Eline hiç fırça almamış!..

Hülya SEZGİN

Geçtiğimiz yıl Aydın Karacasu'da  Karacasu Belediyesi ile  birlikte ressamlar çalıştayı düzenlemiştim hani. Azerbaycan, Rusya, Gürcistan, Rusya Urallar,  Kazakistan ve Türkiye'nin çeşitli illerinden ressam arkadaşlarım katılmıştı. O çalıştaydan hem biz, hem de belediye çok memnun kalmıştı. Son akşam yemeğimizde Dr. Hikmet Boğa'nın “Anneler günü için bir organizasyon yapabilir miyiz Hülya hanım?” diye sorusunu “Elbet yaparız” diye yanıtlamıştım.
Sonraki günlerde projemi sundum. Bir Atatürk portresi ve empresyonist dönemden bir anne-çocuk figür tablosunu çalışacaktık. 120x160 cm boyutlarında olacak, her bir tabloyu 12 anne çalışacak ve sonra tek çerçevede pazıl gibi birleştirecektik. İki tablo için 24 anneye ihtiyacımız vardı. Çocuklar ise anneler günü konulu olarak özgür çalışacaklardı. 
Anneler için 40 x 40cm den 24 tuval, çocuklar için ise 25 x 30 cm den 30 tuval satın aldım. Yetmezse diye de çocuklara 8 resim defteri aldım. Sayfaları koparıp koparıp verecektim...
Sağolsun Karacasu Belediye başkanı Mustafa Büyükyapıcı bu konuda maddi ve manevi desteğini esirgemedi. Onun Karacasulu hemşehrileri için iyi niyetle güzel şeyler yapmaya çalışmasını bilmesem zaten ne işim vardı orada. Geçen yıldan da tanışıyorduk...  
Davet edeceğim ressam arkadaşlarımla hemen irtibata geçtim. Onlar da benim kadar heyecanlandılar. Ankara'dan Asiye Aytan, Eskişehir'den Münevver İzgi, Selçuk'tan Mürüvet Kayabay, İzmir'den Nuraydın Kurtul, Hamide İyigün, Cavidan Keçik, Kamer Keçik, Özden Gülümseler Sümer ve ben Hülya Sezgin... Bir de ödüllü ressamımız 8 yaşında Nehir Sümer bizimle idi...
Mustafa başkan İzmir'e araç göndermişti ulaşımımız için. Ama araç beklerken bir yağmur, bir yağmur İzmir'i sel götürdü... Neyse aracımız geldi, kaptan şoförümüz gene geçen yıl da şoförlüğümüzü yapan Ali Rıza idi...
Güle oynaya Karacasu'ya geldik. Belediyenin konukevinde kalacaktık bu yıl. Merkezde, temiz pak ve şirin bir pansiyon. Hemen valizlerimizi odalarımıza koyduk. Karnımız acıkmıştı. Yerleşmeden etkinlik boyunca karnımızı doyuracağımız Nazar Pide'ye geldik ve meşhur Karacasu pidesinden afiyetle yedik...
Ertesi sabah pırıl pırıl bir güneşle uyanmak beni sevindirdi. Akşam bize sunulan meşhur Atça çileğinden artanları odama getirmiştim. Bir kaçını ağzıma attım. Mis gibi kokulu kokulu... hormonsuz... lezzetli...
Belediyeye geldik. Seyhan Gençay, Filiz Gülsevim Ersöz ve Aysun Özer hanımla tanıştım. Çünkü malzeme alımı ve pek çok konu ile ilgili defalarca konuşmuştum. Ne yapacağımızı Mustafa Başkan ve Dr.Hikmet bey ile uzun uzun konuştuk...
Geleceğimiz gün yağmurda aracı beklerken belim çok ağrımıştı. Tutulacak diye korktum. Çünkü tutulursa yandım!.. “Dr. Hikmet Boğa kişi olarak mükemmel insan, bir de doktor olarak nasıl bakalım. Beni bir muayeneye götürün.” dedim. Bunu duyan Karacasulular hemen “Doktorumuz çok iyidir, bilgilidir, çok severiz.” diye anlatmaya başladılar. Ve muayeneye gittim. Verdiği ilaçlarla akşamına belimi doğrultmuştum. Dediklerinde haklıymışlar... 
