Çalışma git! (Yaşanmışlar yazı dizim-5)

Bahri YILDIZBAŞ

Güzel Samsun’dan ve Karadeniz'den sonra, hasret duyduğu ailesine, kızına, büyüdüğü güzel Van’ına yerleşmenin mutluluğunu, yeniden hizmet edeceğinin heyecanı ile Bostaniçi'nde birlikte çalıştığı arkadaşları ve mahallen dostlarıyla 85 yılının ilk günleri görevine başladı.

İpekyolu caddesinde tek bir okul, prefabrik,mevcutlar çok kalabalık ve çalışkan bir kadro. Nevzat Şipal okul müdürü olsa da Vanspor kaptanı olduğundan, müdürlüğe Faruk bey bakıyordu. Kısa süreliğine saygıdeğer büyüğümüz rahmetli Turgut Ertan müdürlük yaptıktan sonra emekliye ayrılınca, O da yönetime geçerek tempolu çalışmalar başlıyor. Sümerbank Kundura, Çimento Fabrikası, TEDAŞ müdürleri ve DSİ ile köy hizmetleri yetkililerinin eşleri okulda öğretmen olduklarından, oluşturulan dostluklar, ekip çalışması ve daire müdürlerinin desteği ile okul kısa sürede çok güzelleşmeye başladı.

Sosyal, kültürel, sportif ve eğitim-öğretim çalışmalarında atılımlar yapılarak, çevredeki kadınlara-kızlara okuma-yazma, halk eğitim kursları ile okulun ismi kısa sürede duyulmaya başlamış. Prefabrik yetmeyince,   rahmetli Selen Paşa aranarak çok kısa sürede bahçeye yeni bir bina yapılması sağlanmış, spor ve kırsaldan gelen bazı çocukların koşu yetenekleri keşfedilmiş, atletizm yarışmalarında birincilikler alınarak,çocukların özgüveniyle Hüseyin Sap ile arkadaşlarının lisanslı atlet olmalarından sonra; Hüseyin; Türkiye birinciliği ve Avrupa şampiyonasına katıldıktan sonra antrenör olup, Milli takıma atlet yetiştirip, Avrasya birinciliği olmak üzere şampiyonlar yetiştirmeye başlamıştır.

Azimli çalışmalar ile çok başarılı öğrenciler yetiştirip, milli eğitime sorun götürmeyen yönetim göze batmaya başlamış. Faruk bey çok kibar ve yufka yürekli bir eğitimci. Matematik, müzik, spor, folklör ve sanatı iç içe yaşatarak çok keyifli çalışmalar yapılmaya, av, bostan, piknik tam bir enstitü. Okula gelen aday öğretmenler bile gitmek istemiyorlar. Öğretmenler ile aile ortamı oluşmuş, kimse görevini aksatmıyor. Bu arada bir oğlu olmuş, Çağrı dünyaya gelmiş, çalışma hevesi on kat artmıştı öğretmenin. Genç yaşta ülkesinin eğitimdeki gelecek hamlelerini ve hayallerini kurmaya başlamıştı bile.

Durum böyle olunca, göze gelmek var ya. Okula hayali hırsız giriyor, gece nöbetçisi hapise atılıyor, okulun tam karşısına petrol istasyonu yapılmak isteniyor, yapılamaz diyor. Hem de iktidar vekilinin işine. Devletini ve öğrencilerini koruyor. Kumpasçılar yeni icat olmadı, hep vardılar, meydanı boş buldukça oyuncularını sahaya indirirler.

İşte günlerden bir gün odasının penceresinden İpek Yol'daki çalışmaları seyrederken, karşı sınıftaki genç kızlar odasına girip, utana sıkıla bir şeyler anlatmak isteyince, oturtuyor; “Öğretmenim, hizmetli H......... amca bize sobanın kovasını çıkarmamızı söyledi, biz kabul etmeyince bize küfürler etti.” Kızlarımıza “Siz yanlış anlamış olabilirsiniz, ben konuşurum” diyerek sınıflarına gönderiyor ve elemanı çağırıp, nasihatte bulunuyor, bir daha olmayacağına inandığını söylüyor.

Söylüyor söylemesine de; dinlenme saatinde bu defa Müzeyyen öğretmenleri ile kızlarımız birlikte tekrar geliyorlar.

”Siz konuştuktan sonra sınıfımıza gelip, ”Beni Bahri’ye şikayet etmişsiniz” diyerek, ağza alınmayacak küfürler ve tehditler savurup gitti.”

Bu defa konuyu müdür beye intikal ediyor ve Faruk bey elemanı odasına çağırıp konuşmaya başlayınca; o yine ellerini arkaya bırakıp ruhsatsız ve okulun karşısına yapılmaması gereken inşaatın ”belediye araçları” ile yol düzeltme çalışmalarını izleyerek, kulaklarımı konuşmalara veriyor. Kibarlık ve nezaket yarışması yapılsa Faruk Taşdemir kesinlikle Türkiye birincisi olurdu.

