Çankırı'da neler oluyor?..

Hülya SEZGİN

Memlekette neler oluyor hepimiz takipteyiz. Ancak küçük illerde neler oluyor genelde atlarız. Ben size Ankara'nın kuzeyinde, Anadolu'nun ilk yerleşim yerlerinden, sekiz bin beş yüz yıllık bir geçmişe sahip Çankırı'da neler oluyor biraz onu anlatmak istiyorum.

Bu Anadolu'nun ücra köşesinde bir Güzel Sanatlar Lisesi var. Adını da kendi içinden çıkmış ünlü bir bestekardan almış. Selahattin İnal Güzel Sanatlar Lisesi.  Bu lisenin bir müdürü var Mehtap Meydaneri...

Öyle bir müdür ki baktığı, gördüğü her güzel şeyi okuluna nasıl uygulayabilir hep onu düşünüyor. Yalnız düşünmekle kalmıyor yapıyor da...

Güzel bir iş sağlam bir ekiple olur değil mi?

Eh işte onda o da var. En büyük destekçisi eşi ve okul baş müdür yardımcısı Ali Meydaneri.

Okul bir aile gibi zaten... Yönetim kadrosu, öğretmenler, personel ve öğrenciler hepsi ailenin üyesi . Mehtap müdür ise kendini onların annesi sanıyor. Bir de tatlı dilli. Bu sayede olmazı olduruyor...

İki yıl öncesi beni okulunda bir resim çalıştayı yapmaya ikna etmişti. "Burada galeri yok, sergiler açılmıyor. Benim çocuklarım öğretmenlerinden başka resim yapan görmüyorlar. Bize de bir çalıştay yapar mısınız?" diyerek beni bam telinden vurmuştu da hemen ertesi yıl yapmıştım. 

O kadar güzel olmuştu ki ertesi yıl ikincisinin çalışmasına başlamıştık. Ancak yok olası korona izin vermedi. İki kez erteledikten sonra sonunda bu kez başardık...

Macaristan'dan Alim Adilov, Gürcistan'dan Lela Gelevishili ve Marina Jafaridze,

Fatih-Zuhal Başbuğ, Zehra-Sena Sengir, Ziver Kaplan ve ben sonunda vardık Çankırı'ya...

Aynur Mahmudova Kaplan ise son günlerde katıldı ekibe...

Korona gözün kör olsun, şöyle doyasıya sarılamadım... Çocuklarımla, hasret gideremedim. Çocuklarım mı?.. Elbet okulumuzun müdürü, öğretmenleri ve personeli...

İlk akşam bize konaklama imkanı sağlayan İl Gençlik ve Spor Müdürü Sadık Ak beyin konuğu olarak yemeklerinizi yedikten sonra konaklama tesisimize geçtik. Misler gibi uyumuşum, sabah erkenden uyandım. Tesisin büyükçe bir bahçesi var. Tertemiz, serin havada, ağaçların altında üç tur yürüyüş yaptım. Aklıma annem, babam geldi... "Annem-babam memleketime hizmete geldim, keşke görseydiniz... Göremediniz ama sevindiğinizden eminim" dedim kendi kendime, gözlerim dolu dolu yürürken...

Çankırı'nın pek çok tarihi, kültürel ve doğal güzellikte gezilecek yerleri var.

Bir program çerçevesinde sırayla gezdik bir bir...

Alim Özbek asıllı ve otuz yıldır Macaristan'da yaşıyor. Harika ressamlığının yanı sıra dizi film ve sinema oyuncusu. Türkçe öğrenmeye çalışıyor. Arada bir çeviri hatası ile sözleri beni güldürüyor. Eski Çankırı evlerini gezerken  eski Çankırı yerine yaşlı Çankırı, yeni yerleşim yerini tarif ederken de genç Çankırı demesi gibi...

Tarihi Çivitcioğlu medresesi çok ilgisini çekti arkadaşlarımın. Küçük küçük odalarda çeşitli hobi kursları veriliyor. Ney sesini huşu içinde dinlediler... Biz aşağıda bekliyoruz. Ben "Nerede kaldılar?" diye merak edince Fatih Başbuğ espriyi patlattı "Hocam ney bitti, hat kursuna başladılar..."

Doyamadılar ardından da küçük bir ebru yapımını ilgiyle izlediler...