Geçen yıl sergi yaptığımız üstü kapalı pazar yerinde çalışacağımız yeri panolarla belirledim. Masalar, şövaleler kurduk. Duyurular günlerce öncelden yapılmış, anne ve çocukların başvuruları alınmıştı. Eksikleri tamamlamak için altımızda zabıta aracı kasaba şerifi gibi dolandım ortalıkta... Artık herşey tamamdı...
Nihayet beklenen an geldi. Anne ve çocuklar geldiler. Her bir annenin üzerinde çalışacağı fotokopileri dağıttık. Ressam arkadaşlarımın denetiminde hayatlarında belki de ilk kez fırça boya alan anneler heyecanla resmetmeye başladılar. Çocukların sevinci, heyecanı ise görülmeye değerdi. İki gün boyunca tuvallar de tükendi, 8 defterin 120 sayfası da... Çok güzel resimler çıktı ortaya. Çocuklar bitirdikleri resimleri getirip teslim ettikçe çok güzel yaptıklarını söyleyerek teşekkür ettikten sonra ödül olarak birer avuç şeker verdim. 
Ressam arkadaşlarım da en az anne ve çocuklar kadar heyecanlı idiler. Ben mi? Sormayın artık... Ortaya çıkan güzellikleri gördükçe hem gurur, hem heyecanım tepelere tırmandı. Atatürk'ün yüzünü ben çalıştım. Biten tabloların rötuşunu ise detay çalışan iki arkadaşım Mürüvet Kayabay ile Hamide İyigün yaptı. Çünkü her arkadaşımın tarzı, fırça darbesi farklı idi. Hepsi çok güzel çalışıyorlardı ama bütünlük sağlanamayabilirdi. O yüzden rötuşlar tek elden çıksın istedim...
Sonuç mükemmeldi... Annelerle ve arkadaşlarımla gurur duydum... Kadının başaramayacağı şey yokmuş bunu anladım...
Çocukların resimlerinden ise o kadar güzel şeyler çıktı ki hepimiz hem şaştık hem hayran kaldık...
Akşam yemeğinde Geyre Kasabasında Anatolia Restauranta gittik. Sahibi Mehmet Çevik yurt dışında yaşamış. 1980 yılında burayı yapmış. Birkaç dönüm bahçe içinde harika bir yer. Geçen yıl bahçede oturmuştuk. Bu yıl içeride idik. İnce bir zevkin ve bilgi birkiminin ürünü belli. Antik bir müzeye girmiş gibi oluyorsunuz. Eski radyolar, tarım aletleri, hesap makineleri, bakır kaplar, at arabası tekerleği dekor olarak kullanılmış. Köşede duran küçük daktilo makinasını görünce heyecanlandım. Biliyor musunuz ben on parmakla yazarım. Hemen kimse görmeden tuşların üzerine parmaklarımı yerleştirip birkaç tuş vurarak bankacılık günlerimi anımsadım...
Sonra elinde sazı ile emekli öğretmen Erol Bebeci geldi. O zamana kadar kafesinde hanım hanımcık duran kırmızılı mavili yeşilli papağan birden canlandı çırpınmaya bağırmaya başladı. Merak ettik. Meğer derdi Erol beymiş. Erol bey kafesi açar açmaz uçup sazının sapına kondu. Erol bey çalıp söyledikçe aşağı yukarı sallanarak tempo tuttu. O kadar güzel Anadolu'nun bağrından kopmuş türküler çaldı ki hepimiz bir ağızdan söyledik. Dr.Hikmet beyin iyiliklerine biri daha eklendi. O  iyi bir türkücü de...
En mutlumuz ise sanırım küçük ressamımız Nehir idi. Kucağında yavru köpek ortada dolandı durdu...

Devam edecek..