“Bak sevgili kardeşim, sen emekçi bir insansın, sen bizim için önemlisin” diyerek başladığı nasihat ve ikna konuşmalarına devam ederken, hizmetli yerinden zıplayarak “Yeter be, ne konuşuyorsunuz? Biraz önce Bahri şimdi sen! Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz? Hademeyiz diye beni eziyorsunuz, ikinizi de .......” söylediğini ve Faruk beye elini kaldırarak tehdit ettiğini hatırlıyor, odadan koşarak ve bağırarak kaçtığını, gidip uzun süre iş göremez raporu aldığını biliyorum.

Hal ve gidiş böyle olunca, bir hafta sonra ellerinde; siyah kilitli çanta ile iki kişi dolmuştan iniyor ve efendi ve naif Ahmet efendi odaya girerek “Hocam müfettişler geldi.” diyerek içeri buyur ediliyorlar. Müfettişlerden birisi tıfıl, çiçeği burnunda kibar müfettiş yardımcısı. Evraklar, dosyalar, ifadeler derken, rapor; o zamanki teftiş kurulu başkanlığına. Başkan zaten heyecanla, istediği gibi gelecek olan raporu bekliyor. Burada detaylara inmeyeceğim, kitapta tüm ayrıntıları isimlerle birlikte yazılıyor. Galiba kitap çok heyecanlı olacak. Çünkü; Türkiye buralara “nasıl” geldi? Biz toplum olarak hep “neden, niçin?” diye sorar ve bilmediğimiz sorunun cevabını veririz. Lütfen “NASIL?” sorusunun cevabını arayalım. İnanın çoğumuz cevaplarını bulacağız. Maşallah fiilin işlendiği saatte okulda olan veya olmayan bir çok “bizden yeğen” ifadelerini hayali veya hamasi olarak vermişler. Küfürleri, kızlara tacizi, okul müdürü ve yardımcısının tehdit edildiğini, disiplin kurulu okuyamamış, gözlerinden kaçmış. Sadece “bizden yeğenlerin” ifadesi okunmuş. Onlar hep var, isimleri ve yaşları değişir sadece. Soruşturma raporu, disiplin kurulunda keyifle sonuçlandırılarak; maaş kesim ve “İNŞAATA SÜRGÜN” kararının tebliği.

Hedefteki ben; İdari mahkeme, duruşmalı dava, dava salonu ve çıkışta savunmaya gelen başkanın ”nasıl” başkan olduğunu, ülkede çok ciddi 12 Eylül ürünleri oluşturulduğunu, 12 Eylül'e kızanların onu “nasıl” yarattığını ve “nasıl” fırsata çevirdiklerini, bu tür insanların gelecekte daha yüksek makamlara geleceğini; mahkemeden, milli eğitime çıkan merdivenlerdeki pişkin tartışma, başkanın kin ile doldurulan beynindeki acımazsızlığını gözlerinde gördüm...

Yıllar sonra başkan, soruşturma yapan iki müfettiş ve bendeniz Ankara’da bir çok ortamda karşılaştık. Başkana hiç bir toplantıda selam vermedim ve elini sıkmadım. Hayat bu. Okulumuzda bir seminer başlamıştı ve ben ayni tarihlerde; arasan geçen yıllarda kendimi çocuklarınızın ve gençliğimizin geleceğine adamış, Türkiye’nin ve Avrupa’nın dört bir yanında durmadan çalıştığım; Hopa’da UNİCEF ile İKS çalıştayından dönüp odama girdiğimde, "Daire Başkanı geldi" dediler. Önce “İlgilenin” dedim. Ancak görgüm, aile ve devlet terbiyem müsaade etmedi, çıkıp "Hoş geldiniz" diyerek, hiç konuşmadan kurs salonlarını gezdirip, kapıya kadar yolcu ettim. Aynı okulda yine bir gün merdivenlerden inerken; bir kaç müfettişin odama doğru geldiğini görünce, hoş beş ederken, bir baktım Van’da soruşturmamı yapan müfettiş bey. Hepsine çalışma ofisi gösterdim, onun yanındaki arkadaşı sevmememe rağmen, "ofisimiz kalmadı” dedim. Kızarma çok yüksekti. Ben görevden haksız yere alınırken kızaracak bir şey yapmamıştım. Soruşturmamdaki yardımcı müfettiş Yunus Şahin ile 33 yıllık dostluğumuz devam ediyor. Çünkü; O gün bile bakıp, bakıp başını sallıyordu. O kadar temiz bir duruşu vardı ki. Şimdiki gibi.

Hiç bir zaman inceleme ve soruşturmalardan rahatsız olmadım. Denetime, adalete, hukuka inanan, saygı duyan, asla gocunmayan bir öğretmen, eğitim yöneticisi ve birey oldum. Yaklaşık yirmi yıla yakın bilirkişilik ve muhakkiklik yaptım. Kin, nefret, intikam gibi kamçılayan basit duygular yerine, bağışlayan ve unutan duyguların sahibi olmayı benimsedim.

Ancak; küçük oyunlarla, kendisini büyük gibi gören, basit, kişiliksiz, tetikçi; siyasilerden, yetkililerden, yöneticilerden, müdürlerden hep rahatsız olup, uzak durdum.

Gençliğimin en güzel yıllarını gasp edenleri ben affetsem bile, ilahi adalet affetmeyecektir.

İnşaat halindeki Fatih Sultan Mehmet İlköğretim Okulu'nun yapımı, Eylül’de bitti ve başladık. Gerçekler yazılmalı.