Dadaşlar diyarı Erzurum…

Hülya SEZGİN

Üç günlük diye o kadar uzak yola gerek yok demiştim.  İzmir neree Erzurum nere… İki yıl öncesinden davet almaya başlamıştım Erzurum’a. Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden doçent dr. Resim Bölümü Öğretim üyesi  Lütfü Kaplanoğlu kardeşim gibidir. Epeydir  “Abla gel, sana buraları gezdireyim. Memleketimi, okulumu, sınıfımı gör.” deyip duruyordu. İzmir-Manisa değilki arası hemen atlayıp gideyim. İçim gitmesine rağmen bir türlü karar veremiyordum…

Ünlü radyocu hikayeci Ömer Köroğlu’nu eşim de ben de çok severiz. Çocuğumuz gibidir. O da bizi, hatta eşim Hikmet’i  daha çok sever. Arada bir kaçar gelir bize oturur, yarenlik ederiz.

Ömer Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden davet alınca Lütfü’den söz ettim. “Çağırıyor ama uzak diye cesaret edemiyorum.” dememle bu kez Ömer “Abla ne olur gel. Hem Mikrop da gelecek; bize ablalık eder göz kulak olursun.” diyerek beni can evimden vurdu.  Sağ olsun eşim Hikmet de “Git Hülya. Erzurum kolay kolay gidip görebileceğin bir yer değil. Fırsat bu fırsattır.” diye ısrar edince ilk iş kendimi uçak biletlerimi almış buldum...

Hemen hava durumuna baktım. Hiiiih... o da ne (-)25 derece!..  Ben çok üşürüm…

Ne kadar kazak, yün ceket, tayt, kalın çorap varsa valize yükledim. Bizim İzmir’de kar gördüğümüz mü var ki benim kar ayakkabım, kar botum olsun!..  Bir spor ayakkabı, bir bot bir de etkinlikte giymek üzere şık ayakkabı aldım. Eski çorap aldım ki karda kaymayayım diye ayakkabımın üzerine geçireceğim. Televizyonda haberlerde görmüştüm yöre halkından bir bey öyle yapmıştı.

Ömer, asistanı Barış Altan ve ben bir gün önceden birlikte gideceğiz; Mikrop programı olduğu için bir gün sonra gelecek. Mikrop’un gideceğimden haberi yok, sakladık. Ona sürpriz yapacağız…

Uçağımız 5.45… sabahın köründe havaalanındayız. İçim sanki bir kelebek. Çocuklar gibiyim… Bilet işlemlerini yaptık veee uçaktayız…  Kemerlerimizi bağladık, cep telefonlarımızı kapattık. Teyzenin biri ısrarla telefonunu kapatmıyor. Açmayı bilmiyormuş… Neyse yanındaki genç bayan ikna etti inince açmak için…

Pamuk tarlası gibi bulutlar, karşıda incecik bir kızıllık, güneş henüz doğmakta… Altımızda bembeyaz kardan şapkaları ile dağlar ve şipşirin köyler şiirsel muhteşem bir görüntü çiziyor. Dönünce bunların tablolarını yapmalıyım…

Bir saat oldu havalanalı. Merak ettik neredeyiz diye. Ömer’in telefonu uçak durumuna uygun ayarda navigasyondan  baktık. Makinanın aklı şaşmış. Bu kadar hıza kendini ayarlayamamış. Şöyle yazıyordu “Çeşme otobanında” Bizim telefonla ilgilendiğimizi gören yandaki teyze bize dik dik baktı!.. O kapattı ya…

Artık Erzurum’dayız… hava alanında bizi organizasyonu yapanlardan Alperen Bayrak ile Fahrettin Aydın karşıladı. Palandöken’de eski Galatasaray başkanı Adnan Polat’ın yaptırdığı Renaissance Polat Erzurum Hotel’e geldik. Harika bir yer. Acıkmışız bir güzel kahvaltımızı yaptık. Ben kahvaltıya buraya özgü sıcacık ayran çorbası içerek başladım. Otellerin ön kısmında kendi müşterilerinin kullanabileceği özel kayak pistleri var. Pistler acemiler ve tecrübeliler olmak üzere ayrılmış. Acemi pisti de ilk öğrenenler ve biraz daha iyiler diye ayrılmış. İlk öğrenenlerin pist başlangıcında ahşap bir çayhane var. Ortada kocaman bir döküm şömine alaz alaz yanıyor.  Bir gün önce çok soğuk olmasına rağmen bugün hava güzel, güneş pırıl pırıl bize gülümsüyor. Titreyeceğim diye korkarken üzerimdeki yün ceketi atıp sadece kazakla dolaştım. Çaylarımızı yudumlayıp kaymaya çalışırken düşenleri seyrederek bol bol güldük… Nereden bilebilirdik ki az sonra başımıza neler gelecek! Ömer kapının önündeki masada otururken içeride iki genç kız hayretle gözlerini açmış mutlulukla birbirlerini dürtüyorlar “Hiiiii! Ömer Köroğlu buradaaaaa!” Bıyık altından gülümsüyorum…

Biz kar görmemiş İzmirliler… pistin yan tarafında hiç basılmamış karların üzerine basıp benden bir iz bırakmak istedim. Ayağımı basmamla birlikte dizime kadar gömülüverdim. Kurtulmaya çalıştıkça daha çok battım. Allahtan yan taraftaki çamın dallarına tutunarak kurtuldum. İlk işim “gören oldu mu?” diye sağa sola bakmak oldu. Yaaa Hülya hanım, iyi miydi az önce başkalarına gülerken!..

