EKONOMİK BUHRAN SONRASI OTORİTER YÖNELİM

Prof. Atila BİTİGEN

1929 Dünya ekonomik buhranının etkisi ile liberal ekonomik politikaların prestiji sarsıldı devletçi kontrolcü denetimci ekonomiler revaç bulmaya başlamışlardır. Siyasal sistemde bu ekonomik modele paralel olarak otoriter devletçi güçlü lider güçlü devlet anlayışı gelişti.Avrupa’da bu faşizmin gelişmesine güçlenmesine neden olmuş genel bir otoriterleşme eğilimi gerçekleşmiştir.İtalya’da faşizm yürürlükteyken 1930’da Brezilyada,1931’de Arjantin ve Guatemala’da,1932’dePortekiz’de,1933’de Uruguay’da,Avusturya ve Almanya’da,1934’deMeksika’da otoriter totaliter diktatörlüklerin iş başında olduğu bir dönem yaşandı.Bu dönemde Rusya da Stalin iş başındadır. Bu otoriter liderlerin güç çekişmesi sonrası dünya savaşı ile ülkeler yıkıldı büyük acıların yaşanmasına neden oldu.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Avrupa’daki aşırı sağ partilerin tekrar canlanmaya başlaması 1980’lerde olmuştur. Bu tarihlerde Avrupa’daki ekonomik ve sosyal düzen neo-liberalizmin ortaya çıkışıyla değişmiştir. Neo-liberalizm, ekonomide küreselleşmeyi mecbur kılmıştır. Asya’daki ucuz iş gücü ve teknolojinin gelişmesi, Çin ve Hindistan’ın üretim gücünü artırmış, Avrupa’nın rekabet gücünü zayıflatmıştır. Bu süreçte Avrupa’daki nüfus da azalmış ve yaşlı nüfus çoğunluğu oluşturmaya başlamıştır. Bu sebeple Avrupa’da işsizlik dalgası kabarmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan perişan halde çıkan Avrupa, ekonomisini ve sosyal düzenini tekrar oluşturmak için, Güney Akdeniz ülkelerinden ve Balkanlar’dan gelen ve çoğunluğu Müslüman olan “ misafir işçileri” ucuz iş gücü olarak kullanmaya başlamıştır. Bu misafir işçilerin belli bir süre sonra Avrupa’dan ayrılacakları düşünülüyordu. Fakat 1980’lerde bu işçiler, kendi varlıklarını hissettirmeye başladılar. Aileler birleşti, ikinci ve üçüncü nesiller ortaya çıktı.Soğuk Savaş sonrasında Avrupa’nın dönüşümünde refah paylaşımına bağlı endişeler ve kimlik sorunu gibi konular ön plana çıkmış ve farklı kültürlerle bir arada yaşamayı güçleştirmiştir. Bu durum da Avrupa’daki aşırı sağ partilerin yükselişine zemin hazırlamıştır.

ABD de üretimin Çin ve Hindistan’a taşınması sermayenin maliyeti azaltmak için düşük ücretli vergi avantajı olan ülkelere kayması, işsizlik fakirlik geniş halk kitlelerinin memnuniyetsizliğini artırdı. Yaşanan ekonomik memnuniyetsizlik gelecek kaygısını beraberinde getiriyor ve seçmeni alternatif arayışlara yöneltebiliyor. Geçim sıkıntısı çeken veya ekonomik olarak daha da geriye düşmek istemeyen seçmenler duygulara hitap eden popülist söylemin çekiciliği büyüleyici geliyor. Kendilerini koruyacak güçlü, hatta otoriter, lider figürü bu seçmen grubuna cazip geliyor. Duygulara hitap ediyor korku, kızgınlık ve Amerika’yı tekrar muhteşem yapma arzusu duyan seçmene umut veriyor. Çünkü ekonomik olarak yıpranan seçmen, bir güçlü lider kurtarıcı arıyor böylece yıkım getirecek popülist liderlerin peşine takılıyor. Aynı resmi 2002 ekonomik krizi sonrası AKP iktidar olması, Yunanistan da ise Çipraz’ın iktidar oluşu da ekonomik buhran sonrası radikal kararın eseri. Popülizm sağ sol ayrımı yapmadan temsili demokrasinin en zayıf yerinden aşil topuğundan vurulmasıdır. Bugün biz aşırı sağ popülizmi konuşuyoruz ama sol popülizm de bu başkaldırının önemli bir parçasıdır. Venezuela’da Hugo Chavez, Filipinler’de RodrigoDuterte, İspanya’da Podemos hareketi veya Yunanistan’da Syriza Partisi sol popülizmin önemli Temsilcileridir. Tarih göstermiştir ki popülizmin sonu sefilliktir.