CUMALI’DAN İZZET ABAY…

Zeynel KOZANOĞLU

Cumalı’nın  benim hayatımda bir başka yeri var. Herkes için Çanakkale Boğazı’nın Avrupa yakasında sıradan bir köy ama, benim için o köy iki yıla yakın süreyle “sorunsuz ve huzurlu” yaşadığım bir yurt köşesi… 1960 yılında ben Yedeksubay öğretmen olarak Hayruş’umla ve Filiz kızımla gelip göreve başladığımda sadece on sekiz haneden ibaretti.

Öğrencilerimin toplam sayısı da sadece ve sadece on iki idi.

O köyde sevdiğim insanlar var. Giderek azalıyorlar ama, sevdiğim insanlar var. Kendilerine minnet borçlu bulunduğum canlarım var. İşte bunlardan biri İzzet Abay. Rüstem ağabeyin büyük oğlu. Gülsüm ablanın gözünün bebeği. İkisi de nur içinde yatsınlar.

Cumalı’da iki kış geçirdik. Kış günlerinde neyle ısınacağız? Odunu nereden bulacağız?

Rüstem Abay gibi bir dostunuz varsa dert edinmeyeceksiniz. Rahmetliyle dostluğumuz da sadece onun çok iyi insan oluşundandı… Yoksa benim o zamanda doğru dürüst bir gömleğim bile yoktu. Bir keresinde Çanakkale’ye giderken Rüstem ağabeyin gömleğini giymiştim.

Bugün kırktan fazla gömleği veren Tanrım! Yine de sana şükürler olsun ama, bugün bana kırktan fazla gömleği veriyorsun… Velâkin parmaklarımın da duyarlılığı yok oldu.  Gömleklerimin düğmelerini ilikleyemiyorum. Bu işte bir terslik yok mu?

Hayruş yardım etmezse çaresiz tişört giyiyorum.

Biz Cumalı’ya gittiğimizde Rüstem ağabeyle yakınlaştık. Bizi kanadının altına aldı. Küçük oğlu Ekrem’i okula aldım. Büyük oğlu İzzet öğrenim çağının üstünde bir yaştaydı. Pırlanta gibi de bir delikanlıydı. Babası tembih etmiş. Gün aşırı bizim için odun getirdi.

Bıkmadan, usanmadan bir güler yüz ve bir iki kelimelik tatlı sözün dışında hiç bir şey beklemeden iki kış boyunca bize odun taşıdı. Hem de gösterişsiz, hem de tantanasız. Sabahın erkeninde biz uyuyoruz.  Penceremizin dışında bir patırdı… İzzet eşekten odunu indirmiştir.

Bir de çabucak eşeğini toparlayıp ortadan kaybolması vardı ki, hayran kalırdık.

Mehmet Akif bir şiirinde anlattığına göre, bir kişiye beş on kuruş vermek üzere elini cebine attığında hemen aklına gelmiş ki, cebinde metelik yoktur. “Allahım” demiş. “Ya o köşede o kişiyi karşıma çıkarmasydın, ya da cebimde beş on kuruşum bulunsaydı.”

Onun gibi o günlerde keşke İzzet’e verebileceğimiz bir şeyimiz olsaydı…

İzzet uzun boylu, zayıf yüzlü bir delikanlı idi. Köyden ayrıldığımızdan sonra da yakınlığımız devam etti. Zaman zaman çocuklarım köye gittiler. Rüstem ağabeyin küçük kızı Ürsel “Bubaaa! Eşeği nere bağlayeeem” diye seslenirmiş. Onu bugün bile öylece anarlar.

Günümüzde Ürsel de bir nine. Gelibolu’da oturuyor. Çocukluğundaki şirinliğini hiç bırakmadı.

Bir gün Rüstem ağabeye sormuştum. “Bu güzelin adı niye Ürsel?” diye… 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra doğmuş. İhtilalin lideri Gürsel Paşayı çok sevmiş. Koca adam Rüstem ağabey şu yanıtı verdi:

“Şimdi çocuğun adını Gürsel koysam, ne olur ne olmaz devir geçer devran döner. En iyisi Ürsel diyeyim de arif olan anlasın diye düşündüm.”

Sonraki yıllarda Cumalı’ya gittik mi, Rüstem ağabeyin evi bizim evimizdi. İzzet’in düğününde  Cumalıdaydık.  Kozludere Köyünden gelin getirdik.

Trakya’mızda gelin almalar çok renkli oluyor. Gelini  aldıktan sonra yirmi dakikalık yolu “yol kesme” ler yüzünden beş saatte alabildik.  O günlerde Güneş Gazetesinde çalışıyordum. Seksene yakın  fotoğraf çektim. Ve bu fotoğrafları kendilerine ulaştırdım.

Ne zaman ulaştırdığımı söylemesem mi acaba? Beni ayıplayacaksınız ama, İzzet Abay’ın düğününde çektiğim resimleri kendilerine teslim ettiğimde İzzet Abay’ın oğlu askerdeydi. Galiba çocuk biraz erken doğmuş, ben de biraz geç kalmışım. İzzet beni hoş gördü.

Beni yakından tanıyanlar bilir, böyle bir ihmalci yanım vardır.

Sevdiklerimi asla unutmam ama, böyle buna benzer uzak tefek kusurlarım oluyor.

Günümüzde İzzet’imiz rahatsızmış. Sağlık sorunları yaşıyormuş. Ne diyebilirim, ne yapabilirim. Allaha dua ediyorum. Bu güzel insana sağlığını geri versin. Çocuklarının, torunlarının yüzü suyu hürmetine İzzet’imiz sağlığına kavuşsun… İnşallah…