DÜNYADA DIŞ SİYASETTE DEĞİŞİM

Prof. Atila BİTİGEN

Modern ulus devlet anlayışı batının tarihi tecrübesinden çalkantılı mezhep ve millet savaşlarının sonucunda gelişmiştir. İmparatorlukların çökmesi sonucu millet temelli ulus devletler çağı başlamıştır. Otuz Yıl Savaşları, her ne kadar din savaşları olarak bilinse de dini niteliğinin yanında siyasi bir nitelik de taşımaktadır. Eski İmparatorluğu’nun topraklarında farklı dillerde konuşan ama aynı dine mensup olan bir halkın varlığı söz konusuydu ve bu insanları bir arada tutan şey sadece dindi. İmparatorluğun bütünlüğü, ortaya çıkan mezhepler yüzünden sarsılmaya başlayınca dini ve siyasi amaçlar ayrılmaz hale geldi.Otuz Yıl Savaşları’na katılan ve dönemin büyük devletleri olan İspanya ve Avusturya Habsburgları, İsveç, Danimarka ve Fransa kimilerine ise küçük Alman Prensliklerinin de katıldığı beş büyük savaş yaptılar ve 1648’ de otuz yıl süren bu karışıklık ortamına Vestfalya Antlaşması ile son verdiler. 

Çağdaş uluslararası ilişkilerin temeli, 1648 yılında imzalanan Vestfalya Barış Antlaşması ile atılmıştır. Vestfalya Barış Antlaşması, ‘ulusal devlet egemenliği’ ilkesini temel hak olarak tanımıştır. Bu dönemden itibaren uluslararası ilişkilerde devletler temel oyuncu rolüne bürünmüştür. Günümüzde de temel ilke, her devletin kendi topraklarında egemenlik hakkı olması ve uluslararası toplumun bu devletle ilişkilerini bu prensip üzerinden kurmasıdır. Vestfalya düzeni ile birlikte Avrupa, Ortaçağ’dan modern zamanlara geçiş yapmıştır. Bugün de sıklıkla kullandığımız egemenlik, sınırlar, başka bir devletin iç işlerine karışmama ve elçilik gibi kavramlar Vestfalya düzeninin birer getirisi olmuştur. Bu kavramları toplu olarak ele aldığımızda ise karşımızda ulus- devleti bulmaktayız. Elçilik binaları o ülkenin toprağı olarak kabul edilir elçiye dokunulmaz öldürülmez.

Kissingera göre; dünya ısrarla düzen arayışında olsa da, neredeyse dört yüzyıl önce Almanya'nın Vestfalya bölgesinde öteki uygarlıkların çoğu katılmadan hatta haberleri bile olmadan gerçekleştirilen bir barış konferansında tasarlanan çalışmadan beri gerçek anlamda bir dünya düzeni hiç var olmadı. Tarihin büyük bölümü boyunca uygarlıklar kendi düzen kavramlarını tanımladı. Hepsi kendini dünyanın merkezi saydı ve ilkelerine evrensel geçerlilik affetti. Günümüzdeyse uluslararası sorunlar küresel boyutta yaşanıyor ve ülkeler dünyanın farklı bölgelerindeki politik olaylara neredeyse anında müdahil oluyor. Buna rağmen, pek çok konuda önemli oyuncular arasında fikir birliği sağlanamıyor. Ve sonuçta gerilim giderek tırmanıyor.

Yaşanan kaos; kitle imha silahlarının yayılışıyla, devletlerin dağılmasıyla, çevre tahribatının etkileriyle, soykırıma varan uygulamaların ısrarla sürmesiyle ve çatışmaları insan anlayışının ötesine taşıma tehdidi oluşturan yeni teknolojilerin yaygınlaşmasıyla herkesi tehdit ediyor. Bilgiye ulaşmanın ve bilgiyi iletmenin yeni yöntemleri, farklı bölgeleri daha önce eşine rastlanmamış ölçüde birleştirerek olayları küresel düzeyde sahneye yansıtıyor. Acaba geleceği hiçbir düzenin dizginleyemeyeceği güçlerin belirlediği bir dönemle mi karşı karşıyayız?

Huntington ise medeniyetler savaşı kitabında yıkım çöküntü ve kaos öngörüyor.Tam kaos:devletlerin zayıflaması ve dünyada başarısız devletlerin görülmesi anarşi içinde bir dünya görüntüsü ortaya çıktı.Hükümetlerin otoritesinin çöküşü;devletlerin dağılması;kabile,din ve etnik anlaşmazlıkların yoğunlaşması;uluslararası ceza mafyaların ortaya çıkması;mültecilerin sayısının milyonları bulması;nükleer ve kitle imha silahlarının çoğalması;terörizmin yaygınlaşması;etnik temizlik ve kıyımın yaygınlığı.Bu anarşi içinde dünya resmi zbignew brzeninski nin denetim dışı ve daniel patrick moynihanın cehennem adlı kitaplarında anlattığı resmi çağrıştırıyor.