ve ince hesap yerleşmiş bir kere...

Göz bir yere bakarken, beyin başka yerde oluyor.

****

Bu korkaklığın ve bu yetersizliğin pek çok nedeni var elbet.

Birilerine yaranma duygusu ya da daha fazla maç alma sevdası gibi...

****

Şu da var. Son maçına çıkar gibi cesur olması gereken mangal yürekli bazı genç hakemler bile...

Bu ince hesaplar yüzünden zaman içerisinde lastik gibi oluyor.

Nereye çekilirse, oraya doğru uzuyor.

****

Belirtelim... Hakem camiasında yaşanan sorunlar kartopu gibi büyüyerek bugüne kadar devam etti.

Birbirlerinin kuyusunu kazma, bölgecilik, ahbap çavuş ilişkileri, babalar ve oğullar, dernek seçimleri, eyyamcı gözlemciler, torpille oluşturulan kurullar, gruplaşma, kulüp baskısı, büyük takımların kanatları altına girme refleksi...

Say sayabildiğin kadar.

****

Hani, demem o ki, o MHK gitmiş, bu MHK gelmiş...

VAR-AVAR sistemi devreye girmiş...

Ne farkeder!

Nihayetinde doğru karar için, doğru bakmak gerekiyor. Bu kadar basit...

En önemlisi de şu:

Hakemlik bir karakter meselesidir.

Kafasında tilkiler dolaşan bir hakemin, yanlış yola sapmaması mümkün değil.

****

Sözün özü...

İnce hesap yapan isimler bu mecrada boy gösterdiği sürece...

Düdükler hep böyle yanlış öter.