Devletin fiyatlara müdahalesi ve 'Sütlü Nuriye'

Ruhittin SÖNMEZ

“Narh” kavramını ilk olarak 1980 İhtilali sonrasında duydum. 

1980 öncesi İstanbul’da üniversite öğrencisiydim. O tarihlerde İstanbul’da çok kaliteli Gaziantep usulü baklava yapan marka değeri yüksek üç firma vardı. Öğrenci bütçesiyle bazen kendimizi şımartmak istediğimiz durumlarda, bu tatlıcılardan birinden baklava, kadayıf gibi tatlılar yerdik. Bu anlar öğrencilik hayatımızın güzel hatıraları arasında yer alır. 

İhtilal olduktan sonra İstanbul dışında çalışıyor olmama rağmen sık sık yine bu ilimize geliyordum. İhtilalin baklava keyfimize de dokunacağı hiç aklıma gelmezdi. Ama aklımıza gelmeyen başımıza geldi.

O sıralar aklımda kaldığına göre, İstanbul’da diğer tatlıcılar kilosu 8 TL’ye baklava satarken, bu üç meşhur markanın baklavalarının fiyatı 12 TL idi. Lokantada yediğimiz bir öğün öğrenci yemeği ücretiyle ile 1 kg baklava alabiliyorduk.

Bir gün duyduk ki İstanbul Belediye Başkanlığı görevini kayyum olarak yürüten generalin (İsmail Hakkı Akansel) imzasıyla baklava fiyatlarına “narh” konulmuş. Baklavanın kilogramının 8 TL’den fazlaya satılması yasaklanmış. 

Bahsi geçen 3 meşhur baklavacının ürünlerinin maliyetleri yüksektir. Çünkü kullandıkları yüksek kaliteli malzemeler, hakiki tereyağı, fıstık, ceviz, şeker pahalıdır. 

Böyle olunca bu firmaların önünde birbirinden kötü üç seçenek bulunmakta idi:

- Ya maliyeti 8 TL’nin üzerinde olan baklavayı maliyetinin altında bir fiyatla yani zararına satacaklardı. 

- Veya malzeme kalitesini ve miktarını düşürüp maliyetleri azaltacaklardı. Bu durumda bunca yıllık baklavalarının lezzeti ve şirketlerinin marka değeri düşecekti.

- Üçüncü seçenek ise hiç baklava satmayıp dükkanları kapatacaklardı.

Böyle zor durumlarda insanların yaratıcılığı devreye girer. Bu firmalar bir dördüncü seçenek buldular.

Narh’tan önce bunların dükkân vitrinlerinde çeşit çeşit baklava ve kadayıf tepsileri sıralanırdı. Narh sonrası sadece "Sütlü Nuriye" adı verilmiş yeni bir tatlı türü teşhirine ve satışına başladılar.

Bu yeni tatlının yapımında şerbet yerine şekerli süt, fıstık yerine fındık kullanıldığı için maliyet düşmüş, bu ürünü 8 TL’den satma imkânı doğmuştu. Böylece baklava tutkunlarını tam tatmin etmese de daha hafif bir tatlı olan Sütlü Nuriye ülkemize kazandırılmış oldu.

Fakat narh uygulaması çok sürmedi. Türkiye’yi yönetenlerin de çoğunun alışık olduğu “damak çatlatan lezzetler” ortadan kalktığı için olsa gerek, bir gün aniden “narh” kaldırıldı. Kaliteli Gaziantep baklavaları yeniden üretilmeye ve hak ettiği fiyattan satılmaya başlandı.

*  *  *

OSMANLI’DA NARH UYGULAMASI 

Osmanlı İmparatorluğu'nda, 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar, her türlü eşya ve gıda maddeleri ile hizmetlerin fiyatları en yüksek resmi makamlar tarafından düzenlenirdi.

Malların fiyat seviyesinin devlet tarafından belirlenmesi ve bunun üzerinde bir fiyatlamaya izin verilmemesine “Narh” denirdi. Narh sistemi Osmanlıda devletin ekonomiye müdahale etme vasıtaları arasında önemli yere sahipti. 

