Çamardı Yörükleri

Duygu SUCUKA

Türkiye’nin Yörük ve Göçerlerini 10 yılı aşkın bir süredir çalışıyoruz, onların sorunlarıyla ilgileniyor, çözümler arıyoruz. Bu konuda çok büyük çalışmalar yaptık, kitaplar çıkardık. Zor yaşamların bu temsilcileri bu ülke için önemli bir üretici kesimdir ve devletin şefkat elini onlardan çekmemesi gereklidir. 

İlk kara çadır çalışmamızı 2010 yılı 17 Eylül günü, Şanlıurfa Karacadağ’da yapmıştık. Bir tesadüf olarak son çalışmamızı, daha doğrusu son Yörük çadırı ziyaretimizi 17 Eylül 2020 günü, Niğde’nin Çamardı ilçesi sınırları içindeki Ardıçderesi mevkiinde bir Yörük ailesine yaptık. Selvi ve Sinan çiftinin 2 çocukları, kendilerine ait olan geniş bir arazi ve koyun keçi karışımlı bir sürüleri var. Bu aile, yaşamını yarı göçer konumunda sürdürüyor . Yaz aylarında bu yaylada, kış aylarında ise yaylaya yaklaşık 10 km uzaklıktaki Celaller köyünde yaşıyorlar. Köyde evleri var, yaylada ise çadırda kalıyorlar. Çoban köpekleri etrafı kolaçan ediyor; göç sırasında sürüye kılavuzluk eden eşek başıboş dolaşıyor, arada bir kazandaki kaynamış mısırlara dadanıyor; tavuklar dolaşıyor, horozlar ötüşüyor. Kısacası burası bir Yörük obası ama Ali Babanın çiftliği gibi. 

Bu yolculukta, Torosların ilk kez gördüğüm bir bölümünde gidiyoruz. Adana – Ankara karayolunun Pozantı mevkiinde Niğde’ye giden yola girince yemyeşil bir doğa, çok güzel bir yol, muhteşem yaylalar, elma-kiraz-ceviz türü meyve bahçeleri, çam ormanları, yer yer sarp yükseltileriyle Toroslar kucaklıyor sizi. Toros sıradağlarının Bolkarlar'dan sonra ikinci önemli dağ silsilesi Aladağlar'dır. Aladağların iç kesimlerine paralel uzanan bir yol burası. Adana – Ankara yolunun Niğde ayrımından sonra, Toroslar'ın ortasından doğu yönünde gidiliyor bir süre. Aladağların en yüksek dağlarından olan Demirkazık Dağı tüm heybetiyle eşlik ediyor yolculuğa. Batı Toroslar'da olduğu gibi burada da sanki verim fışkıran bir görüntü var. Toroslar'ın ortasında ve doğu yönünde bir süre gittikten sonra kuzeye yani İç Anadolu yönüne döndük. Yeşillikler içindeki köylerin zirvelere doğru sonuncusu olan Celaller köyünü geçtik, bozkır alanlara geldik. Rakım 1800 metreyi geçmiş olmalı ki artık yeşillik olmayan çıplak dağlardayız. İlginç olan durum ise bu yükseklikte biçilmiş ekin tarlaları, nohut, fasulye gibi ürünler vardı. Göstergemiz en son 2000 (iki bin) metre civarında idi. 

Birkaç Yörük obasını geçtikten sonra hedefe gelmiştik. Çoban köpekleri bizi görünce etrafımızda belirdiler. Oba sahibi çabuk davranıp onları kovaladı oradan. Çöl ortasında vaha gibi bir yerdeyiz sanki. Uzun uzun kavaklar, söğütler, ceviz ağaçları gölgelemiş etrafı. Hayvanlar ağılda yatıyor ama çan sesleri bir ahenk veriyor dağ başının sessizliğine. Etrafı dolaşıp inceledikten sonra kavak gölgesine serilen çulun üzerinde oturup sohbete başladık. “Burada da mera birliği var mı, kira ödüyor musunuz?” diye sordum. “Biz buranın yerlisi olduğumuz için mera kirası ödemiyoruz ama dışarıdan gelenler ödüyor. Birlik değil muhtara ödüyor. Mesela bu yakınlarda bir Adana Yörüğü vardı, şimdi göç etti, yoldadır henüz, o ödüyor kira”. Bir de Afgan çobanlardan bahsettim. Burada da var dediler.

Buz gibi akan kaynak suyu buraya hayat vermiş, şırıl şırıl akıyor. Ağaçlar almış başını uzamış. Suyu kullanabilecekleri şekilde efektif hale getirmişler, borularla değişik yerlere çekmişler. Yaptıkları sebze bahçeleri yemyeşil sebze dolu. Ne var ki suyun aktığı dere yatağının dışında her yer bozkır. Keven otları kurumuş etrafta. 

Kurt iniyor mu diye sordum. “En son üç gün önce indi, sürüye yaklaşmıştı, bizim kral köpeğimiz onu kavga ederek uzaklaştırdı” diye yanıtladı ev sahibi. Zararlı sürüngenleri sorunca da öğrendim ki bu yörede ala dedikleri bir tür yılan ve hem sarı hem siyah akrep olurmuş. 

Desteklemeleri, teşvikleri, yaylada ve kışlakta kalma sezonlarını konuştuktan sonra evin hanımı hamur yoğurmaya gitti. Az sonra ortaya konan saç fırında ve yanındaki ocakta alev alev yanan ateşler eşliğinde sohbete devam ettik. Yörük anasının tereyağlı tulum peynirli sıkması, kara güğümde kaynayan suyun çayı her şeye değerdi. 

Büyük yazar ve şair Ahmet Z. Özdemir, sohbetlerimizde hep bahseder ve der ki “Aladağları mutlaka görmelisin. Her tarafta pınarlar, tırmanarak tepelere çıkan yollar ve manzara çok güzel”. 

Aladağların yakın mıntıkalarını gördüm, bu kadarıyla bile çok haklıymışsınız hocam diyebilirim.