Elif öğretmenimiz muhteşem İngilizcesi ile çeviriler yapıyor ama Çankırı sözcüklerine çevirisi yetmeyince şakalaşıyoruz. Buğday pazarı medresesindeki hanım ikram ederken "Bu Çankırı kurabiyesi, mutlaka yesinler... Üğüm üğüm olmuş." dedi. Biz gülüşerek Elif'e dedik ki "Hadi... hadi çevir bakalım." 

Arkadan kızılcık eşisi geldi...  Elif yine zorlandı. Bizim deyimlerimizi anlatmaya İngilizce yetmez... Elif'in zorlandığı yerde benim tarzancam devreye giriyordu. Örneğin kapı tokmaklarını göstererek

"Woman tık tık tık... men tok tok..." dedim. Bir güzel de anladılar, çünkü onlar benim anlatımıma alıştılar... Hatta karşılıklı espriler bile yapıp  kahkahalarla gülüyoruz...

Zamanında çocukken az sessiz sinema oynamadım. Çocuk oyunlarının önemi işte... Hayâl gücü gelişiyor. Şimdi tabletlerdeki oyunların böyle bir yararının olduğunu hiç sanmıyorum.

Tuz mağarasını belediyemiz yeniliyor. Gezenlere dinlence hizmeti de verebilecek yakında. Çankırılı heykeltraş Sefer Oruç pek çok yeni heykeller daha çalışmış. Zamanında Çankırı'da yaşamış hayvanların muhteşem heykellerini tuzdan çalışıyor ve orada sergileniyor.

Tuz mağazasının önünde oturduk. Güneş içimizi ısıtıyor. Çünkü mağara oldukça serin, biraz üşüdük. Mehtap Çankırı'nın on dilim kavununu kesmiş getirdi, herkese birer dilim dağıttı. Isırarak yedik, çok tatlıydı.

Kavunun yetiştiği toprakta ne kadar tuz oranı yüksekse o kadar çok tatlı oluyormuş meğer...

Sekiz buçuk milyon yıllık tarihi bir şehir Çankırı... Eczacılık sembolü kupaya sarılı çift başlı yılan gömütü buradan çıkmış.

İyilik ve kötülüğü temsil eden ying yang çift başlı yılan figürü de ilk kez burada bulunmuş.

Radyo Televizyon Müzesi, Tarihi Çamaşırhane, Kale, Cam Terası ve Demirciler Arastası'nı gezdik. Hatta artık yok olmaya başlayan mesleklerden bir demirci ustamız ateşini yaktı ve bize demir dövdü...

Mehtap hocam müzik öğretmeni ve muhteşem bir sesi var. E ben de türkü söylemeyi seviyorum. Aklımıza esince bir türkü tutturuyoruz birlikte... Gezerken minibüste, iyi yankılanıyor diye tuz mağarasında... Artık neresi olursa. Bu kez "halkalı şeker" türküsünü söyledik keyifle...

Minibüste gidiyoruz, her geçtiğim yerde bir anım canlanıyor çocukluğuma dair. Pek çok evliya ve değerli insanlar, yatırlar var burada. Biri de Toprak Baba... Çocukken mezarının toprağını yerdik. Yaşım sanırım beş civarı. Yemek istemiyorum ama büyük çocuklar yiyor ve bizim de yememizi istiyor. Şimdi soruyorum, yanıt alamıyorum, kimse bilmiyor. Yani çözemedik... Biz neden yedik o toprağı?..

Pek çok da halk hikayesi var. Onlardan biri de Akkız... Anlatayım mı?..

Taş Mescit Şifa Yurdunda yetişen kimsesiz kalmış bir kız çocuğu imiş Akkız. Eğitim, öğretimini orada tamamlamış. Kadın hastalıkları ve ruhi hastalıkları iyileştirmesiyle üne kavuşmuş.

Ancak onu çekemeyenler "fukaranın parasını kandırıp alıyor" diye kadıya şikayet etmişler. Oysa Akkız paranın, altının hiçbir zaman yüzüne bile bakmazmış, suçsuzluğunu kadı önünde kanıtlamış ama küsmüş, izini kaybettirmiş. Çankırı kızları ve kadınları onu fellik fellik aramış, üzülmüş, ağlamışlar. O ise yine hocalar medresesinde zikir ve tefekkürle yalnızlığa çekilmiş.

Aylarca, arandığına dayanamayıp çıkmış ortaya ve Akkız çalısı üzerindeki tekkeye dönmüş, herkes çok sevinmiş.  Kadın ve kızların hocası olup, onları bilgilendirmiş.

