Giderlerse gitsinler

Murat YAZAN

Bu yazı bir Recep Tayyip Erdoğan çözümlemesi değildir. İnsan ve güç ilişkisinin temelleri, süreci ve olası sonuçlarına bir bakıştır.

Bilindiği üzere Cumhurbaşkanı, doktorlar için “giderlerse gitsinler” cümlesini kullandı. Prompterdan okudu veya doğaçlama konuştu, ya da “yurt dışına gidenleri değil, devletten özele geçenleri kastetti” tarafı benim için önemli değil. Önemli olan şey cümlenin kendisi.

Tayyip Erdoğan siyasete genç yaşlarda başlayıp İl Başkanlığı’ndan İstanbul Belediye Başkanlığı'na, Parti Genel Başkanlığı’ndan başbakanlığa, oradan Cumhurbaşkanlığına yükselmiş bir profil. Belki de siyasi anlamda çekirdekten yetişip bütün siyasi aşamaları yaşayan ve devletin zirvesine yükselen ülkedeki tek kişi. Bu noktada “hamdım, piştim, yandım”, ya da çıraklık, kalfalık, ustalık dönemleri ile ilgili metaforlarla anlatılan “olgunlaşmayı” bekliyoruz ama göremiyoruz. Reddedilemeyecek bir hayat ve siyaset tecrübesi olmasına rağmen!

Bunun bireysel ve toplumsal nedenleri olduğunu düşünüyorum. Bireysel nedenleri açıklamak için Freud ve Lacan’a başvurulabilir. Çözümlemeyi yaparım ama sayfalar sürer. Derrida’nın “yapı söküm” tekniğiyle yaklaşılır, o da başka yerlere gider. En iyisi birey-güç ilişkisi üzerinden yürümek.

Güç, bireyin sahip olmayı arzuladığı temel enstrümanlardan biridir. Beslenme ve güvenlik sorununu çözen her birey güce sahip olmaya odaklanır. Güç; kimi için para, kimi için diploma, kimi için sosyal statüdür. Seçilebilir ve emek sonucu elde edilir. Çok çalışarak paraya, zorlu eğitimle diplomaya, strateji ve ilişki üretilerek sosyal statüye sahip olunabilir. Güç, başka bir güze dönüştürülebilir. Para eğitimde kullanılır, eğitim sosyal statünün kazanılmasında etkili olur, sosyal statü paraya dönüştürülebilir vb. gibi sonsuz bir sarmal oluşur. Güç kazanıldığı gibi kayıp da edilebilir. Bu noktada birey emeğini, gücü kazanmanın yanı sıra onu korumak için de harcanmaya başlar. Güce gereğinden fazla önem veren ve bu yolda kendini paralayan biri için gücün kaybı neredeyse ölümle eş anlamlıdır. Yılların ve emeğin heba olması derin bir acıdır.

Gücün önemli ve üzerinde titizlikle durulması gereken yanı, insanı dönüştürmesidir. Obezleşen güç, onu hazmetmek için gereken süreyi görmemeye zorlar. Güç-birey ilişkisine isimlerden, şahıslardan bağımsız olarak bakmak olası önyargıları da ortadan kaldırabilir. Mevcut Cumhurbaşkanlığı makamına her kim gelirse gelsin sahip olduğu yasalardan kaynaklanan gücü kullanacak, dönüşmeye başlayacaktır. Koca ülkeyi yönetmek için ucu bucağı belli olmayan, tek bir imza ile canının istediğini yapma gücüne sahip olan birey, herkesi ve her şeyi nesne olarak görmeye başlar. Bireyin gözünde emirlerini yerine getiren kurumlar aparata, kişiler nesneye dönüşür. İnsani ilişkilere ihtiyaç duymaz, çünkü ilişki eşitler veya benzerler arasında oluşur. Kendi gücünün yanına yaklaşan bile olmadığı için aslında “yalnızdır”.

Sahip olduğu güç, hoşuna gitmeyen davranışlar sergileyenlere karcı hırçınlaştırır. Muhalefet edenlere, öğrencilere “terörist”, işçiye esnafa “nankör” demekte bir sakınca görmez. Verdiği imkânları (ki aslında imkânları o vermemektedir)yeterli bulmayan doktorlar onun gözünde “giderlerse gitsinler” denerek kolayca harcanabilecek nesnelerdir. Doktorların meslek sahibi olana kadar harcadıkları emek, ailelerin maddi fedakârlıkları ve yaşadıkları zorlu süreç onun için yok hükmündedir. “Giderlerse gitsinler” kelimeleri yabancılaşmanın simgesidir. İnsanlara, emeklere, fedakârlıklara yabancılaşmanın simgesi!

Bizim toplum güç sahibini sever. Güç sahibi bıçkın-delikanlı bir üslup kullanıyorsa daha da sever. Tayyip Erdoğan bunu “one minute” dediği süreçte test etmiş, toplumdan bu üslubu delicesine destekleyen bir geri dönüş almıştır. Gördüğü kabulle üslubuna güvenini pekiştirmiş, değiştirme gereği de duymamıştır. Toplumun bu tavrı güç sahibini tahkim etmiş, güç sahibi benzer dili topluma karşı kullandığında ortaya trajik bir paradoks çıkmıştır. Muhalefetin şaşkınlıkla izlediği kemikleşmiş yüzde otuz bu üsluptan keyif duymakta, en sert cümleleri bile “babacan bir kulak çekme” olarak algılamakta ve güç sahibine daha fazla sarılmaktadır.

Tayyip Erdoğan bundan sonra daha sert cümleler de kurabilir. Gücün tartışmasız sahibi olarak bazı makamlarda oturanların “af istemini” onları affederek yanıtlayabilir. Gücün verdiği kudret ve yetkiyi istediği gibi kullanabilir. Ta ki o makamdan ayrılana kadar.

Güç-insan ilişkisi isimlerden bağımsız olarak değerlendirilmeli, böylesi bir güç bir daha kimseye verilmemelidir. Sonsuz güç göz kamaştırıcıdır ancak bireyi trajik bir şekilde yalnızlığa iter.