Dış güçler para verseler...

Ruhittin SÖNMEZ

Ekonomi yönetilmiyor. Paramız serbest düşüşte, bahtının rüzgarına kapılmış gidiyor. Maliyet, tedarik, satış yönünden önünü göremeyen şirketler satış ve üretim yapamaz hale geldi. Emlak, araç, bilgisayar, tarım ilaçları ve gübre satışları durdu.

"Geçen hafta keşke hiç satmasaydım, hiç olmazsa zarar etmezdim" diyen insanlar haklı. "Fiyatlar geçen haftadan çok ama gelecek haftadan çok daha ucuz" sözü adeta bir slogan oldu.

Ekonomi yönetimine güven sıfır. Çünkü yönetim olan biteni sadece seyrediyor. İki haftada yüzde 20 civarında devalüasyonoldu. Maliye ve Hazine Bakanı ile Merkez Bankası Başkanı yangını seyrediyor. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “faiz sebep enflasyon sonuçtur” dediği her açıklamasında dolar kuru 1 TL civarında yükseliyor.

İktidarın tek derdi algı oluşturmak, halkı “dış güçlere ve mandacı işbirlikçilerine karşı bir ekonomik bağımsızlık savaşı verildiğine” inandırmaya çalışmak. 

Bu yüzden Erdoğan, "ekonomik kurtuluş savaşından da zaferle çıkartacağız. Biz geçmişte uzunca bir süre denenmiş ama bir türlü sonuç alınamamış yüksek faiz, düşük kur kısır döngüsü yerine üretim, yatırım, istihdam, büyüme odaklı ekonomi politikasında ülkemiz ve milletimiz için en doğrusunu yapmakta kararlıyız. Yatırımı, üretimi, ihracatı bu yüzden teşvik ediyoruz" dedi. Kendilerini eleştirenleri "felaket tellalları" ve "mandacı iktisatçılar" diye tanımladı.

Sonuçta “düşürülemeyen yüksek faiz”, önlenemeyen “yüksek kur artışları” ve “yüksek enflasyon" sarmalındayız.

*  *  *

Ekonomiyi “dış güçler, küresel finans çevreleri, küresel sermaye, Londra tefecileri, faiz lobisi” gibi kavramlar üzerinden tartışmayı seviyorduk. Şimdi bunlara “kur lobisi, mandacı iktisatçılar” gibi kavramlar da eklendi.

Oysaki küresel sermayenin ülkemize gelmesini en çok isteyen kişi CB Erdoğan’dı. Daha bir buçuk ay önce (9 Ekim’de) “Küresel sermayenin ülkemize yönelik ilgisi ve yatırım iştahı, salgın şartlarına rağmen, hamdolsun günden güne artıyor” diye şükrediyordu.

Taha Akyol köşe yazısında haklı olarak soruyor: “Küresel finans çevreleri” nedir? Bunlar hem ülkemize düşmanlık ediyorlar hem de Erdoğan’ın övünerek söylediği gibi ülkemize “17 yılda 220 milyar dolar doğrudan yatırım” yapmışlar nedense? Şimdi kendi yatırımlarını batırmak için saldırıyor olabilirler mi?

*  *  *

AKP CARİ AÇIK VERMEYEN POLİTİKA İZLEYEMEZ

Erdoğan’ın son açıklamalarına bakanlar sanki dışarıdan borç veya doğrudan yatırım almadan kendi yağıyla kavrulan bir devlet olmamızı hayal ettiğini sanabilir.

Yani ithal ettiğimiz ürünlerin yerli ve millisini üretmek, yüksek katma değerli teknolojik üretim hamlesi yapmak, cari açık veren değil cari fazla veren bir ülke olmamız için çalıştığını zannedebilir. 

Hatta “kendilerine karşı ekonomik kurtuluş savaşı verdiğimiz dış güçlere nasıl ihracat yapacağız?” sorusu bazılarımızın aklına bile gelmeyebilir.

Erdoğan dışarıdan oluk oluk paranın aktığı dönemde bütün paraları israf eden veya “betona gömen” iktidarların başı oldu. Uzun yıllar boyunca “yüksek faiz, düşük kur” politikası uyguladı.

