Diyanet de, Baro da eleştirilebilir...

Nurettin BÖLÜK

Gerçek gündem bunaltıcı. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın hutbesi ve buna tepki gösteren Ankara Barosu’nun bildirisi imdada yetişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet gündemi değiştirme fırsatı yakaladı.

Bir yanda toplumun can derdi ve evlere kapanma sıkıntısı. Milyonlarca yeni işsizin açlık korkusu, işi bozulan esnafın, iş adamının sabit giderlerini karşılama güçlüğü... Diğer tarafta küresel salgına hazırlıksız ekonomik yapının yaşattığı imkânsızlıklar... Vatandaşlarının temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan bir devlet…

Ankara Barosu’nun bildirisine karşı elbette Diyanet veya basın yeterince cevap verebilirdi. Ama CB Tayyip Erdoğan ve ekibi bunca işlerinin arasında bu olaya zaman ayırdılar. Şiddetli reaksiyonlar gösterdiler, suç duyurusunda bulundular.

Bu beyanlarında laik bir devletin yöneticileri gibi değil, İslam dininin koruyuculuğu görevini temsil eder gibi ifadeler kullandılar.

Özellikle CB Erdoğan "Diyanet İşleri Başkanımıza yapılan saldırı devlete yapılan saldırıdır" ifadesiyle bu makamı işgal eden şahsı adeta la yüs’el (sorumlu tutulamaz, eleştirilemez) bir hale getirmeye çalıştı. İran’da Şii anlayışının temsil makamı olan Ayetullahlar gibi, Diyanet İşleri Başkanı'nın “masum”, “günah işlemez” bir statüsü varmış gibi cümleler kullandı.

Oysa ki Diyanet İşleri Başkanı İslam’ın ve Müslümanlar'ın bütününü temsil etmez, din hizmetlerinin yürütülmesi için atanmış bir memurdur. Yani O’nun iş, ifade ve tavırlarını beğenmeyen herhangi bir Müslüman veya herhangi bir insan O’nu eleştirebilir.

* * *

ALİ ERBAŞ SİYASİ BİR KİMLİK GİBİ…

Ali Erbaş bir nevi siyasi kimlik görüntüsü verdiği için belki de en çok eleştiri alan Diyanet İşleri Başkanı'dır.

Türk ve Atatürk düşmanı Fesli Kadir’i cübbesiyle ziyaret etmek, siyasi iktidarın tezlerine uygun hutbeler okutmak, Çanakkale, Kurtuluş Savaşı anmalarında ve milli bayramlarda bile Atatürk’ü görmezden gelmek, bazı mensuplarının camileri siyasi propaganda alanı gibi kullanmasına göz yummak gibi fiilleri biliniyor.

Biz Diyanetin ve Ali Erbaş’ın toplumun en temel dini ve ahlaki boyutlu problemleri olan yolsuzluk, rüşvet, iltimas gibi günahlardan söz ettiğine pek şahit olmadık.

Kadrolaşmada ve devlet imkânlarını kullandırmada liyakat yerine yandaşlığın esas alınmasına, kamu malının israfına, siyasette yalan ve iftira metotları kullanılmasına ve kul hakkına dair eleştirilerini de pek duymadık.

İktidara yakın vakıf ve derneklerde işlenen çocuk tecavüzlerine dair de hutbe veya bildiri yazdığını da hatırlamıyoruz.

Oysa bunların hepsi de dinimiz İslam’a göre en büyük günahlardandır.

Biz de DİB’nın bu eksik ve hatalarını eleştirebiliriz. Hatta eleştirmeliyiz. Bu da “devlete saldırı” demek değildir. Bir devlet memurunu görev alanı içine çekmeye çalışmaktan ibarettir.

* * *

Bu eleştirilerimize rağmen açıkça ifade etmek zorundayız. Ali Erbaş’ın hutbede zina ve eşcinselliğe dair söyledikleri İslami hükümlerdir. Hatta bu eylemler sadece İslam’ın değil diğer bütün dinler ve geleneksel ahlaki akımlarda kınanan, olumsuz bulunan fiillerdir.