Tekkenin önündeki parka her renkte çiçekler ve ağaçlar dikmiş. Allah'ın hikmeti bütün bitkiler ak çiçek açmış, başka renkte bitki yetişmemiş. Akkız’ın ak çiçekleri dertlere deva olmuş. “Bunlar bana Allah’ımın bir lütfudur” diyerek bu çiçeklerden çeşitli ilaçlar yapmış. Çıban, kurdeşen ve deri hastalıklarının tedavisinde kullanmış. Bulaşıcı hastalıkların iyileştirilmesinde büyük başarı sağlamış. Artık Akkız’ın ünü bütün Anadolu’da duyulmuş ve akın, akın hastalar her yerden ona koşmuş. Ancak bir salgın hastalık çıkmış ortaya. İlaçları ile pek çok kişiyi iyileştirmiş ama kendisi de yakalanmış ve ölmüş, oraya da gömülmüş...Hâlâ orada beyaz Akkız çalısı bulunurmuş...

Selahattin İnal Güzel Sanatlar Lisesi'nin pek büyük bir yerleşkesi var. Okul yatılı... Derslikler, konser salonu, pansiyon binası ve kocaman bir bahçe... Bahçenin kıyısında çeşitli hayvanlar... Tavşan, hindi, tavuk, köpek... Yemek artıkları yabana gitmiyor yani, hayvanlar besleniyor...

Ali hoca benimle şakalaşıyor... Bu gün tavşanları gördük, yarın da çulukları göreceğiz." diyerek soruyor. "Haydi söyle... Çuluk ne?"... Allah'ın Kırıkkalelisi... Sen bir Çankırılı'ya "culuk ne demek?" onu mu öğreteceksin?.. Elbette hindi demek...

Eh Güzel Sanatlar Lisesi olunca dışarıdan müzik aramaya gerek var mı? Piyano da çalıyorlar, keman da, saz da... Sesleri de muhteşem. Hep birlikte çalıp söylüyoruz sık sık...

Magnet bana göre küçük ama büyük işler başaran bir hediyelik. Ben her gittiğim yerden mutlaka bir magnet alıp buzdolabımın kapısına yapıştırıyorum. Her elim oraya gittiğinde görüp orayı, anılarımı anımsıyorum. Aynı şekilde eşim ve çocuklarım da benim anlatılarıma göre orası ile ilgili şeyler anımsıyor. Yani sürekli bir anımsatma... Şimdi İzmir'e dönünce acıktım elim buzdolabında... Su içeceğim, Çankırı... Bir meyve yesem, Çankırı... Günde on posta Çankırı... Dönüşümde yakınlarıma magnet götüreceğim hediye...

Okul öyle muhteşem ki öğrenciler boş zamanlarını değerlendirsinler diye zumba salonu bile var... Ah ah... keşke benim zamanımda olsaydı da ben de burada okusaydım... Pek çok akademisyen arkadaşım "Bizim üniversitemiz bile bu kadar güzel değil" diye övdüler okulu...

Her bir arkadaşım harika resimler çalıştı. Öğrenciler bizi izlemeye geldi sık sık ve sorular sordular. Bir bir yanıtladık. Sohbet ettik, anlattık...

Fatih ve Zuhal çifti erken ayrılmak zorunda kaldı. Gitmeden önce bir canlı sunum ile konu anlatımı yaptı Fatih hoca öğrencilere. Ayrıca on'dan fazla resim çalıştılar sağ olsunlar. Bu resimler okulumuzun duvarını süsleyecek ve öğrencilere örnek olacaklar. Fatih ilk geldiğinde "Hocam kulağımda hep Ilgaz Anadolu'nun sen yüce bir dağısın çalıyor." demişti. Giderken yine "Hocam hâlâ çalıyor." dedi...

Her gün farklı bir yöresel yemek yiyoruz...

Sarımsaklı et, keşkek, güveçte kuru fasulye, güveç, sarıkılçık pilavı, yumurta tatlısı...

Gündüz ayrı,  gece ayrı birilerinin davetlisiyiz.

Meşhur Sefer Usta'da, Eldivan Bülbül Pınarı'nda, Ilgaz Yıldıztepe kayak tesislerinde...