Ben, uyguladığı yüksek faiz, düşük kur politikasından, Erdoğan’ın pişman olduğunu asla düşünmüyorum. Bu politikaların, halkı hak ettiğinden de fazla, geçici bir refaha kavuşturduğunu, herkesi yurtdışı seyahatlerden, lüks ithalata kadar tüketime alıştırdığını ve en önemlisi Erdoğan’a seçimler kazandırdığını O da biliyor.  

Seçimler kazandıran bu politika yüzünden AKP iktidarları, son 3 yıl hariç, enflasyona bağlı kur artışına izin vermedi. Değerli TLyurtiçi üreticilerin rekabetini zorlaştırdı, yatırımlar üretimden ithalata ve hizmet sektörüne kaydı. İthal ürünler yerli ürünlerden ucuz hale geldiği için Türkiye ithal cenneti oldu. 

Döviz gelirlerimiz, giderlerimizin altında kaldığı için hep cari açık verdik. Açığı hep borçla kapattık.

*  *  *

Ekonomist Ege Cansen, “sürekli cari açık vererek”, belli periyotlarla faiz- kur- enflasyon sarmalına yani krize giren ekonomimizin yapısını değiştirmek için radikal bir politika teklif ediyor.

"Cari açığı en az 5 yıl süreyle 'sıfır' düzeyinde tutup, beklentileri tersine döndürerek, döviz fiyatını istikrara kavuşturmak” suretiyle sağlam bir ekonomik yapımızın olacağını savunuyor.

“Ancak bu politikayı izlemek kolay değildir. Tam bir mali disiplin ve toplum dayanışması gerektirir.” Bu başarılırsa enflasyon, kur ve faiz problemleri birlikte çözülür.

Ancak, ben de Ege Cansen gibi, “AKP'nin bunu yapabileceğine hiç ihtimal vermiyorum. Çünkü AKP israf-koliktir.”

Sadece israf-kolik oluşundan değil, partili Cumhurbaşkanı bu politika ile seçim kazanmasının mümkün olmayacağını düşünecektir. Çünkü bu acı ilacı kim içirirse milletimiz O’na oy vermez.

Erdoğan ve partisi, döviz bulamaz olunca, çaresizlikten “cari açık vermeme” politikasını savunuyor. Kendisine oy getirebilecek veya oy kaybını durdurabilecek biraz borç bulabilse, ülkemizin varlıklarından bir kısmını satıp nakde çevirebilse, derhal “cari açık vermeme” politikasını savunmaktan vaz geçer. Bu uğurda üstelik dış güçlere çok ciddi tavizlerde verebilir. 

Hatta Hazine’ye bir şekilde döviz gelse, kuru sabit tutmak için bir 128 milyar doları daha heba etmeyi göze alır.

*  *  *

BAE DOST MU DÜŞMAN MI?

İktidar çevrelerinde Birleşik Arap Emirliği "15 Temmuz darbesini finanse etmekle" itham edilmiş, Yeni Şafak "şerefsiz" diye manşetler atmıştı. "Kabile reisi" diye küçümsenen Prens korona olunca "burnundan sinek giren Firavun"a benzetilmişti. 

BAE, Yunanistan'ın Doğu Akdeniz'deki tezlerini destekleyen, onlarla Türkiye'ye karşı ortak tatbikat yapan, İsrail'le her alanda mutabakat imzalayan bir devlet.

Şimdi bu BAE ile ilişkileri düzeltmeye çalışıyorlar. BAE prensinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyareti sonrası, saray çevresinden BAE’nin 10 milyar dolar doğrudan yatırım yapacağı umudu pompalanıyor. Bu yönde sızdırılan haberlerle dolar kuru artışı şimdilik durduruldu.

*  *  *

İçeride ve dışarıda herkes Türkiye’yi öngörülemez bir ülke olarak görüyor. Yatırım yapmaya, borç vermeye korkuyor.

AKP cenahı ise para verenleri dost, vermez olanları ise düşman görüyor.