Eğitim sistemi, ekonomi ve devletin gücü

Ruhittin SÖNMEZ

Kasım 2017’de yani tam 6 yıl önce, üniversiteye giriş sınavında değişikliğe gitme kararı açıklanırken, Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP yönetimindeki dönemde, eğitim sistemi üzerindeki başarısızlığı itiraf etmişti. 

Erdoğan, "Türkiye'de iki alanda arzu ettiğimiz gelişmeyi sağlayamadık. Bunlar eğitim ve öğretimdir, kültürdür" demişti.

"Adam seçimi kazandı..." Tekrar kazandı... Ve tekrar kazandı... Ama eğitimde başarılı olduğunu söyleyerek ve göstererek kazanmadı.

Zaten Erdoğan’ın itirafını beklememize de lüzum yoktu.

Eğitimdeki başarısızlığı sadece her yıl açıklanan Üniversiteye giriş ve liselere giriş için yapılan sınavların sonuçlarından anladıysak vah bize.

Ekonomide 2014 yılından bu yana kişi başına milli gelirimiz 10 bin dolar seviyesini aşamıyor. "Orta gelir tuzağı" denen bu durumdan çıkamayışımızın ilk sebebi katma değeri yüksek ürünler üretemiyor oluşumuz.

Yüksek teknolojili üretim yapacak insan gücünü yetiştirememişiz.

Ekonominin gelişmişliği ve gücü ülkedeki hukuk ve demokrasi seviyesi ile orantılıdır.

Hukuk ve demokrasi talebi ise eğitim seviyesi ve şehirleşme ile doğrudan alakalıdır.

Hukuk ve demokrasi talep eden yerine iradesini bir kişiye devreden bir insan modeli yetiştiren bir “eğitim sistemimiz” var.

Esasen buna “eğitim sistemimiz” var demek bile doğru değil. Rahmetli Nurettin Topçu’nun tespiti bugün daha çok geçerlidir:

“Eğitim sistemimizin iki eksiği var; 1- Eğitim, 2- Sistem.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın eğitim ve kültürdeki başarısızlığın itirafını bile bile, "ama köprüler, yollar yaptılar" diye düşünenler bu eğitim sisteminin ürünleri idi.

Eğitim ve kültürdeki başarısızlığını göre göre, AK Parti'nin ülkede "adalet ve kalkınma" sağladığını düşünenler de bu eğitim sisteminin ürünleri idi.

Şu tespitimi biliyorum ki sadece eğitim ve kültür seviyesi iyi olanlar anlayabilir:

Eğitim sistemin neyse ekonomin de, hukukun da, demokrasin de, ülkenin gücü de o.

Aynı şekilde, ekonomin ne ise, hukukun ne ise, demokrasin ne ise eğitim sistemin de o...

*   *   *

EKSİ 9 PUANLA 4 YILLIK FAKÜLTEYE GİRİLİYOR

Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK) açıkladığı veriler barajın kaldırılmasının üniversite kazanmayı ne kadar kolaylaştırdığını ortaya koydu.

Baraj kalkmadan önce 4 yıllık bölümler için en az 27 net, 2 yıllık bölümler için de 8,75 net yapmak gerekiyordu.

Baraj kalkınca, bazı bölümlere -8,75, -7,25, -9,5 net yapanlar bile girdi. Hatta Türkçeden eksi 7,5 net yapıp Türk Dili ve Edebiyatı kazanan bile var.

Eksi netlerle hem iki yıllık hem de dört yıllık bölümlere öğrenciler yerleşildi. Bu bölümlerinin çoğunun vakıf üniversitelerinde olduğu görülmekte.

Daha da üzücü olan ise sıfırın altında netle Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü kazananlar olması. Yerleştirildikleri üniversitelerinden mezun olduğunda Türkçe öğretmenliği yapabilecek olan kişiler sıfırın altında Türkçe netiyle üniversiteye girdi.

PİSA testlerinde ortaya çıktığı gibi, orta öğretim öğrencilerinin çoğunun kendi dilinde okuduğunu anlama ve düşündüğü ve bildiği bir şeyi anlatma becerisi bakımından son derece yetersiz olduğu gerçeği bir kere daha yüzümüze çarpılmış olmalı.

Bu vahim tablo sadece Türkçe bölümlerinde değil. Daha önceki yıllarda olduğu gibi fizik, kimya, tarih, coğrafya gibi bölümleri kazananlar da YKS’de kendi bölümlerinin sınavlarında eksi net yaptı. Özellikle tarih sınavlarında hem birinci kısımda hem ikinci kısımda eksi net yapanlar dikkat çekti.

*   *   *

BU EĞİTİM KALİTESİ İLE GÜÇLÜ TÜRKİYE OLAMAYIZ

Bu eğitim kalitesi ile asla gelişmiş ve güçlü bir ülke olamayız.

"Yeni Türkiye"nin öğrenci sayısıyla, fakülte binalarının büyüklüğü ile övünen yöneticilerinin, eğitim ve öğretim kalitesindeki utanç verici bu tablodan, ders çıkarması gerekir.

Dünya Ekonomik Forumu’na göre devletlerin önümüzdeki dönemde ekonomik rekabete hazır olabilmesi için "Eğitim müfredatını güncelleyecek işler ve ‘yarının pazarları’ için gerekli becerilere yapılan yatırımı artırması" gerekiyor.

Bu konuda en iyi durumdaki ülkelerin Finlandiya, Hollanda ve Danimarka olduğu tespit edilmiş.

Bunlar ve diğer gelişmiş ülkelerin eğitim kalitesi yüksek ülkeler olması tesadüf değil. Bunlar gelecek dönemin ihtiyaçlarına göre zaten bizim imrendiğimiz seviyede olan eğitim sistemlerini daha geliştirmek çabası içindeler.

Biz ise, daha kendi dilinde sorulan soruları anlayamayan, mecaz ve ironi içeren cümleleri kavrayamayan, bildiği bir konuyu bile doğru dürüst anlatamayan insanlar yetiştiriyoruz.

Bu yetersizlikteki bireylerin soru sorma becerisi ve sorgulama yeteneğinin gelişmediği de açıktır. Belki de bu yüzden yöneticiler eğitim kalitesinden memnun bile olabilirler.

Ancak unutulmasın ki, bu eğitim kalitesi ile önümüzdeki on yılda da "orta gelir tuzağı"ndan kurtulabilmek ve kişi başı on bin dolarlık milli gelir seviyesini geçebilmek hiç de kolay olmayacak.

Daha önce de aktardığım bir cümle ile bitirelim:

"Güçlü Türkiye sözünün bu çağda bir tek anlamı var; eğitim, hukuk, demokrasi, teknoloji, bilim alanlarında ‘yüksek kalite’ye ulaşmak." (Taha Akyol)