Çilli de horozum…

Hülya SEZGİN

Yaz sıcak… Mordoğan’daki yazlığımda geçiriyorum günlerimi…
Kışın komşularımızdan bir kaç aile düzenli olarak toplanırız.  Sözümüzün sohbetimizin uyumluluğu ve şakalaşmalarımız ile çok keyifli geçiyor bu toplantılarımız. Bunlardan Rauf ziraat mühendisi… Organik zeytin ve zeytinyağı üretip ihraç ediyor. Onu doktor Levent’imiz izledi. O da Urla’da ve Çanakkale Geyikli’de aldığı yerlerde aynı üretime başladı…

Ragıp ise Güzelbahçe’de yedi dönüm arazi üzerine ahşap bir ev kondurdu, çiftlik yaptı. Tavuğunu, horozunu, koyununu, keçisini, ineğini beslemeye başladı. Sebzesini üreterek artık günümüzde pek güvenilir olmayan şeyleri sağlıklı biçimde kendileri için üretmeye başladı. Hayvanlar açık alanda serbestçe dolaşıp besleniyorlar…yani sağlıklı…

Bir sohbetimizde eski tavukların lezzetini özlediğimden söz etmiştim. Bunu unutmamış Ragıp. Hikmet abisine (eşim) bir horoz verip “Bunu Hülya ablama götür, pişirsin yesin.” demiş. Hikmet’de bir kutuya koyduğu gibi Mordoğan’a getirmiş...

Evim bahçeli ama köpeğim efe kedi, tavuk, kuş düşmanı. Göz açtırmaz ki!. Anında avlar. O yüzden bahçeye salamam. E ne yapacağım; ayağına ip bağladım yerden birbuçuk metre yükseklikteki arka balkona koydum. İpin ucunu da balkon demirine bağladım. Önüne su, mısır ve ekmek kırıntıları koydum...

Horoz bir de güzel… Hikmet kıyamıyor kesmeye. Ben de öyle… Ne yapacağız?.. Hikmet tutturdu aşağıda yerli komşular var Selma’lar. “Onlara verelim” diyor.”
“E onlar ne yapacak?”
“Onların tavuğu horozu çok. Birlikte serbestçe dolanır, eşinir.”
 “Oldu” dedim. “Ben yiyemedim sen ye!” “Eninde sonunda bir gün kesip yemeyecekler mi?

Biz bu hikayeyi yıllar önce gene yaşamıştık. O zamanlar Bayramyeri’nde dört katlı bir apartmanın giriş katında oturuyoruz. Arkada mutfaktan çıkılan bir metre genişlikte, iki metre uzunlukta bir ışıklığımız var. Oğlum Serter anaokuluna gidiyor. Bir gün dedesi pazardan ona bir civciv almış. Serter okuldaki çok sevdiği kız arkadaşının adını koydu ona: Bircan… Koyduk ışıklığa… Bircanı bir bakıyoruz…evin bir ferdi sanki…Serter’in aşkının  adından ya! Bircan büyüdü, serpildi pek güzel kınalı bir tavuk oldu…Serter onunla oynuyor, çok mutlu...İyi de burası apartman katı. Her akşam işten gelince yıkıyorum… I-ıııh…koku ve sinekleri önleyemiyorum… Acil çözüm gerek. Bu sonuçta tavuk. Tavuk ne yapılır; kesilip yenir. Ama bu imkansız. Serter bir yana biz bile bircana gönülden bağlandık. Kesmemiz hele ki yememiz mümkün değil!.. Aramızda yoğun duygusallık var!..
O zamanlar bankada çalışan pek sevdiğimiz bir arkadaşımız Orhan efendimiz vardı. Onun evi bahçeli…tavuk beslemeye uygun, zaten tavukları da var… Ona rica ettim. O da geldi, sevinerek aldı, götürdü…

Şimdi artık aynı şeyi yaşamak istemiyorum. Çilli horozumu ben büyütmedim ki! Duygusal bağım yok ki! Ama bir güzel, bir güzel…çilli… atladı, balkondaki masanın üstüne çıktı…kabardı…kanatlarını çırptı…çırptı…

“Ü-ü-rü-üüüüüüüüüü!..”
Bir de sesi güzel… aynı anda Selma’nın horozundan geldi karşılık…ama o cılız…
“İ-İ-ri-iiiii..”
Karşılıklı atışıyorlar…
O öttükçe Efe deliriyor, balkonun altında kuş gözleyen kedi gibi bekliyor. Şu bir uçsa da kapsam der gibi… Öteki huysuzlanıyor. Pııırrrrr…uçmaya çalışıyor…masanın üstüne zıplıyor. Efe onu görünce uzanmaya çalışıyor.  Allahtan balkon yüksekçe uzanamıyor…
Bir havalı, bir havalı…

“Ü-ü-rü-üüüüüüüüüü!...”
“Ü-ü-rü-üüüüüüüüüü!...”

Oooofff…kafam karışık…ben ne yapacağım şimdi!.. Ama hayatın gerçekleri de var…
Bir türkü dolandı dilime…

"Horozumu kaçırdılar,
Damdan dama aşırdılar,
Suyuna da pilav pişirdiler,
Geh bilibiilibiilibilibil…
Çilli de horozuuum kaaayboooldu…"

Şeker bayramınızın şeker tadında, mutlu ve huzurlu geçmesi dileğimle…

Hülya Sezgin/Kültür Sanat Yönetmeni
www.haberhurriyeti.com