Belediye Başkanımız İsmail Hakkı Esen, İl Milli Eğitim Müdürümüz Muammer Öztürk, İl Kültür Turizm Müdürü Muharrem Ovacıklı, Ilgaz Belediye Başkanı Mehmed Öztürk ve Çankırı Türk Kızılay genç başkanı Ahmet Ulusoy... Birbiri ile sanki yarıştı bizi ağırlamakta...

Ilgaz Belediye Başkanımız Mehmed Öztürk pandemiden ötürü kapalı Yıldıztepe kayak tesisini bizim için açtı, iki gün ağırladı. Teleferikle Ilgaz'ın doruklarına çıktık, doyumsuz kanlıca mantarı topladık. Akşam ahcımız pişirdi.
Bayıldım... Rahmetli babaannemin deyimiyle "Yedik yedik yiyemedik... Daha getir diyemedik..." yani doyamadım...
Ama Mehmet başkanımız da bir çalıştay istiyor. Kısmetse o zaman doyasıya yiyeceğim...

Sağ olsunlar beni gururlandırdılar. Çankırı sanki tek yürek olmuştu... Destek veren, emek veren herkese gönülden teşekkür ediyorum...

Öyle ki Bülbülpınarı'na kahve içmeye gittiğimizde yemek listesi önümüze gelince Lela ile Marina'nın gözleri büyümüş "Yine mi yemek!" dediler... Kahkahalarla güldük...

İkinci resmimi bitirmeye uğraşıyorum, fotograf çekileceğiz diye konser salonuna çağırdılar. "Tam çalışırken çağrılır mı?" diye içimden öfkelendim, ama yine de gittik...

Salona girdim... Öğrenci dolu... İçeri girmemle birlikte bir alkış koptu. Şaşırdım... Sahneye davet etti Mehtap... Bir sürpriz yapmışlardı bize... Heyecan içinde çıktım ama bülbül gibi konuşan ben tıkandım... Sesim çıkmadı... ağlamaktan konuşamadım. Mehtap'ımla sarıldık... Sakinleşince dedim ki "Çocuklarım biz sizin için buradayız. Size örnek olmak için, ışık olmak için buradayız..." sonra ne dedim hatırlamıyorum... Ben ve arkadaşlarım o öğrencilerden birine bile bir yararımız dokundu ise amacımıza ulaşmışız demektir. Sonra sırası ile tüm sanatçı arkadaşlarım söz aldı...

Ilgaz'a giderken Donayşe gibi kimi köy adları bizi güldürüyor. Mehtap hocam anlatıyor bir yerde bir dizi köyün adı "tangır, tungur, tüngür" gibi bir şeydi. Sanırım yukarıdan bir taş atmışlar, çıkan sese göre de köylere ad vermişler...

Bir gece de Dursunlar Eldivan alabalık tesislerine gittik... Sazlı sözlü yemek yedik. Hem söyledik, hem oynadık...
Biz gezmekten yorulduk onlar hâlâ  "şuraya da gidelim." diyorlar. "Yeter, gelecek sefere de kalsın." dedim. Memleketimin öyle güzel, öyle gezilecek yeri çok ki...

Son gün resimlerimiz okulumuzun bahçesinde şık bir şekilde sergilendi. Sergimize de tüm Çankırı gelmiş... Milletvekili Salim Çivitcioğlu, siyasi parti başkanları, kurum müdürleri, dernek başkanları... Şölen yeri gibiydi... Ben mi?.. Mutluluktan sanırsın bir kelebeğim...

Yalnız üzüldüğüm şey kara mizah gibi çıplak dağlarda Alo 177 OGM yazılı olmasıydı... Oysa tek bir ağaç bile yoktu!..
Umarım ileride yeşil görürüm oraları da. Toprak yapısına uygun ağaçlandırılır. Hatta alıç dikilse ve son günlerde pek popüler olan sirkesi yapılıp kadın kooperatiflerince pazarlansa ne güzel olur değil mi?..

Ziyaretimize gelen sevgili Seçil Çivitcioğlu ile bir güzel sohbet ettik,  Çankırı için verimli fikir alışverişi yaptık...

Dönüşte sağ olsun bizi dokuz gün önce emekli olmasına rağmen gezdiren ve sonunda Ankara'ya teslim eden Ercan kaptan radyoyu açtı... Çalan şarkılar şaka gibi...

"Gitme sana muhtacım..."

Ardından; "Herkes gitti bu şehirden bari sen gitme!.."

Tövbe tövbeeee .. Bu kadar olur dedim içimden...