Hutbeye karşı yapılan Ankara Barosu bildirisinin içeriği ve üslubu olayın bir boyutudur. Erdoğan ve ekibinin tavrı ve beyanları ayrı bir boyutudur.

İkinci boyuta dair uyarılarımızı tartışmaya açınca bazı samimi dindar arkadaşlarımız bile "Allah’ın emrini inkâr mı ediyorsun?" tarzı rahatsızlık belirtileri gösteriyorlar.

Doğru bir söz, doğru biri tarafından, doğru zamanda söylenirse kamu vicdanında kabul görür.

Söz konusu hutbe için Ali Erbaş yanlış adam olduğu gibi, zamanlaması da yanlıştır.

Muhtemelen yaşamakta olduğumuz virüs salgınının sebebini zina ve eşcinselliğe bağlamak için böyle bir zamanlama seçildi. Daha önce depremleri de aynı sebebe bağlayanlar olduğu gibi.  Eğer Diyanet bu anlayışta ise, bu doğru değildir, bilime ve gerçekliğe aykırıdır.

Buna rağmen Ankara Barosu adına yapılan açıklamanın dili kışkırtıcı, içeriği sorunludur.

* * *

ZİNA VE EŞCİNSELLİĞE DAİR ERDOĞAN VE AKP’NİN YAPTIKLARI

Eski Ceza Kanunumuzda (Atatürk zamanından beri) zina suç olarak düzenlenmişti. 2004 yılında yeni TCK ile Başbakan Erdoğan ve AKP iktidarı zinayı suç olmaktan çıkardı.

AK Parti iktidarının 2012’de imzaladığı İstanbul Sözleşmesi adlı metinde “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli tüm ayrımcılık biçimleri” reddediliyor. "Devletler her türlü cinsel yönelimi yasal güvence altına alır" hükmü yer alıyor.

LGBT denilen “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” toplumun genelinden farklı olan lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüeller için bu sözleşme hukuki bir zemin oluşturuyor.

İstanbul Sözleşmesi iktidara yakın muhafazakâr çevrelerce "ailesiz toplumun hukuki altyapısı" ve "eşcinsel ilişkilerin koruma altına alındığı bir sözleşme" olarak değerlendiriliyor. Sözleşme metninin içeriğinde "LGBT ilişkilerini olumsuzlayan, bu olumsuzluğu nesilden nesile aktaran, bunu yayan dini, örfi bütün metinlerin ortadan kaldırılması için tedbiri devlet alır" deniyor. "Bu metinle birlikte bütün Kur’an, Hadis, Sünnet kaynakları hatta ilmihaller bile yasaklanmış oluyor" diye eleştiriliyor.

Taraf ülkelerin çoğu, hatta ülkelerinde eşcinsel evliliklere izin veren devletler bile, çeşitli çekinceler koyarak bu metni imzaladığı halde AKP hükümeti herhangi bir çekince koymaksızın imzaladı.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş tartışılan hutbesinde, bu sözleşmenin imzalanmasına dair bir yorumda bulunmadı.

* * *

Devleti yönetenlerin sözleri yerine eylemlerine bakarsak daha doğru değerlendirme yaparız.

Erdoğan ve ekibinin Ankara Barosu'nun bildirisine karşı beyanları önceki eylemleri ile çelişmektedir.

Ankara Barosu "İslam’a saldırı" izlenimi veren, "incitici, kışkırtıcı ve rahatsız edici" bir üslup yerine, "Ali Erbaş’ın ifadeleri İstanbul Sözleşmesi’ne aykırıdır" şeklinde hukuki bir tez üzerinden eleştirebilirdi.

O zaman bu sözleşmeye imza atan AKP kanadının edecek sözü olmazdı.

(Yukarıdaki yazı 30.04.2020 tarihinde Ruhittin Sönmez tarafından kaleme alındı.)