Dengelenmemiş ve adil olmayan güç...

Ruhittin SÖNMEZ

Adalet, haklının güçlü olduğu halin adıdır. Demokrasi ise temel insan hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınmış olduğu bir rejimin adıdır.

1960' dan sonra tek başına iktidar şansı bulan üç partiden birinin adının Demokrat idi. Diğer iki partinin adlarında adalet kelimesinin geçmesi tesadüf olmayıp, halkın demokrasi ve adalet özlemlerinin bir yansıması olsa gerek.

Demokrasilerde asıl olan devleti teşkil eden Yasama, Yürütme ve Yargı güçlerinin ayrı olmasıdır. Yetmez, demokrasiden bahsedebilmek için ayrıca güçler arasında bir denge bulunması, bu güçler ile basın (medya), Sivil Toplum Kuruluşları gibi ilave sosyal denetim vasıtalarıyla gücün kullanımının denetlenmesidir.

İktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisinin, son zamanlarda demokrasi tarihimizde görülmemiş bir güce kavuşması hemen herkesi endişelendiren bir sosyal/siyasal olay haline geldi.

Yasama ve Yürütme güçlerini başından beri eline geçirmiş olan AKP iktidarı Yargıyı, medyayı ve büyük ölçüde STK’ları da ele geçirdi. Böylece yeni sistemle artık bir kuvvetler ayrılığından bahsedemez olduk.

AKP'nin gücü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçilmesi ile inanılmaz derecede arttı. İktidar bu gücünü son derece pervasız ve hoyratça kullanmaktan çekinmez oldu.

Daha önce kontrol altına alınan TSK, YÖK, HSK, AYM, gibi kurumlar etkisizleşti. Merkez Bankası, TÜİK, YSK, BDDK gibi bağımsız olması gereken kurumlar da bağımsızlıklarını yitirdiler.

Bunlar bile yetmedi. Tamamını kendi atadıkları Anayasa Mahkemesi gibi yargı gücünün en tepesindeki bir kurumun kararlarını bile istediğinde uygular, istemediğinde uygulamaz oldular.

İçişleri Bakanı ile Anayasa Mahkemesi arasında Twitter üzerinden polemik üretilmesi, kurumların devlet ciddiyetinden ne kadar uzaklaşıldığını gösterdi. Binlerce yıllık devlet geleneğine sahip Türk Devletinin adeta bir kabile devleti seviyesine düşmesi içimizi kanattı.

Geride kala kala muhalif görüştekilerin hâkim olduğu iki meslek kuruluşu kalmıştı. Türkiye Barolar Birliği ve Türk Tabipleri Birliği’ne dahi tahammül edemez oldular. “Çoklu Baro”, “Çoklu Tabip Odası” uygulamasına geçerek ile kendi baroları ve Tabip Odalarını yaratmak gayreti içine girdiler.

"Her iktidar kendi zenginini yaratır" sözü bu dönemde de en parlak örneklerini verdi. “Türkiye beşten büyük mü?” gibi sorular tartışılır oldu. Bu yeni zengin dostlar vasıtasıyla ekonomik gücün kontrolünde çok ciddi mesafe alındı.

Tarikat ve cemaatlerle sağlanan sıkı iş birliği AKP iktidarının bir yandan blok oylar, diğer taraftan devlette kadrolaşma için istediği insan gücünü sağladı.

*  *  *

DEMOKRASİ Mİ BU?

Yönetenlerin denetlemediği, hesap sorulamadığı ve vatandaşların fikirlerini beyan etmekten korktuğu bir rejimin demokrasi olabileceğini söylemek mümkün mü?

Literatürde "Yönetimin bir tek kişi, bir grup ya da zümre elinde olması 'otokrasi'; halkın elinde bulunması ise 'demokrasi' olarak ifade edilmektedir.”

Şimdi soralım: Ülkemizde "hukukun üstünlüğü" söz konusu mudur? Yoksa keyfi bir egemenlikten bahsedebilir miyiz?

Hak ve özgürlükler yeterli ve güvence altında mıdır? Diğerleri bir yana fikir/ konuşma hürriyeti tesis edilmiş midir?

Siyasi özelliği olan yargılamaların çoğunda “tabii hâkim ilkesi” çiğnenerek mahkeme heyetlerinin değiştirilmesi halinde yargıya güven kalır mı? Bazen de istemedikleri bir kararı veren hâkimin cezalandırılması örnekleri ne için yaşanıyor?

Bu gözdağı vermeler adalet açısından en vahim sonucu doğuruyor: Hakimler kendi kararlarına “aman siyasi iradeye aykırı olmasın” diye otokontrol uygulamak zorunda kalıyor.

Gazetecilerin, haber ve yorumları sebebiyle, hapishanelerde uzun tutukluluk ve mahkûmiyet cezalarına muhatap olması da böyle. Bu gazetecilerin yaşadıklarını gören diğer gazeteci ve yazarların “aman siyasi iradeye aykırı olmasın” endişesi ile “oto sansür” uygulamasına ve görevlerini yapamaz hele gelmesine yol açıyor.

*  *  *

İSLAMCILARIN HEDEFİ DÜNYEVİLEŞTİ

Son 18 yılda, “İslamcı” olarak adlandırılan kitlenin eriştiği siyasi ve ekonomik güç, bunların hedeflerinin dünyevileşmesini sağladı. Dünyevi gücün haz ve şehveti bu kitleyi bozdu.

"Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" hadisini söyleyenler, haksızlıklarını dile getiren bütün dost ve düşmanlarını dilsiz hale getirmeyi başardılar.

Sıradan insanlarımızı sosyal medyada beğendiği bir yazı veya görselin altındaki “beğen” tuşuna basmaktan korkar hale getirdiler.

Kullandıkları gücün haz ve şehveti, haksız oldukları durumda bile gücünü ölçüsüz bir şekilde kullanarak, haklı olan hasmını alt etmeyi kendilerine mubah ve hatta doğru gösterir oldu.

"Emanet"i elinde bulunduranlar, verilen gücün bir emanet olduğunu ve Hakk'ın rızası hilafına kullanılmasının sonucunun "şiddetli bir azap olacağını" unuttular.

Daha fazla demokrasi vaat edenlerin yönettiği ülkede, en temel insan hak ve özgürlükleri en hoyratça ihlal edilmekte.

“3Y yani Yolsuzluk, Yoksulluk ve Yasakları kaldıracağız” diye geldiler. 3Y hiç olmadığı kadar arttı, karabasan gibi ülkemizin üstüne çöktü.

Kimliğinde Müslüman olmayı öne çıkaranların hatası, insanları İslam'dan soğutur. “Devletin dini adalettir” ilkesinin çiğnenmesi devleti sarsar.

Dünyevi güç geçicidir. Adalet ve hukuk herkese lazım. Ey güç sahipleri, gücün zevalinde adalet ve hukuk istemeye yüzünüz olması için bugünden yatırım yapınız.