Dünden bugüne siyaset/hilafet ve insan

Faruk YÜCER

Siyaset: ’Devlet işlerini düzenleme, ülke idaresi, politika’ diye tanımlanır.

Hilafet: ’Bir idare' şeklidir, kısaca 'hükümet etme' anlamındadır.

Yazımda, Cumhuriyet dönemi öncesinden de bahsedeceğim için hilafet’i de söz konusu ettim.

Yönetme, hükmetme, üstün olma, insanlara has bir olgu…

Hz. Muhammed (SAV) vefat ettiğinde, henüz defin işlemleri gerçekleşmeden, ümmeti kimin yöneteceği tartışmaları başlamış.

İslam Tarihine göre, Beni Sa’ide’de Ensar ve muhacir ileri gelenleri toplanmış, uzun görüşmelerden sonra Halife olarak Hz. Ebu Bekir’de karar kılınmış.

Adına ister hilafet, ister siyaset deyin işin içine ‘insan’; yönetme, hükmetme girdiğinde karşı duruşlar, yani muhalefet başlıyor.

Hulefa-i Raşidin'den yani Peygamberimizden sonra Hilafet makamındaki dört halifeden sadece Hz.Ebu  Bekir, yatağında ölmüş; Hz Ömer, Hz Osman ve Hz Ali şehit edilmiştir.

Savaşlar, suikastlar, ihtilaller hiç eksik olmamış.

CEMEL ve SIFFIN savaşları, İslam tarihinin, Müslümanların yürek acısıdır.

Ceddimiz Osmanlı’ya gelirsek, 1. Murad’dan itibaren, sebep ne olursa olsun, hangi düşünce uğruna yapılırsa yapılsın,’ devlet idaresi’ adına kardeşler, amcalar, yeğenler, evlatlar, öldürülmüş. Hatta anasının kucağından koparılan bebek bile, ölümden kurtulamamıştır.

Bunları ecdadımızı kötülemek için değil acı da olsa gerçekleri dile getirmek adına ifade ediyorum. (Elbette olaylar kendi şartları içinde değerlendirilir.)

Zamanla rejimler, şartlar, isimler, metotlar değişiyor, fakat insanların ‘hükmetme’ egosu asla değişmiyor.

Artık ‘katli vaciptir’ diye hüküm verme çok şükür yok!

‘Tekfir’ anlayışı ile, tekbir getirerek kelle uçuran IŞİD, El NUSRA  vb. gibi sapık katil sürüsü, gizli de olsa bedevi  kanunlarını uygulayıp adam doğratan piyon liderler hariç…

Artık demokrasilerde, iktidar olmanın, muktedirliğini sürdürmenin ‘yani ülke idaresinin ‘yolu sandıktan geçiyor.

Bu sefer de sandıktan çıkmak için çeşitli yollar deneniyor.

Vaatler, sunulacak imkanlar, hak, hukuk, adalet, refah söylemleri… vb.

Demokrasi kurallarının eksiksiz işlediği, gelişmiş ülkelerde kaos ortamı pek görülmüyor. Kurumlar işlevlerini yerine getiriyor. Zamanı geldiğinde, iktidarlar değişiyor, yanlışlık yapan veya başarısız olan kim olursa olsun, demokratik kurallar içinde karşılığını görüyor ve hukuk işliyor.

Amma velakin, hem kendi, hem de demokrasi kültürü az gelişmiş ülkelerde, durum biraz farklı.

(Aslında ‘az gelişmiş’ tabiri, gelişmemiş'in kibarcası.)

Böyle ülkelerde siyaset ve siyasetçi algısı bambaşka bir hüviyet kazanıyor.

O artık tek seçici ve tek kurtarıcıdır!...

Emirleri tartışılmaz!...

Her türlü hatadan münezzehtir!...

Her şeyin en iyisini o bilir, 'müşavere' sözcüğü defterinde yoktur, şayet müşaviri varsa onun görevi de tasdik etmek, 'evet efendim' demektir!...

Bazen ak dediğine kara, kara dediğine de ak diyebilir, bu durum haşa yanıldığından falan değil, strateji gereğidir !...

Halkın nabzın iyi tutar, kah fetva makamıdır, kah ileri demokrattır!...

Yerine göre kaskatı realist, yerine göre, bir şiir dizesine gözyaşı dökecek kadar duygusal  ve romantiktir!...

Niçin, gelişmiş ülkelerle az gelişmiş ülkeler arasında, idare şekli aynı olduğu halde, bu kadar farklılık vardır sorusu…? 

Sevgili dostlar; Hepimiz biliyoruz ki  başarı ve başarısızlık asla tesadüfi değildir.

Artık 21. yüzyıldayız. Elbette geçmişimizi göz ardı etmeyeceğiz, ondan ders alacağız, iyilikleri güzellikleri bize örnek olacak, fakat bugün geçmişi yaşayalım dersek yaşayamayız, çağın gerisinde kalırız.

İlim, teknik, ilerleme, gelişme ‘insan’la ilgili bir olgudur.

Allah, ‘akıl’ denen vasfı insana vermiştir.

‘Ey kulum! Aklını kullan.’ demiş. Hatta aklı olmayanı sorumlu tutmamış.

Gönderdiği dinin ilk lafzında ‘OKU’ demiş.

Demek ki insan aklını kullanacak, okuyacak, hür düşünce, eleştirel bakışı, esas alacak.

'Benim yerime sen düşün, sen emret ben yapayım', anlayışı okuyan, aklını kullanan insanın işi olamaz.

Okumayan, fikretmeyen, sadece seyreden, dinleyen, aklını kiraya verip salt duygularıyla hareket edenin, sürüden farkı yoktur.

Ünlü Fikir insanı Prof. Dr. İskender Öksüz, MİLLET ve MİLLİYETÇİLİK adlı eserinde; "İnsanların paradigma  değişikliklerini izleyen davranışlarını BİZON SÜRÜSÜ koşusuna" benzetir. Şöyle ki; Kızılderililer bizonları çok iyi tanırlar. Onları avlamak için şöyle veya böyle birisini bir uçuruma yöneltirler, bütün sürü takiptedir. Artık bir şey yapmalarına gerek yoktur. Uçurumun dibinde bekleyip bizonları toplayacaklar.

Son söz; İlmi zihniyete sahip olmak…

Egosunun esiri olmamak, tevazuyu elden bırakmamak…

Bilimin ışığında aydınlanmak, olaylara, durumlara, eleştirel bakabilmek…

Hür düşünceye sahip olmak İNSAN OLMAKTIR.

Yetmez, Rahmetli Cengiz Aytmatov'un dediği  gibi; "İNSAN için en zor olan şey, zor  olsa da HER GÜN İNSAN KALABİLMEKTİR".

Her gün insan kalabilenlere selam olsun…