Diyanet, Türkçe ibadet konusunda doğruyu söylemiyor...

Nurettin BÖLÜK

Diyanet İşleri Başkanlığı, Kur’an’ın kendi lafzı dışında başka bir dilde tilavet edilmemesi konusunda İslam alimleri görüş birliği içindedir, diye bir açıklama yayınlamıştır.

Yaptığı açıklamada, Yüce Kitabımız Kur’an’ı Kerim, Arapça olarak indirilmiştir. (Yusuf/2, Zuhruf/3) Kur’an-ı Kerim hem lafzı hem manası ile Kur’an’dır. İndirildiği lafızların dışında, Arapça bile olsa, başka sözlerle ifade edilen mana Cenab-ı Hakkın kelamı değil, mütercimin ondan anladığı manadır. Bu itibarla bu lafızlardan anlaşılan ve başka lafızlarla ifade edilen mana Kur’an değildir. Kur’an lafzı ve manasıyla mucizedir. Kur’an’ın Arapça olduğunu ifade eden ayetlerden, sadece mananın değil, lafızlarının da Kur’an kavramının içeriğine dahil olduğu açık ve kesin bir şekilde anlaşılmaktadır. Kur’an’ın tercümesine Kur’an denilemeyeceği ve tercümesinin Kur’an hükmü olmadığı konusunda İslam alimleri görüş birliği içindedir. ---- İbadet olarak okunduğunda Kur’an asli lafızlarıyla okunmalıdır. ---- Çünkü namaz farz olan ve sahih olarak yerine getirdiğimizden emin olmamız gereken bir ibadettir. Namazda Kur’an kıraati İcma ile farz olduğu (ortak hüküm) ve meallerin hiçbirine yine icmaen Kur’an denilemeyeceği için, namazda Kur’an meali ile kıraatte bulunulması İslam ümmetinin ittifakıyla meşru görülmemiştir. Din İşleri Yüksek Kurulumuzun 04.12.1997 tarih ve 103 sayılı kararında da bu husus açıkça ifade edilmiştir. Denilmektedir.

DİB, Kur’an’ın tercümesine Kur’an denilemeyeceği ve Kur’an hükmü olmayacağında, ‘’İslam alimleri görüş birliği içindedir.’’ Diyerek doğruları söylememektedir. DİB Mensuplarının ve Türkiye’deki Müslümanlarının büyük çoğunluğu İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin görüşlerini taşıyan Hanefi mezhebindendir. Başta İmamı-ı Azam olmak üzere, Ebu Bekir er-Razi el-Cassas (ö.980) Ahkamu’l Kur’an’ında, Kadı Abdül Cebbar (ö.1024) El- Muğni’sinde Alauddin Kasani (ö.1191 Bedai u’s-Sanai’sinde, Merğinani (ö.1196) El-Hidaye’sinde, Abdullah bin Ahmet en-Nesefi (ö.1301) Medarikü’t-Tenzil’de, Zeyla’i (ö.1343) Tebyinu’l Hakaik’inde. Hepsi Kur’an’dan çeviri ile ibadeti savunmaktadırlar.

İslam ümmetinin ittifakı derken, başka bir görüş olmadığı sonucu ortaya çıkar. Ümmetin çoğunluğu dese, anlaşılırdı. Yukarıda isimlerini saydığım Kelam ve Fıkıh alimleri yanında daha yüzlercesi Kur’an’ın Arapça lafızlarının dışında başka bir dile çevirisiyle de ibadet yapılacağını ve Kur’an olacağı görüşünü kitaplarında uzun uzun yazmışlardır. Bunlardan Nesefi, Tenzil’inde: Şuara suresi 196. Ayeti açıklarken şöyle demektedir. Bu ayet şu iki hususa delil olur.

1- Kur’an Arapça dışında bir dile tercüme edildiğinde o tercüme de aynen Kur’an’dır.

 2- Kur’an’ın tercümesi ile namaz kılmak caizdir.

Yine Hanefi Fıkhının fakihlerinden biri olan Zeyla’i, Hakaik’inde: Eski Suhuflar (Vahyi metinler) Arapça olmadığına göre, Kur’an’ın Arapça metinden okunması şart değildir. (Namaz kılma ibadeti, İslam’dan önce de vardı.)

Kur’an’ın hiçbir ayetinde, namaz dahil ibadetler Arapça yapılacak veya yapılmayacak diye bir hüküm yoktur. Peygamberimiz, ‘’Namazı beni kılıyor gördüğünüz gibi kılın’’ derken, görülenin fiiller olduğunu, zikirler ve sözler olmadığını söyleyen fıkıhçılar da az değildir.

Allah için zor muydu? İbadetler Arapça dışında bir dil ile yapılamaz demek. Böyle bir emir veya yasak olmadığına göre, bu ittifak veya icma nereden çıkıyor. Tam tersi, ‘’Sizleri ayrı dillerde yarattım. Bunda da düşünenler için hikmet vardır.’’ (Rum s.22.ayet, Hucurat s.13.ayet)

Kur’an’da namaz kelimesi yoktur. Namaz Farsçadır. Kur’an’da Salat, zikir kelimeleri vardır. Bu kelimelere de verilen mana ekseri duadır. Taha suresi 14. Ayette: Allah, Beni anmak için salat(namaz) kıl, zikret demektedir. Yine Kur’an’a göre salat her durumda yapılır. Yürürken, binekli, arabada, uçakta, yatarken salat (namaz) kılınabilir, Dua edilebilir. (Bakara s.239.ayet, Nisa s.103. ayet) (İmamı Azam Ebu Hanife Y.N.Öztürk)

Namazda Kur’an meali veya tercümesinin Kur’an olamayacağını iddia etmek, Kur’an ayetlerini açıklayanların; Arapça ayeti okuduktan sonra yaptıkları meallere veya tercümelere inanmayın demektir.

Arapçayı bilmeyen birinin, Allah’tan bildiği dilde istemesinin, zikretmesinin, dua etmesinin, tesbih etmesinin, dinen ne sakıncası olabilir. Allah, ana dili Arapça olan Hz. Muhammed’e Arapça olmayan bir Kur’an indirseydi, kabul görür müydü? Kutsal olan Arapça değil, ayetlerin mana ve anlamlarıdır. Anlamı ha Türkçe vermiş, ha İngilizce, bir şey değişmez. Anlamı Arapça verememişse çok şey değişir.

Kur’an, Arapça dışında bir dilde indirilseydi Kur’an olmayacak mıydı? (Fussılet 44)

Arapça verilen edebi mucizeler (İ’caz) başka bir dilde verilemez görüşü, başka dil konuşanlar Kur’an’ı tam anlayamazlar demektir ki, böyle bir durumda; Arapça dışında konuşanlar Kur’an’dan sorumlu olmazlar anlamı da taşır.

Allah, sizi hem daha önce hem de bu Kur’an’da Müslüman diye isimlendirdi (Hac s. 78. Ayet) Önceki İlahi Kitaplar Arapça değildi. Demek ki kutsallık, Arapçada değil, manadadır.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yapacağı, Arap Ulemalarının kendilerine veya siyasi olarak yaptıkları icma yerine, bu konuda eser vermiş, fikir bayan etmiş ana dili Türkçe olup; Arapçaya da vakıf İlim adamlarımızı toplayıp ayetleri en az hata ile Türkçe meal veya çevirisini yine İCMA ile yaptırıp isteyen Müslümanların kendi diliyle ibadet etmelerinin yolunu açmak olacaktır.