Deplasmanda değil, depresyondayız...

Neşe DİLEKÇİOĞLU

Çevremde her aileden biri depresyon tedavisi görüyor. Psikologa gitmek zorlaştı. Muayene ücretleri biraz fazla olunca, halk olarak birbirimize yardım etme isteğimiz de pik yapıyor.

“Anlat bakalım, derdin nedir güzel kızım?” diye başlıyoruz. “Evde kaldım teyze. Arkadaşlarımın düğünlerine gitmekten, mutluluklar dilemekten usandım. Hadi gittim diyelim; sonra ne giyeceğim, saçımı nasıl yaptırayım, ayağıma, kıyafetine uygun ne giyeyimden başlıyor derdim. Darısı başına demelerinden de gına geldi. Gelinin çiçeğini kapma çalışmalarından da sonuç çıkmadı. Hatta ayakkabısının en üstüne, her defasında adımı yazmaktan da bıktım usandım valla. Sonra düğünde giyecek, bunları alacak parayı nereden bulacağıma kadar herşeyi dert ediyorum.” diyor dertli dertli.

Hınk! Hadi cevap ver bakalım.

“Amaan, boş ver.” desem bir dert benim için de. “Sana uygun birini buluruz” desem etrafta bekar genç kalmadı. “Ben alayım düğüne giderken kıyafetini.” desem, ekonomik bir facia emekli maaşı ile geçinmek. O da uymadı. Hemen ninelerimizin özlü sözlerine müracaat ediyorum:

‘Gelin ata binmiş ya kısmet’ demiş ya:

“Kızım, bakalım o onun kısmeti mi? Ya attan düşerse!” diyorum:

“Neşe teyzeciğim anlattıklarımın bununla ne alakası var? Kısmet işte, ben gidiyorum düğünlerine, öyle ata mata da binmiyorlar artık lüks arabaları var süslü püslü hem de. Yoksa sen de mi depresyondasın nesin?” diyor.

Çaresiz: “Kızım, kısmetin nereden geleceği belli olmaz bak ben emekliliğime yakın evlendim.” demek istiyorum, hemen atılıyor ağzıma lafımı tıkıp:

“Ben o kadar bekleyemem. Ev çeyiz evi gibi oldu. Annem ne bulsa alıp eve dolduruyor. Benim yaşıtlarımın çocukları bile oldu.” diyor.

“Dur, hemen depresyona girme bir çaresi vardır. Dört kolla bekar annelerini araştıralım.” diyorum, gözleri parlıyor. Sonra yine bir noktaya bakarak düşünüyor.

“Eminim onlar benden küçüktür. Kırkıma yaklaştım neredeyse Neşe teyze.” diye çaresizce söyleniyor:

“Dur, hemen çaresiz olma. Bir çaresine bakarız. Napalım, sen üzülme.” diyorum. İş uzayıp gidiyor böylece. Bunun üzerine eve geldim ve bu çağın hastalığını araştırdım.

Verilere göre bir yılda kadınların yüzde 13'ü, erkeklerin yüzde 8'i depresyondaymış. Türkiye ruh sağlığı araştırmasında nöbet geçirenlerin yüzde 5.4'ü kadınlardan oluşuyor. Erkeklerin yüzde 2.3'ü…

Anlamıyorum, erkeklerin neredeyse iki katı kadın nöbet geçiriyor. Erkeklerin daha az depresyona girme nedeni neymiş biliyor musunuz? Alkol kullanımı.

‘Değişik eylemlere baş vurma’ diyor Google amca. Gerisini açıklamıyor. Ben açıklayayım diyorum:

Şöyle ki erkekler, baktılar parasızlıktan geçinememekten depresyona girecekler, hemen bir bahane bulup karılarını döverek rahatlıyorlar. ‘Mesela, örneğin, farzı misal, bu yemeğin niye tuzu azdan’ başlıyorlar, bahane mi yok. Tedavi gecikirse, ellerinde bıçaklarla kadınlara saldırıp daha da rahatlıyorlar. Uzaklaştırma da çare olmuyor, bunu artan cinayetlerden görüyoruz.

Alkole başvuranlar, otonom sistemlerini uyuşturdukları için sızıp kalıyorlar. Bu kadar çok kadın cinayetlerini nasıl izah edebiliriz peki? Alkole yapılan zamdan mı?!

Şaka bir yana, kadınların kocalarını döverek rahatlama lüksleri de yok. Ne yapıyorlar depresyona girdiklerinde? Elbette gereksiz alışverişler. Mesela ekmek almaya gittin diyelim, marketten bir koşu son indirimden, kilo verirsem giyerim diyerek en küçük bedeni kalmış, hiç giyemeyeceği kıyafeti alıp, rahatlıyorlar. O olmadı, tişört, şort, pantolon falan…

Ay sonunu getiremeyince, kocalarından maaş ekstresi yüzünden dayağı yine kadınlar yiyorlar. Kaçışı yok. “Yeni kıyafet almışsın üstünde bir gün görmedim niye alıyorsun. Alma diyorum alma!” sözleri patlıyor anında.

“Kocacım, onu seneye kilo verince giyerim diye aldım.” diyorsa da kurtuluş yok. Pata küte girişiyorlar tabii. Kadınlar için bu da rahatlama şekli olmayınca, depresyona girenlerin iki katı kadınların olması doğal.

Depresyona girdiğinizi nasıl anlarsınızı okudum sonra. Öyle ya belirtisi nedir acaba? Duygu durum bozukluğu. Umutsuzluk, karamsarlık, çaresizlik, gelecek kaygısı, geçim sıkıntısı, [Bunu yazmamış Google. Acıbağ niyekine?] uykusuzluk…

Okudukça işkilleniyorum yani. Türkiye futbol maçı gibi, deplasmanda değil depresyonda. Neredeyse hepimiz öyleyiz. Güzel kızıma, diplomasız psikolog gibi dediğimi, kendime tekrarlayarak telkin ediyorum.

“Amaan!! Neşe boş veer. Kafayı sıyıracağına bunları düşünüp, git bir markete evde olsa da bir ekmek al, oradan ucuzluk bitmeden bir beden dar elbise al kendine. Sonra rejime gir. Seneye giy bari.” diyorum. Zayıflayacağım diye uğraş dur. Sonra emekli maaşı ekstresini düşünüyorum.

Sonra mı? Sonrası yok. Çaresiz, vazgeçiyorum.

“Hoş geldin depresyon. Geç otur şöyle yani başıma. Geçinip gideriz, n'olcak yani, herkesin bir depresyonu var durur içerisinde. Senin neden olmasın?”