Az sonra Fahrettin bey ve Alperen kar bisikletine binmemizi önerdi. Kar bisikletini Türkiye’ye ilk kez Yamaç Ongan hoca getirmiş. Dünyanın pek çok yerinde sevilerek yapılan bir spormuş. Merkezi sanırım Avusturya imiş. Yamaç beyin İstanbul’da da bir şubesi varmış ve sık sık gidip geliyormuş.

Normal iki tekerlekli bir bisiklet düşünün. Teker yerinde birer metre uzunluğunda kayak var kar bisikletinde.  Ayağımıza bileğimizi de sıkı sıkı kavrayan kar ayakkabılarını giydirdiler. Üzerine küçük kayaklar taktılar. Yamaç hocaya göre bunlar duygusal bisikletler. Sizi anlıyorlar. Öyle ki kayarken dümeni kıvırarak veya başka bir şeyle kumanda etmiyorsunuz yön için. Gideceğiniz yöne başınızı hafifçe çevirmenizden oraya yönlenmek istediğinizi anlıyor ve yöneliyor. Durmak istediğinizde ise gene yavaşça arka tekere bakıyorsunuz… pat duruyor… Aynen dediği gibi çoook duygusal ancak karşılıklı duyguları anlamak biraz zaman alıyor… İlk denememde ben başımı çevirene kadar hooop yerdeydim. Bizim köftehorlar ablamız düştü yardım edelim yerine katıla katıla gülüyorlar. Ama az sonra kendileri de yerdeydi. Hep birlikte güldük. Eh işte, düşe kalka anlaştık biz de sonunda bu duygusal arkadaşla…

Müthiş bir spor bir kere vücudun nerede ise tüm kaslarını çalıştırıyor. Sanki yüz mekik çekmişim gibi karın kaslarım acımaya başladı. Komut vermek için kafayı ha bire sağa sola çevirdiğiniz için boyun fıtığı ve kireçlenmelere, dik oturmak zorunda olduğunuzdan bel fıtığına iyi geliyor. Normal ayak kayağından da daha konforlu. Yorulunca ayaklarını direyerek olduğun yerde oturabiliyorsun. Ekip çalışmasına birlik ve beraberliğe, sosyal olmaya çok elverişli. Ömer, Barış, ben ve Yamaç hoca bol bol beğendiğimiz yerlerde oturup sohbet ettik. Doyumsuz manzarayı seyrettik. Geride kalan olduğu zaman bekledik. Sabah 10.30 da başladık hızımızı alamadık akşam 16.00 ya kadar kaydık. Kendimize güvenimiz geldi. Acemi pistini küçümsedik, ejder pistinin tepesine çıktık…

 Zirveye telesiyejle çıkılıyor. Kucağımızda bisikletimiz durmadan dönmeye devam eden telesiyeje acele ile biniyoruz. Aşağıda bembeyaz karlar ve tepesine nerede ise ayaklarımızın değeceği çamlar. Bazı yerlerde hangi hayvana ait olduğunu kestiremediğim ayak izleri ve rüya gibi bir manzara…  Zirvede konaklama yeri var. Bütün Erzurum bembeyaz karlar altında muhteşem görünüyor. Sıcacık çaylarımızı içtik.  Bol bol sohbet ettik, kahkahalarla güldük… Alt tarafı 2450 metrecik biz artık ustayız. Bisikletin üzerinde ben buranın kraliçesiyim.

Sağa sola S çizerek aşağıya kadar kayarak indik. Arada bir şeyler olmadı değil hani. Hızla iniyorum karşımda bir çam fidanı, yarısı kurumaya yüz tutmuş. Kontrolümü sağlayamadım fidanı geçtiğimde yarısı kucağımda idi… Kar insanı yakıyor. Akşama doğru denize gitmişiz gibi yüzlerimiz kıpkırmızı idi…

 Eh arada sırada düştük-kalktık. Ancak burada düşmek bile keyifli çünkü sadece ıslanıyorsun ve üşümeden üstünde kuruyor. Canın acımıyor. Düştüğün yer yumuşak. Çocuk oluyorsun…

Biliyor musunuz?  Ömer, ben ve Barış İzmir’in ilk sertifikalı kar bisikletçileriyiz. Sertifikalarımız ise Avusturya’dan gelecek…

Devam edecek…

Hülya Sezgin/Kültür sanat bölüm yönetmeni

www.haberhurriyeti.com