Serbest piyasa kavramının bilinmediği yıllardı. Fiyatların kontrolden çıkmaması ve aç sınıfın tepkisini çekmemek için belirlenen fiyatlara uymayan esnafa ilginç cezalar verilirdi. Falaka, kulağından dükkânı önünde asılmak, bir kalede hapsedilmek, sürgüne gönderilmek gibi ağır cezalardı bunlar.

*  *  *

MİLLİ KORUNMA KANUNU

Türkiye Cumhuriyeti’nde benzer bir uygulama, tek parti yönetiminde iken, İkinci Dünya Savaşı yıllarında görüldü. 1940’ta çıkartılan Milli Korunma Kanunu ile olağanüstü hâllerde fiyatları belirlemek, ürünlere el koymak, hatta zorunlu çalışma yükümlülüğü getirmek gibi yetkiler veren bir kanun yürürlüğe girdi.

Muhalefette iken Demokrat Parti bu uygulamaya şiddetle karşı çıkmıştı. Fakat kendi iktidarında döviz stokları eritilip enflasyon fırlayınca bu kanun 1956 yılında Menderes hükûmeti tarafından yeniden getirildi.

Bu kanunun uygulandığı yıllarda "stokçular ve savaş vurguncularının yanı sıra arada pek çok masumun da maliyenin sopası ve hapis cezaları ile canının yakıldığı” anlatılır.

*  *  *

DEMOKRAT PARTİ’NİN GÜNLÜK PİYASA MÜDAHALELERİ

1950’li yıllarda, devletin piyasaya müdahale yöntemini uygulayan Demokrat Parti de başarılı olamamıştı.  Bu dönemi anlatan birkaç cümle sunalım.

“Kısa vadeli ticari borçların faizleri ödenemeyip, yenileri alınamayınca yerini günlük piyasa müdahalelerine bıraktı. Devletin özel kesim üzerindeki kontrol ve denetimleri savaş yıllarını aratacak düzeye yükseldi. 

Cumhuriyet tarihinde ilk defa Türkiye borçlarını ödeyemez, en basit ilaç ve hammadde ihtiyaçlarını karşılayacak dövizi veya dış krediyi karşılayamaz hale geldi.”

Sonunda “1958 Ağustos’unda IMF ile bir istikrar programı üzerinde anlaşmaya varıldı.”

*  *  *

ERDOĞAN’IN FİYATLARA MÜDAHALE NİYETİ

Türkiye’de enflasyon çok yüksek. En yüksek enflasyon sıralamasında G-20 ülkelerinde birinci, dünyada 6'ncı sıradayız. 

Temel ihtiyaç malzemeleri fiyatlarının her gün arttığı, bu malzemelere erişimin gittikçe kısıtlandığı bir dönemdeyiz. Bu yüzden “açların lanetinden” çekinen iktidarın kolay çözüm olarak fiyatlara devletin müdahale etmesi fikrine kapıldığı görülüyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Kamunun denetim ve yaptırım yetkilerini kullanarak serbest piyasa sistemi içinde tamahkarlarla mücadele ediyoruz" dedi.

Maliye ve Hazine Bakanı Nureddin Nebati de “fahiş fiyat, fiyat manipülasyonu ve stokçuluğa karşı önlemler kapsamında 40 bini aşkın işletmeyi saha denetimine tabi tuttuklarını” açıkladı

Türkiye’de enflasyonun çoğu maliyet artışından ve belirsizlikten kaynaklanıyor. Buna rağmen İktidarın enflasyonu önlemek için belirlediği yöntem serbest piyasa ekonomisinin gerektirdiği ekonomik önlemleri almak değil. "Enflasyonu devletin ağır yumruğunu vurarak ezmek" fikri Erdoğan’ın şu cümlesinden belli:

"Terör örgütlerinin başını nasıl ezdiysek fiyatlardaki yükselişin belini de aynı şekilde yine biz kıracağız."

Daha önce de "fahiş fiyatların" sözde faili market ve mağazaları denetleyen ekiplerden medet umdular. Bin tane tanzim satış mağazası açma fikrini açıkladılar. Ama bunların çare olmadığı görüldü.

Şimdi de 2. Dünya Savaşı dönemi CHP’sinin ve DP’nin Milli Korunma Kanunu gibi yöntemlerine başvuracaklar gibi. Oysaki bugünkü Türkiye çok farklı. 

“IMF’nin kucağına düşmek” ihtimali her geçen gün yükseliyor...